Bazı büyük Nur Talebeleri'nin, Üstad Bediüzzaman'ın vefatından sonra kendi yerine bıraktığı Hüsrev Efendi'yle birlikte hareket etmemelerini nasıl değerlendirmeliyiz? Yine, Lahika mektublarında, "vekil, varis, rükün" gibi ifadelerle yer alan bazı kimselerin Husrev Efendi aleyhindeki tutumlarını delil olarak gösterenlere nasıl cevap verilebilir?
Üstad Bediüzzaman'ın vefatından sonra hayatta kalan ve Husrev Efendi'ye gereği gibi destek olmayan yaşça büyük ve önde gelen ağabeyler yalnızca bir kaç kişiden ibarettir. Hafız Ali, Santral Sabri, Hasan Feyzi, Hafız Mustafa, Büyük Mustafa, Mehmed Zühdü ve Hacı Hafız Mehmed gibi Medresetüzzehra erkânlarının en önde gelen bazı talebeleri Üstadlarından önce ahirete gitmişlerdi.
Büyük Ruhlu Küçük Ali gibi önde gelen bir isim ve Yakup Cemal gibi eski bazı talebeler ile memlektin dört bir tarafından Husrev Efendi'yi önceden tanıma fırsatı bulan pek çok Nur Talebesi Husrev Efendi'yle birlikte hizmete devam etmişlerdir.
Onunla birlikte hareket etmeyen bir kaç büyük talebe de kesinlikle Husrev Efendi aleyhtarlığı yapmazlardı. Husrev Efendi de hayatta olan büyüklerden mesela Rüşdü Efendi için "O ebrardandır" diyerek hayırla yâd ederdi.
Husrev Efendi'nin aleyhtarlığını yapanlar ise, saff-ı evvel talebelerden olmayan, davaya Üstad'ın son döneminde giren bazı genç talebelerdir. Onlar Üstad Bediüzzaman'ın haber verdiği şu plana bilmeden alet olmuşlardır:
"Gizli düşmanlarımız iki plânı takib ediyorlar: Biri, beni ihanetlerle çürütmek; ikincisi, mabeynimize bir soğukluk vermektir. Başta Husrev aleyhinde bir tenkid ve itiraz ve gücenmek ile bizi birbirimizden ayırmaktır. Ben size ilân ederim ki; Hüsrev'in bin kusuru olsa ben onun aleyhinde bulunmaktan korkarım. Çünki şimdi onun aleyhinde bulunmak, doğrudan doğruya Risale-i Nur aleyhinde ve benim aleyhimde ve bizi perişan edenlerin lehinde bir azîm hıyanettir ki, benim sobamın parçalanması gibi acib, sebebsiz bir hâdise başıma geldi. Ve bana yapılan bu son işkence dahi, bu manasız ve çok zararlı tesanüdsüzlüğünüzden geldiğine kanaatım var. Dehşetli bir parmak buraya, hususan altıncıya (altıncı koğuşa) karışıyor.” (14. Şua)
Önemli olan Husrev Efendi'nin hayatı boyunca, Üstadın en büyük yardımcısı olması ve vefatından önce Üstad'ın kendi yerine onu bırakmış olmasıdır. Husrev Efendi bu tayini talebelerine şöyle anlatmıştır:
"Vefâtından kısa bir süre önce Nûr Hizmetinde öncü olan bazı talebelerini toplayan Bediüzzaman Hazretleri onların huzurunda Husrev Efendi’ye, “Husrev! Melekü’l-Mevt Azrâil Aleyhisselâm gelse ‘Seni mi alayım, Husrevi mi alayım?’ dese ben; ‘Beni al, Husrev hem benim yerime hem de kendi yerine hizmet eder’ derim” deyince Husrev Efendi, “Üstâdım! Ben zâten hastayım! Azrâil Aleyhisselâm beni alsın, ben sizi âhirette istikbâl ederim” diye mukabele etmişti. Bunun üzerine Hazret-i Bediüzzaman “Hayır Husrev! Hakk böyle ister! Melekü’l-Mevt beni alacak, sen hem benim yerime hem de kendi yerine hizmet edeceksin!” demiş ve kendi ömründen sekiz seneyi Husrev Efendi’ye verdiğini ifâde etmiş, kendisine hizmet eden sâir Nûr Talebelerini de “Bana hizmet ettiğiniz gibi Husrev’e de hizmet edeceksiniz!” diyerek kendilerinden söz almıştır.
Bazı lahika mektublarında Üstad'ın bir kısım talebelerine varis, vekil, rükün gibi sıfatlar vermesi onların o zamanki gayretli hizmetlerine binaendir. Fakat bu dünya imtihan dünyasıdır ve bu imtihan ömür boyu devam etmektedir. Eskiden yapılan hizmetler, ileride yapılan bazı yanlışların gerekçesi olamaz. İhlas Risalesi başındaki "Muhlisler de büyük bir tehlike üzeredirler" hadis-i şerifinin, ahirzamanda İhlası korumanın ne kadar müşkilleşeceğine dikkat çekmesi de meselemiz açısından gayet manidardır.
Önemli olan Husrev Efendi'nin Bediüzzaman Hazretleri tarafından kendi yerine vazifelendirilmiş olması ve onun buna son derece liyakatidir.
Bediüzzaman Hazretleri'nin;
"Husrev gibi bir Nur kahramanından, benim yerimde ve Nur'un şahs-ı manevîsinin çok ehemmiyetli bir mümessili olmasından hiç bir cihetle gücenmemek elzemdir." (14. Şua)
“Risale-i Nur’un kahramanı Husrev, benim bedelime ölmek ve benim yerimde hasta olmak samimî ve ciddî istiyor. Ben de derim: Te’lif zamanı değil, şimdi neşir zamanıdır. Senin yazın, benim yazımdan ne derece ziyade ve neşre faideli ise, hayatın dahi hizmet-i Nûriyede benim bu azablı hayatımdan o derece faidelidir. Eğer benim elimden gelseydi, hayatımdan ve sıhhatimden size memnuniyetle verirdim.” (Emirdağ Lahikası)
"Medreset-üz Zehra erkânlarının, hususan Hüsrev'in bu vatan ve millet ve âlem-i İslâm'a hizmet-i imaniyeleri ve tahribçi dinsizlerin desiselerine sed çekmeleri o kadar büyük bir hasenedir ki, farz-ı muhal binler seyyie olsa afvettirir. Öyle ise, başta Husrev olarak o erkânların hiçbir hareketini tenkid etmemek ve kemal-i ihlas ve samimiyet ile onlara tesanüd ve tam kardeş olmak lâzımdır.” (Emirdağ Lahikası)
gibi Husrev Efendi'nin büyüklüğünü ve Bediüzzaman Hazretleri'nin yerine liyakatini gösteren ve onun aleyhinde bulunmayı şiddetle yasaklayan onlarca beyanları varken bazılarının ona destek olmadıkları gibi hatta aleyhinde bulunmalarının hiç bir gerekçesi olamaz.
Mevzunun daha net anlaşılması için onun Risale-i Nurları neşrederek imana ne kadar büyük hizmetler ettiğini ve gelecekte tanındıkça bu milletin gönlünde nasıl bir yer edineceğini müjdeleyen Bediüzzaman Hazretleri'nin beyanlarına bakalım:
"Husrev, Türk milletinin manevi büyük bir kahramanı ve bu vatanın bir halaskarıdır ve Türk milleti onun ile iftihar edecek bir halis fedakarıdır ve sırr-ı ihlasa tam mazhar olduğundan benlik ve riyakarlık ve şöhretperestlik bulunmaması cihetiyle çok hizmet-i vataniye ve milliyesinden bir ikisini beyan etmek zamanı geldi......" (Şualar, 14. Şua)