Soru

Şiilik Alevilik Sünnilik

Şiilik, alevilik, sünnilik hakkında bilgi verirmisiniz? Bunların öncesi ve günümüzde bulundukları konum nedir? Risale-i Nur'un bunlara bakış açısı nasıldır?

Tarih: 31.10.2010 12:59:27
Okunma: 12457

Cevap

Şiilik ve Alevîlik aslında aynı manaya gelen iki kelimedir. Dört halifenin dördüncüsü olan Hazret-i Ali'ye ilk halifeler tarafından haksızlık yapıldığını aslında O'nun birinci halifesi olması gerektiğine inananlara Ali'ye mensub manasında Alevî, ya da O'nun taraftarları manasında Şia ve Şii denmiştir.

Günümüzde ise, daha çok, dindarlık yönleri nisbeten daha ileri olanlara Şii, bu noktada nisbeten geri olmakla beraber, Hazret-i Ali ve onun nesli olan Ehl-i Beyt sevgisinde ileri olan kesime Alevî denmektedir.

Sünnilik ise, ehl-i sünnet ve'l cemaat mezhebinin kısaltılımış adı olup "sünnete bağlı olanlar" anlamına gelir. Bunlar ise dört mezheb olan, Hanefî, Şafii, Maliki ve Hanbelî mezhebinin mensublarıdır.

Hazret-i Peygamber (asm) hayatı boyunca bu dört halifenin dördüne de çok büyük sevgi göstermiş, ta vefatına kadar hepsinden razı olarak yaşamıştır. Hazret-i Ali için "Ben kimin mevlası (dostu) isem, Ali de onun mevlasıdır" buyurması gibi, Hazret-i Ebubekir'i vefat hastalığında imam olarak yerine onu geçirmiş başkasının geçmesine mani olmuştur. Bneden sonra bu ikisinin yolundan gidiniz diyerek Hazret-i Ebubekir ve Ömer'i göstermiştir. Hepsi hakkında pek çok faziletlerini bildiren övgülerde bulunmuştur. Radıyallahu anhüm ecmain...

Üstelik bu dördü ile de evlilikler yoluyla sanki tek bir aile hükmüne gelmiştir. Zaten amca oğlu olan Hazret-i Ali'ye kızı Fatma'yı ve Hazret-i Osman'a iki kızı Hazret-i Ümmü Gülsüm ve Rukiyye'yi sırayla vererek kendine damat yapmıştır. Hazret-i Ebuker'in Kızı Hazret-i Aişe ve Hazret-i Ömer'in kızı Hazret-i Hafsa ile evlenerek onların da damadı olmuştur.

Ehl-i Sünnet olan sünniler der ki, Peygamber Asm.ın bu kadar sevdiği bu dört halifenin ve bütün sahabelerinin tamamını biz de cidden severiz ve bu noktada aralarında bir ayrım yapmayız.

Esas itibariyle Hazret-i Ali ve Ehl-i Beyt sevgisinde bütün Müslümanlar müşterektirler. Fakat Şiiler, Hazret-i Ali'nin faziletçe üstünlüğünü iddia ederken öyle bir noktaya kadar gelmişlerdir ki, evvelki üç halifeyi Hazret-i Ali'ye karşı haksızlık yaptıkları zannıyla düşmanlık besler hale gelmişlerdir. Hazret-i Ali'nin faziletçe üstünlüğü ve hilafete daha layık olduğu noktasında ileri sürdükleri delillerin ve o delillere getirdikleri yorumların faraza tamamı da doğru olsa vardıkları noktanın bu İslam'ın en önde gelen üç büyük şahsiyetinin ve pek çok sahabenin aleyhtarlığı olması açıkça isbat ediyor ki, bir yerlerde hata yapılmaktadır.

Bu dört zat, İslam'ın kuruluşunda o kadar büyük hizmetleriyle Resulullah asm.ın kalbinde öyle sağlam bir yer edinmişlerdir ki, O'ndan sonra gelen Müslümanlar'ın o yüce kalbin büyük bir sevgiyle bağlandığı bu kişilere soğukluk duyması asla doğru bir yol olamaz.

Hazret-i Ebu Bekir'in (ra) Hazret-i Resul-ü Ekrem ile yaptığı hicret yolculuğu ve mağaraya sığınmaları Kur'an'da şöyle mevzu edilir:

"Muhakkak o inkâr edenler, (Ebû Bekir’le berâber) iki kişiden biri olarak onu (Mekke’den) çıkardıklarında Allah ona yardım etmişti. O zaman o ikisi mağaradaydılar da hani arkadaşına: “Üzülme, şübhesiz ki Allah bizimle berâberdir!” diyordu." (Tevbe Suresi, 40. ayet)

Lütfen burada dikkat edelim! Allahu Teala Hazretleri zamanlar ve asırlar üstü olan ve bütün asırlara ders vermek için gelen ezeli kelamında Hazret-i Ebu Bekir için ne buyuruyor? (Hazret-i Peygamber'in) Arkadaşı! ve devamında ne diyor? Allah bizimle beraberdir!

Allahu Teala'nın, Resulullah'ın asm. arkadaşı olmakla yücelttiği ve onunla beraber olduğunu ezelî kelamında bildirdiği bir zat olan Ebu Bekir (ra)'a kalbinde en ufak bir soğukluk hiç doğru olur mu?!

Hazret-i Peygamber (asm)ın vefatyından sonra da o zatlar aralarında kalbî hiç bir problem olmaksızın kardeşçe yaşadılar. Hazret-i Ali (ra) sahip olduğu yüksek ilmî seviyesiyle onlara şeyhul islamlık yaptı. Onlar gayet faziletli kişiler olarak ve aralarında bir sevgi ve dayanışma ile yaşadıkları halde, onlardan sonra gelen insanların, bir kısmına muhabbet ederken bir kısmına düşmanlık duymasıyla o zatların hiç bir alakası yoktur ve onların faziletlerine de hiç bir zarar vermez. Yalnız düşmanlık edenler, Allah ve Resulünün ençok sevdiği insanlara düşmanlım etmiş olmakla manen büyük zarara düşerler.

Üstad Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur'da Dördüncü Lem'a Risalesi'nde, bu konudan ikna edici delillerle bahseder. O izahlardan bir kısmını buraya alıyoruz:

Ehl-i Sünnet Ve Cemaat der ki: "Hazret-i Ali (R.A.), dört halifenin dördüncüsüdür. Hazret-i Sıddık (R.A.) daha efdaldir ve hilafete daha müstehak idi ki, en evvel o geçti."

Şîalar derler ki: "Hak, Hazret-i Ali'nin (R.A.) idi. Ona haksızlık edildi. Umumundan en efdal Hazret-i Ali'dir. (R.A.)"

Davalarına getirdikleri delillerin hülâsası: Derler ki: Hazret-i Ali (R.A.) hakkında gelen hadisler ve Hazret-i Ali'nin (R.A.) "Şah-ı Velayet" ünvanıyla ekseriyet-i mutlaka ile evliyanın ve tarîkatlerin mercii ve ilim ve cesaret ve ibadette hârikulâde sıfatları ve Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm ona ve ondan silsile halinde gelen Âl-i Beyte karşı şiddetli alâkası gösteriyor ki; en efdal odur, daima hilafet onun hakkı idi, ondan gasbedildi.

Elcevab: Hazret-i Ali (R.A.) mükerreren kendi ikrarı (*) ve yirmi seneden ziyade o üç halifeye tabi olarak onların şeyhülislâmlığı makamında bulunması, Şîaların bu davalarını çürütüyor. Hem üç halifenin hilafet zamanlarında İslâmî fetihler düşmanla cihad hâdiseleri ve Hazret-i Ali'nin (R.A.) zamanındaki vakıalar, yine hilafet-i İslâmiye noktasında Şîaların davalarını çürütüyor. Demek Ehl-i Sünnet Ve Cemaatın davası, haktır. …

(Şia) Hazret-i Ali'yi (R.A.) fevkalâde sevmek davasında oldukları halde noksanlaştırıyorlar ve kötü ahlâkta bulunduğunu onların mezhebleri gerektiriyor. Çünki diyorlar ki: "Hazret-i Sıddık ile Hazret-i Ömer (R.A.) haksız oldukları halde Hazret-i Ali (R.A.) onları idare etmiş, Şîa tabirince takiyye etmiş; yani onlardan korkmuş, riyakârlık etmiş."

Acaba böyle kahraman-ı İslâm ve "Allah’ın aslanı" ünvanını kazanan ve sıddıkların kumandanı ve rehberi olan bir zâtı, riyakâr ve korkaklık ile ve sevmediği zâtlara yapmacık muhabbet göstermekle ve yirmi seneden ziyade korku altında onları sureten idare etmekle haksızlara tabi olmayı kabul etmiş olarak görmek, ona muhabbet değildir. O çeşit muhabbetten Hazret-i Ali (R.A.) uzak durur.

İşte ehl-i hakkın mezhebi hiçbir cihetle Hazret-i Ali'yi (R.A.) noksanlaştırmaz, kötü ahlâk ile ittiham etmez. Öyle bir cesaret harikasına korkaklık isnad etmez ve derler ki: "Hazret-i Ali (R.A.), Hulefa-i Raşidîn'i hak görmeseydi, bir dakika tanımaz ve itaat etmezdi. Demek ki onları haklı ve üstünb gördüğü için, gayret ve cesaretini hakperestlik yoluna teslim etmiş."

Elhasıl: Herşeyin ifrat ve tefriti (aşırısı ve noksanı) iyi değildir. İstikamet ise hadd-i vasattır (orta yoldur) ki, Ehl-i Sünnet Ve Cemaat onu seçmiş. ...

Ehl-i Sünnet, Alevîlerden ziyade Hazret-i Ali'nin (R.A.) taraftarıdırlar. Bütün hutbelerinde, dualarında Hazret-i Ali'yi (R.A.) lâyık olduğu övgülerle zikrediyorlar. Hususan büyük ekseriyetle Ehl-i Sünnet Ve Cemaat mezhebinde olan evliya ve asfiya, onu mürşid ve şah-ı velayet biliyorlar.

Alevîler, hem Alevîlerin hem Ehl-i Sünnetin adavetine istihkak kesbeden Haricîleri ve dinsizleri bırakıp, ehl-i hakka karşı cephe almamalıdırlar. Hattâ bir kısım Alevîler, Ehl-i Sünnetin inadına sünneti terk ediyorlar. …

"Ey ehl-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat! Ve ey Âl-i Beytin muhabbetini meslek edinen Alevîler! Çabuk bu manasız ve hakikatsız, haksız, zararlı olan çekişmeyi aranızdan kaldırınız. Yoksa şimdiki kuvvetli bir surette hükmeyleyen dinsizlik cereyanı, birinizi diğeri aleyhinde âlet edip ezmesinde istimal edecek. Bunu mağlub ettikten sonra, o âleti de kıracak. Siz ehl-i tevhid olduğunuzdan kardeşliği ve birliği emreden yüzer esaslı kudsi bağlar aranızda varken, ayrılığa sebeb olan cüz'î mes'eleleri bırakmak elzemdir."

(*) Hazret-i Ali (ra) çok defalar, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer'in kendisinden daha faziletli olduğunu beyan etmiştir. Hatta oğlu Muhammed bin Hanefiyye'nin rivayetine göre halifeliği döneminde, "Kim benim Ebu Bekir ve Ömer'den üstün olduğunu söylerse ona iftira cezası uygularım" demiştir.


Yorum Yap

Yorumlar