Soru

“Ey benimle beraber Hazret-i Şeyh’in teveccüh ve duâsına mazhar kardeşlerim! Şu Üstâdımız, bizi istikbâlde adem zulümâtı içinde düşünüp bizimle meşgul olurken, o mâzîde mevcûd ve nûr perdeleri içindeki Üstâdımızın ve Üstâdımızın Üstâdı ve ceddi olan Fahrü’l-Âlemîn Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz’in teveccühlerinden gaflet etmek ve onlara istinâd etmemek, bize lâyık mıdır? Madem onlar bizi düşünüyorlar. Biz de bütün kuvvet ve ruhumuzla onlara i‘timâd edip, emirlerine bilâ-kayd u şart itâat etmeliyiz. Ehl-i dünyânın telsiz telgrafları ve telefonları şarktan garba gittiği gibi; işte ehl-i hakîkatin de mâzîden, dokuz yüz sene mesâfe-i azîmeden müstakbele böyle ma‘nevî telefonları işleyebilir. Ve ma‘nevî teleskopları görebilir….”

Sekizinci Lema’da geçen şu cümleleri ve devamındaki kısmı izah eder misiniz?

Tarih: 22.02.2025 20:44:04

Cevap

Ey benimle beraber Hazret-i Şeyh’in teveccüh ve duâsına mazhar kardeşlerim!

Bediüzzaman Hazretlerinin bu ifadesi ile bir kez daha anlaşılmaktadır ki; Abdulkadir Geylani Hazretleri hem Hazret-i Üstad’dan hem de samimi Nur Talebelerinden haber verip onlara dua etmektedir. Bu kısımda Bediüzzaman Hazretleri, Hazret-i Gavs’ın (ks) kendisine ve Risale-i Nur Talebelerine karşı iltifat ve duası münasebetiyle, taleberine bir hatırlatmada bulunmaktadır.

Şu Üstâdımız, bizi istikbâlde adem zulümâtı içinde düşünüp bizimle meşgul olurken, o mâzîde mevcûd ve nûr perdeleri içindeki Üstâdımızın ve Üstâdımızın Üstâdı ve ceddi olan Fahrü’l-Âlemîn Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz’in teveccühlerinden gaflet etmek ve onlara istinâd etmemek, bize lâyık mıdır?

Bediüzzaman Hazretleri şöyle demektedir: Üstadımız olan Abdulkadir Geylani Hazretleri, bizler henüz yokluk karanlıklarında iken ve daha dünyaya gelmeden 800 sene öncesinden bizleri düşünüp bizimle ciddi olarak meşgul olmaktadır. Duası ve himmetiyle yanımızda olduğunu bildirip bizlere sahip çıkmaktadır. Öyleyse, bizden sekiz asır evvel yaşamış, İslâm adına çok büyük hizmetleri olup Kur’ân hizmetinde bizlere üstadlık eden Abdulkadir Geylani Hazretlerinden ve o şeyhimizin üstadı ve dedesi olan Sevgili Peygamberimizin (sav) ilgi ve alakasından gaflet etmek, dikkatsiz ve umursamaz davranmak hiç bizlere yakışır mı? Bize düşen vazife; her daim o mübarek üstadlarımıza itimat edip dayanmak ve onların teveccüh ve ilgilerine layık olmaya çalışmaktır, demektedir.

Bu ifadede şöyle güzel bir mana da kendini göstermektedir: Madem Resûl-i Ekrem Efendimiz (sav), Abdulkadir Geylani Hazretlerinin hem ceddi hem de üstadı ve hocasıdır.  Öyleyse Hazret-i Şeyh (ks), kerametiyle haber verdiği bu asırdaki hadiseleri, Üstadı olan Sevgili Peygamberimizden (sav) öğrenmiştir, denilebilir. Bu noktadan Abdulkadir Geylani Hazretlerinin Bediüzzaman Hazretlerinden ve Nur Talebelerinden müjdeli olarak verdiği haberler aynı zamanda Hz. Peygamberin (sav) müjde ve haber vermesi olarak da anlaşılabilmektedir. Elbette böylesine yüce bir şeref ve değer, Risale-i Nur Talebeleri için çok büyük bir ikram ve ihsandır.  

Madem onlar bizi düşünüyorlar. Biz de bütün kuvvet ve ruhumuzla onlara i‘timâd edip, emirlerine bilâ-kayd u şart itâat etmeliyiz. Ehl-i dünyânın telsiz telgrafları ve telefonları şarktan garba gittiği gibi; işte ehl-i hakîkatin de mâzîden, dokuz yüz sene mesâfe-i azîmeden müstakbele böyle ma‘nevî telefonları işleyebilir. Ve ma‘nevî teleskopları görebilir.

Hz. Üstad devamla şöyle demektedir: Madem Resûl-i Ekrem Efendimiz (sav) ve Abdulkadir Geylani Hazretleri, bizleri düşünüp bizimle ciddi alakadar oluyorlar. Elbette biz Nur Talebeleri de bütün kuvvetimizle onların sözlerine itimat etmeli ve kayıtsız ve şartsız tam bir teslimiyetle emirlerine itaat etmeliyiz.

Nasıl ki telgraf, telefon ve internet gibi iletişim vasıtalarıyla bir kişinin, dünyanın en uzak şehrindeki bir kişi ile görüşmesi, konuşması ve haberleşmesi mümkündür. Elbette hakikat mesleğinin mensupları olan Peygamberlerin ve evliyaların, dokuz asır öncesinden belki çok daha öncesinden, Allah’ın izniyle manevi telefon ve teleskoplar vasıtasıyla gelecekteki hadiseleri ve şahısları görüp onlardan haber vermeleri ve onlarla görüşmeleri mümkündür. Hem İslâm tarihinde, bu tarz geleceğe yönelik gaybî mucize ve kerametler ise oldukça çoktur.

Ma‘lûmdur ki, zaîf emâreler ictimâ‘ ettikçe kuvvet bulup, delil hükmüne geçer. İncecik ipler ictimâ‘ ettikçe, kopmaz halat olur. Küllî ve umûmî kayıdlar ictimâ‘ ettikçe, hususiyet peydâ edip muayyen olur.

Bilindiği üzere, bir meselede zayıf olan işaretler, belirtiler ve ip uçları bir araya geldiğinde, artık o mesele için kuvvetli bir delil hükmüne geçerler. Zira yüzlerce incecik ip bir araya getirilse, sağlam ve kopmaz bir halat haline gelirler. Yine umumi ve genel olan kayıtlar, kısıtlamalar ve sınırlamalar toplanıp bir araya geldikçe, hususi, açık, âşikâr ve özel bir hal alarak belirginleşmeye başlar. Mesela bir zât tarif edilirken şöyle dense: Bitlis’te dünyaya gelmiştir. 83 sene yaşamıştır. Urfa’da vefat etmiştir. Risale-i Nur isimli bir Kur’ân tefsiri yazmıştır. Birinci Dünya Savaşı’nda Ruslara esir düşmüştür. Eskişehir, Denizli ve Afyon Hapishanelerinde yatmıştır. Hizmetinin merkezi Isparta vilayetidir. Bu cümlelerle anlatılmak istenen şahıs kimdir? Dense, hiç düşünmeden Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri denir. Halbuki elimizde sadece Bitlis’li olduğuna dair bir bilgi olup başka bilgi olmasa idi o zaman o şahıs on binlerce kişiden birisi olabilirdi. Urfa’da vefat etmiş olması çemberi biraz daha daraltmış oldu.  Tefsirinin ismiyle ve diğer Hz. Üstad’a özgü bilgilerle artık bahsedilen şahsın Bediüzzaman Hazretleri olduğu kesinlik kazanmış oldu. O vakit tek başına görünüşte çok alakalı gözükmeyen bilgiler dahi (Birinci Dünya Savaşı’nda Ruslara esir düşmesi) genel mana içinde kuvvetli bir delil olmaya başlarlar. Bir de bu zât hakkında yüzlerce ayrı bilginin tarihleriyle beraber haber verildiği düşünülse, o haberin ne kadar kesin ve net bir haber olduğu anlaşılacaktır.

Bu sırra binâen, Hazret-i Şeyh’in bu beş satırında sekiz-dokuz kuvvetli işârâtın ictimâında hiç şekk ve şübhe bırakmadı ki, Hazret-i Şeyh, şimdiki Kur’ân-ı Hakîm’in şâkirdlerine biiznillâh üstâdlık ediyor. Bihavlillâh şefkati altında himâye ediyor.[1]

Önceki cümlede ifade edilen esaslara göre Şeyh Abdulkadir Geylani Hazretleri, beş satırlık beytinde sekiz-dokuz tarzda Bediüzzaman Hazretlerinden ve Nur Talebelerinden kuvvetli delillerle haber vermektedir. Hazret-i Şeyh’in (ks) hem mana hem de tarih itibariyle gelen bu kuvvetli işaretlerinin hepsine birden bakıldığında, şeksiz ve şüphesiz şöyle bir kanaat oluşmaktadır ki; Abdulkadir Geylani Hazretleri, Kur’ân-ı Hakim’in bu asırdaki talebelerine ve hizmetkârlarına Allah’ın izniyle üstadlık etmektedir. Ve yine Allah’ın yardımı ve desteği ile Risale-i Nur Talebelerini ve onların üstadları olan Bediüzzaman Hazretlerini şefkatiyle korumakta, himmet ve duasıyla her daim onlara yardım etmektedir.


Alâkalı Sorular

Yorum Yap

Yorumlar