Sorular

13

Çağın Aynası; Bediüzzaman ve Risale-i Nur

"Envâr-ı Muhammediye'yi ve maârif-i Ahmediye'yi ve füyûzât-ı şem'-i İlâhîyi en müşa'şa' bir şekilde parlatması; ve Kur'ânî ve hadîsî olan işârât-ı riyâziyenin kendisinde müntehî olması; ve hitâbât-ı Nebeviyeyi ifade eden âyât-ı celîlenin riyâzî beyânlarının kendi üzerinde toplanması delâletleriyle o zât, hizmet-i îmâniye noktasında risâletin bir mir'ât-ı mücellâsı ve şecere-i risâletin bir son meyve-i münevveri ve lisân-ı risâletin irsiyet noktasında son dehân-ı hakîkati ve şem'-i İlâhînin hizmet-i îmâniye cihetinde bir son hâmil-i zîsaadeti olduğuna şübhe yoktur." Risale-i Nur'da 15. Şua'da geçen bu ifadeleri izah eder misiniz ?

170

Tevrat ve İncil'de Sahabe Efendilerimizin Vasıfları

Tevrat, İncil ve Zebur'un ifadeleri, Kur'ân gibi mucizevî bir üstünlüğe (i'câz) sahip olmadığından ve sürekli olarak tercümeden tercümeye aktarıldığından, içlerine pek çok yabancı kelime karışmıştır. Ayrıca, o kitapların âyetleri, müfessirlerin yorumları ve yanlış anlamlandırmaları ile karıştırılıp birbirine girmiştir. Buna ek olarak, bilgisiz veya kötü niyetli bazı kişilerin bozmaları (tahrifât) da eklenmiştir. Bu sebeplerden dolayı, o kutsal kitaplardaki değişiklikler ve bozulmalar artmıştır. Buna rağmen Hüseyin Cisri Hazretleri Sevgili Peygamberimiz (sav) ve onun ashabından haber veren 114 ayeti kitabında toplamıştır. Tahrif ve bozulamalar, tercüme üstüne tercümeler olmasa idi demek ki daha nice âyetler bulunacaktı. Bediüzzaman Hazretleri bu hakikati şöyle dile getirmektedir:Tevrat, İncil ve Zebur'un ibâreleri, Kur'ân gibi i'câzları olmadığından, hem mütemâdiyen tercüme tercüme üstüne olduğundan, pek çok yabânî kelimeler içlerine karıştı. Hem müfessirlerin sözleri ve yanlış te'vîlleri, onların âyetleriyle iltibâs edildi. Hem bazı nâdânların ve bazı ehl-i garazın tahrîfâtı da ilâve edildi. Şu sûrette o kitaplarda tahrîfât ve tağyîrât çoğaldı.1 Öncelikle Kur'ân bize sahabele efendilerimizin eski kitaplarda övgü ile bahsedildiğini şu âyet ifade etmektedir:"Muhammed Allah'ın Resûlüdür. Ve onun beraberinde bulunanlar; kâfirlere karşı çok şiddetli, kendi aralarında gayet merhametlidirler; onları çokça rükû eden kimseler ve çokça secde eden kimseler olarak görürsün; (onlar) Allah'tan bir lütuf ve bir rıdvân isterler. Secde eserinden olan alâmetleri yüzlerindedir. Bu, onların Tevrat'taki vasıflarıdır. İncil'deki vasıfları ise, bir ekin gibidir ki filizini çıkarmış, sonra onu kuvvetlendirmiş, sonra kalınlaşmış da gövdesi üzerine dikilmiştir; bu hâl ekincilerin hoşuna gider; bu benzetme, kâfirleri onlarla öfkelendirmek içindir. Allah, onlardan îmân edip sâlih ameller işleyenlere bir mağfiret ve büyük bir mükâfât va'detmiştir.”2 Bu âyette sahabelerin geçmiş kitaplardaki vasıfları şöyle maddelenebilir:1. Kâfirlere karşı şiddetlidirler.2. Kendi aralarında merhametlidirler.3. Çokça rükû ve secde ederler.4. Allah'tan lütuf ve rızasını isterler.5. Yüzlerinde secde izi vardır.6. Gitgide çoğalırlar.Ebussuud Efendi tefsirinde İncil'de şöyle yazıldığını ifade etmektedir:Öyle bir kavim gelecek ki, ekin gibi bitecekler ve iyiliği emredip kötülüğü men'edecekler.3 İmam Suyutî ise tefsirinde İbn Abbâs'ın "...İşte bu, onların Tevrat'ta anlatılan vasıflarıdır. İncil'de de şöyle vasıflandırılmışlardı..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:Yüce Allah henüz gökler ile yeri yaratmadan önce onların vasıflarını Tevrât ve İncil'de zikretmiştir.4 Katâde şöyle demektedir: Muhammed'in (sallallahu aleyhi vesellem) ashâbı İncil'de de filizini çıkarmış ekinler şeklinde vasıflanmışlardır ki o zamanlar Hz. İsa'ya şöyle denilmiştir:Zaman gelecek ekinlerin filiz vermesi gibi bir topluluk türeyecek ve içlerinden de iyiliği emredip kötülükten sakındıran bir grup çıkacaktır.5 Bediüzzaman Hazretleri ise geçmiş mukaddes kitaplarda sahabeye işaret eden ayetler hususunda şöyle demektedir:Hem Sûre-i Feth'in âhirinde ذٰلِكَ مَثَلُهُمْ فِی التَّوْرٰیةِ hükmünü tasdîkan, Tevrat'da Fârân dağlarından zuhûr eden peygamber'in Sahâbeleri hakkında şu âyet var:  Kudsîlerin bayrakları beraberindedir. Ve ânın sağındadır. Kudsîler nâmıyla tavsîf eder. Yani Onun Sahâbeleri kudsî, sâlih evliyâlardır.6 Yani Fârân bölgesi veya Paran Çölü, Mekke ve çevresidir. Burada ortaya çıkan peygamberin sahabeleri ise Kudsîler olarak aktarılmaktadır. Bu ifade onların peygamberlerine sadık, destekçi (sağında) ve hakkı yüceltenler (bayrakları beraberinde) olduğunu gösterir. "Kudsî" (Kutsal), bu kişilerin iman ve amelleriyle temizlenmiş, dürüst (salih) ve Allah katında yüksek bir mertebeye sahip Allah dostları (evliya) olduğunu gösteren bir sıfattır. Hüseyin Cisri Hazretleri ise şunları aktarmaktadır:Mesela, Hazreti Eş'iya'ın (a.s.) "Allah insanlığa Sina'da teveccüh etti. Sairde tecelli buyurdu. Paran dağlarında zuhur edip kemaliyle ortaya çıktı. Onun yanında tertemiz dostları olacaktır. Ve sağ elinde ateşten iki ağızlı balta bulunacaktır:' sözündeki üçüncü fıkra ahir zaman peygamberi Efendimiz Hazretlerine tamamen sadık ve yüce hallerine mutabıktır.7  "Onun yanında tertemiz dostları olacaktır" sözü de Peygamberimizin bütün kusurlardan arınmış bulunan ailesinin ve ashabının ona yakınlıklarını beyandan ibarettir. Onların bu yüce vasfı haiz oldukları inkâr edilemez.8 Bununla beraber Hz. Muhammed (asm) Efendimizin ümmetine işaret eden âyetler de aynı zamanda sahabelere işaret etmektedir. Buna misal olarak Bediüzzaman Hazretleri şunları aktarmaktadır:İncil'de Îsâ'dan sonra gelen ve İncil'in birkaç âyetinde Âlem Reîsi ünvânıyla müjde verdiği nebînin ta'rîfine dâir, مَعَهُ قَضٖیبٌ مِنْ حَدٖیدٍ یُقَاتِلُ بِهٖ وَاُمَّتُهُ كَذٰلِكَ İşte şu âyet gösteriyor ki, sâhibü's-seyf ve cihada me'mûr bir peygamber gelecektir. قَضٖیبٌ حَدٖیدٌ kılıç demektir. Hem ümmeti de onun gibi sâhibü's-seyf , yani cihada me'mûr olacağını Sûre-i Feth'in âhirinde, وَمَثَلُهُمْ فِی الْاِنْجٖیلِ كَزَرْعٍ اَخْرَجَ شَطْئَهُ فَاٰزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوٰی عَلٰی سُوقِهٖ یُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِیَغٖیظَ بِهِمُ الْكُفَّارَ âyeti, İncil'in şu âyeti gibi, başka âyetlerine işâret edip Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm , sâhibü's-seyf ve cihada me'mûr olduğunu İncil ile beraber i'lân ediyor.9 İncil'de, Hz. İsa'dan (as) sonra gelecek olan ve İncil'in bazı ayetlerinde "Âlem Reisi" unvanıyla müjdelenen peygamberin tanımına dair, şu ayet bulunmaktadır: Çünkü (kadîbun hadîdün) tabiri, kılıç anlamına gelir. Ayrıca, onun ümmetinin de onun gibi kılıç sahibi, yani cihadla görevli olacağı, Feth Sûresi'nin sonunda yer alan ayetle de açıklanmaktadır. Başka bir işaret ise şöyledir:Mîşâîl nâmıyla müsemmâ Mîhâîl peygamberin kitabının Dördüncü Bâb'ında şu âyet var:  Âhirzamanda bir ümmet-i merhûme kāim olup, orada Hakk'a ibâdet etmek üzere mübârek dağı ihtiyâr ederler. Ve her iklîmden orada bir çok halk toplanıp Rabb-i Vâhid'e ibâdet ederler. Ona şirk etmezler. İşte şu âyet, zâhir bir sûrette dünyanın en mübârek dağı olan Cebel-i Arafât ve orada her iklîmden gelen hacıların tekbîr ve ibâdetlerini ve ümmet-i merhûme nâmıyla şöhret-şiâr olan ümmet-i Muhammediyeyi ta'rîf ediyor.10 Yani Mihail peygamberin kitabının Dördüncü Bölümü'nde şu âyet bulunmaktadır: "Âhir zamanda, merhamet edilmiş bir ümmet (Ümmet-i Merhûme) ortaya çıkacak ve orada (o bölgede) Allah'a ibadet etmek için mübarek bir dağı seçecekler. Ve dünyanın her ikliminden oraya çok sayıda insan toplanacak, tek olan Rabb'e ibadet edecekler ve O'na şirk (ortak) koşmayacaklar." Bu âyet, en mübarek dağ olan Arafat Dağı'nı (Cebel-i Arafât), o dağda her yerden gelip toplanan hacıların tekbir ve ibadetlerini ve "Merhamet Edilmiş Ümmet" ünvanıyla şöhret kazanmış olan Muhammed Ümmetini (İslam ümmetini) anlatmaktadır.Tevrat ve İncil'de Peygamberimiz/Önceki Peygamberlerin Peygamberimiz'e Delil OlmasıPeygamber Efendimizin (sav) Peygamberlik DelilleriHüseyin Cisri Hazretleri ve Kitabındaki İşaretlerBediüzzaman Hazretleri, Zülfikar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 291Fetih, 48/29Ebussuud Efendi, İrşâdü'l-Akli's-Selîm, Darû'l İhya, Beyrut 1341, c.7, s.115Suyuti, ed-Durrü'l Mensur, Darû'l Fikr, Beyrut 1341, c.7, s. 546Suyuti, ed-Durrü'l Mensur, Darû'l Fikr, Beyrut 1341, c.7, s. 546Bediüzzaman Hazretleri, Zülfikar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 295Bu ibare, miladi 1844 senesinde Londra'da basılan Tevrat'ın Arapça Tercümesi, Tesniye Kitabı 33. babında mezkurdur. (33. bab/1-4)Hüseyin Cisri, Risâle-i Hamidiyye, terc ve şerh. Manastırlı İsmâil Hakkı, Sufî Yayınları, İstanbul 2008, s. 74Bediüzzaman Hazretleri, Zülfikar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s.295Bediüzzaman Hazretleri, Zülfikar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s.295

30

"Zarara Rızâsıyla Girene Merhamet Edilmez. Ve Lâyık Değildir" Hükmünün İzahı

Risale-i Nur'da ilgili cümle şöyle geçmektedir:Hem nev'-i insanın ekseriyetini teşkîl eden ihtiyârlardan ve hastalardan sorunuz. Elbette ekseriyet-i mutlaka ile esefler, hasretler ile, Eyvâh Gençliğimizi bâd-ı hevâ , belki zararlı zâyi' ettik. Sakın bizim gibi yapmayınız diyecekler. Çünki beş-on senelik gençliğin gayr-i meşrû' zevki için, dünyada çok seneler gam ve keder; ve berzahta azâb ve zarar; ve âhirette cehennem ve sakar belâsını çeken adam, en acınacak bir hâlde olduğu hâlde اَلرَّاضٖی بِالضَّرَرِ لَا یُنْظَرُ لَهُ sırrıyla hiç acınmaya müstehak olamaz. Çünki zarara rızâsıyla girene merhamet edilmez. Ve lâyık değildir. Cenâb-ı Hakk bizi ve sizi, bu zamanın câzibedâr fitnesinden kurtarsın ve muhâfaza eylesin. Âmin1Zarara rızâsıyla girene merhamet edilmez sözü, kişinin kendi iradesiyle yanlış olduğunu bildiği bir duruma girmesi hâlinde, sonradan yaşadığı olumsuzluklardan dolayı başkalarından acıma veya yardım beklememesi gerektiğini vurgular. Bir davranışın sonuçlarını bile bile göze alan kişi, o sonuçlarla yüzleşmeye hazır olmalıdır.Günlük hayatta bunun pek çok örneğine rastlarız. Mesela, bir öğrenci düşünelim: Sınav tarihi haftalar öncesinden bellidir, ailesi ve öğretmenleri düzenli çalışması gerektiğini söyler. Buna rağmen öğrenci çalışmak yerine zamanını oyunla, gezmeyle geçirirse sınavdan kötü not aldığında kimse ona yazık oldu diyemez. Çünkü o, uyarılara rağmen kendi tercihiyle bir zarara doğru yürümüştür. Bu durumda kişi hem sorumluluğu hem de sonucu üstlenmiş olur.Benzer şekilde, trafikte aşırı hız yapan bir sürücü de buna örnektir. Trafik kuralları ortadadır, hız sınırını aşmanın tehlikeli olduğu herkes tarafından bilinir. Buna rağmen araç sahibi kendi isteğiyle hız yapar ve sonunda ceza yerse ya da kaza geçirirse, bu durumda neden böyle oldu? diye yakınmak yersizdir. Çünkü o, bile bile tehlikeye adım atmıştır.Sosyal ilişkilerde de bu sözün karşılığı vardır. Güvenilir olmadığı bilinen bir kişiye sırlarını emanet eden biri düşünelim. Çevresindekiler onu uyarır: Bu kişiye dikkat et, daha önce başkalarının sırlarını da açığa çıkardı. Ama kişi tüm uyarılara rağmen aynı davranışı sürdürürse ve sonunda sırrı ifşa edilirse, artık başkalarının merhamet etmesini bekleyemez. Çünkü kendi tercihinin sonucuyla yüzleşmektedir.Metinde de ifade edildiği gibi, ihtiyarlar ve hastalar, geçmiş yıllarını düşündüklerinde çoğunlukla büyük bir pişmanlıkla konuşur. Gençliğimizi boşa harcadık, heveslerle tükettik; sakın bizim yaptığımız gibi yapmayın. Çünkü kişi gençliğinde aldığı yanlış kararların sonuçlarını sadece birkaç yıl değil, bazen tüm ömrü boyunca çeker. Birkaç senelik gayr-i meşru zevkler için hem dünyada sıkıntı, hem berzahta azap, hem de âhirette ağır bir sorumlulukla karşılaşır. Bu nedenle gençlikte bile isteye yapılan yanlış tercihler, sonrasında büyük bir yük hâline gelir. Aynı şekilde bir insan, Allah'ı, ahireti, hesabı, cennet ve cehennemi bildiği halde nefsinin istekleri uğruna bunları görmezden gelip, günahları bile bile tercih ediyorsa, başına gelen sıkıntıdan dolayı ona acımayı gerektirmez. Çünkü kişi, ahirette zarar görme ihtimalini bilmesine rağmen kendi eliyle o kapıyı açmıştır. En acınacak durumda bile olsa, bile isteye hataya yürüdüğü için merhamet hakkını kendi eliyle zayıflatmıştır.Allah'ın Rahmet ve Gazabından Fazla Tahassüs HatadırBediüzzaman, Kastamonu Lahikası, Hayrat Neşriyat, Isparta, 2016, s. 206

15.513

Kadınların Din ve Aklının Noksan Oluşu

“(...) Kadınlar tekrar sordular: "Aklımızın ve dinimizin noksanlığı nedir, Ya Resulullah?" Resulullah (a.s.m.) "Kadının şahitliği erkeğin şahitliğinin yarısı değil midir?" diye sordu. Kadınlar "Evet!.." cevabını verdiler. Resul-i Ekrem Efendimiz izah etti ve tekrar sordu: "İşte bu aklın eksikliğinden hayız gördüğü zaman [günlerce bekler] namaz kılmaz, Ramazan`da bir müddet oruç tutmaz değil mi?" Kadınlar, "Evet!.." dediler. [Hadis için bk. Buhârî, Hayz 6, Zekat 44, İman 21, Küsûf 9, Nikah 88; Müslim, Küsûf 17, (907), İman 132, (79); Nesâî, Küsuf 17, (3, 147); Muvatta, Küsuf 2, (1, 187)]”Bayanların din ve akıl noktasında noksan yaratılmasının hikmeti nedir? Bu hadisi feminizmin ağzına dolayanlara nasıl cevap verilebilir?

3.860

Ehadiyet Nedir?

Ehadiyet, Cenâb-ı Hakk'ın her bir varlıkta, bizzat kendi isim ve sıfatlarıyla tecelli etmesidir. Yani Ehadiyet; Allah'ın sadece kâinatın geneline hâkim olan bir kudret olarak değil, her bir zerrede, her bir canlıda, her bir eşyanın üzerinde doğrudan doğruya birliğini, kudretini ve isimlerini göstermesidir. Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, 20. Mektubun 4. Kelimesinde ehadiyeti şöyle tarif eder:Ehadiyet ise; herbir şeyde, Hâlık-ı Külli Şey'in ekser esması tecelli ediyor demektir. 1 Bu ifadeden anlaşıldığı üzere ehadiyet, her şeyin üzerinde Allah'ın varlık ve birliğinin açık delillerinin bulunmasıdır. Her bir varlık, kendi mahiyetince Allah'ın isimlerini yansıtır ve gösterir. Bir çiçekte Rahmân ve Latîf isimleri, bir insanda Hakîm ve Âlim isimleri, bir damla suda Hayy ve Kayyûm isimleri kendine mahsus şekilde görünür. Bediüzzaman Hazretleri, aynı mektubun 10. Kelimesi'nde bu tecelliyi güneş misaliyle şöyle açıklar:Nasıl ki nûrâniyet i'tibâriyle bir derece kayıdsız olan güneşin timsâli, her bir cilâlı, parlak şeyde temessül eder. Binler milyonlar aynalar nûruna mukābil gelse, bir tek ayna gibi, inkısâm etmeden, bizzât her birinde cilve-i misâliyesi bulunur. Eğer aynanın isti'dâdı olsa, güneş azametiyle onda âsârını gösterebilir. Bir şey bir şeye mâni' olamaz. Binler, bir gibi; ve binler yere bir yer gibi kolay girer. Her bir yer, binler yer kadar o güneşin cilvesine mazhar olur. İşte, وَلِلّٰهِ الْمَثَلُ الْاَعْلٰي şu kâinât Sâni'-i Zülcelâl'inin, nûr olan bütün sıfâtıyla ve nûrânî olan bütün esmâsıyla teveccüh-ü ehadiyet sırrıyla öyle bir tecellîsi var ki, hiçbir yerde olmadığı halde, heryerde hazır ve nâzırdır. Teveccühünde inkısâm olmaz. Aynı anda, her yerde, külfetsiz, müzâhamesiz her işi yapar.2 Bu benzetmeden şu hakikat anlaşılabilir: Güneş, binlerce ayna karşısına konsa bile ışığı bölünmez; her aynada tam olarak yansır. Aynı şekilde Allah da Ehad ismiyle tek bir Zât olduğu halde, bir anda sonsuz mekânlarda, sonsuz varlıklarla doğrudan meşguldür. Her bir varlığa ayrı ayrı yönelmesi, O'nun zatında çokluk meydana getirmez. Çünkü O'nun tecellisi inkısamsızdır, yani bölünmeden, parçalara ayrılmadan her yerde birden bulunur.Ehadiyet sırrıyla Allah, hiçbir yerde olmamakla beraber her yerde hazır ve nazırdır. O, bir anda sayısız işleri idare eder; hiçbir iş diğerine mani olmaz. Zira O'nun kudreti, ilmi ve iradesi sonsuzdur. Bir atomu yaratmakla bir galaksiyi yaratmak arasında fark yoktur. O'nun için aynı kolaylıktadır.Netice olarak,Ehadiyet, Allah'ın birliğiyle birlikte her bir şeyin yanında doğrudan doğruya hazır ve nazır oluşunu ifade eder. O, her varlıkta bütün isimleriyle tecelli eder; her şeyde O'nun birliğinin, varlığının ve kudretinin mühürleri okunur. Kâinattaki her zerre, Allah'ın birliğini ilan eden bir ayna hükmündedir.Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Hayrât Neşriyat, Isparta, 2011, s. 82Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Hayrât Neşriyat, Isparta, 2011, s. 96