Soru

“On sene mukaddem bu kasîde-i gaybiyeyi gördükçe bana ma‘nevî bir ihtâr gibi, “Dikkat et!” diye kalbime geliyordu. O hatırayı iki cihetle dinlemiyordum. Birincisi: Benim gibi ehemmiyetli ömrü şân ve şeref perdesi altında geçen bir kimsenin nefs-i emâresi, hubb-u câh ile zehirlenip öldükten sonra, yeniden bu sûretle nefs-i emmâreye diğer bir şeref kapısı açmak istememekti. İkinci Cihet: Bu muannid zamanda bedîhî da‘vâları ve zâhirî huccetleri kabûl etmeyenlere karşı, böyle işârât-ı gaybiye nev‘inden olan şeyleri hodfurûşâne bir tarzda izhâr etmek hoşuma gitmiyordu.”

Sekizinci Lema’da geçen şu cümleleri izah eder misiniz?

Tarih: 22.01.2025 20:51:24

Cevap

On sene mukaddem bu kasîde-i gaybiyeyi gördükçe bana ma‘nevî bir ihtâr gibi, “Dikkat et!” diye kalbime geliyordu. O hatırayı iki cihetle dinlemiyordum.

Bediüzzaman Hazretleri, 10 sene öncesinden (1923) Hz. Gavs’ın (ks) sırlarla dolu bu kasîdesini gördüğünü ve kalbine gelen manevi telkin ve hatırlatmalarla bu kasîdeye dikkat etmesi gerektiğini, ancak iki önemli sebepten bu hatırlatma ve uyarıları dinlemediğini ve bu sırlı manaların 10 sene kapalı kaldığını ifade etmektedir.

Birincisi: Benim gibi ehemmiyetli ömrü şân ve şeref perdesi altında geçen bir kimsenin nefs-i emâresi, hubb-u câh ile zehirlenip öldükten sonra, yeniden bu sûretle nefs-i emmâreye diğer bir şeref kapısı açmak istememekti.

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, içinde yaşadığımız asrın en büyük İslâm âlimlerinden birisi olup aynı zamanda müceddid[1] bir zattır. Daha 14 yaşlarında iken devrin seçkin âlimleri tarafından kendisine Bediüzzaman ünvanının verilmesi, zamanının tüm âlimlerine karşı ilmî üstünlüğünü kanıtlamış olması ve hem din ilimlerinde hem de fen ilimlerinde tam bir donanıma sahip olması, O’nu herkes tarafından bilinir ve tanınır yapmıştır. Nihâyette “Meşhur Molla Said” ve “Bediüzzaman” olarak anılmaya başlanmıştır.

Hz. Üstad, Eski Said dönemindeki bu şöhretli, şan ve şerefle dolu ömrünün nefsini okşayıp kendisine manen zarar verdiğini üzüntü ile ifade eder. Her daim kötülüğü emreden nefs-i emmaresine tekrar bir makam ve şeref kapısı açmak istemez. Onun için bu kasîdedeki manevi işaretleri on senedir haberdar olduğu halde açıklamak istememiştir. 

Burada Hz. Üstad’ın şahsını ve nefsini yermesini “Hasenetül Ebrar seyyiatül Mukarrabin”[2] ölçüsüyle değerlendirmek ve o şekilde anlamak gerekir.  Aksi halde Üstad gibi büyük zatlar hakkında şüphe ve vesveseler kaçınılmaz olacaktır.

İkinci Cihet: Bu muannid zamanda bedîhî da‘vâları ve zâhirî huccetleri kabûl etmeyenlere karşı, böyle işârât-ı gaybiye nev‘inden olan şeyleri hodfurûşâne bir tarzda izhâr etmek hoşuma gitmiyordu.[3]

Bediüzzaman Hazretlerinin bu risaledeki gayba dair işaretleri 10 senedir ortaya çıkarmamasının diğer bir sebebi ise; içinde yaşadığımız asrın dehşetli halidir. Öyle ki, her türlü fitnenin ve dinsizliğin yaygınlaştığı böyle dehşetli bir zamanda, imanın esasları ve Kur’ân’ın hükümleri açıkça inkâr edilmekte, hatta sistemli bir şekilde Kur’ân’a ve mukaddesata hücum edilmektedir.

“Görmediğime inanmam” diyerek modernist ve materyalist felsefenin etkisiyle Allah’ı, ahiret hayatını ve diğer iman esaslarını kolayca reddedip kabul etmeyen ve keramet, mucize ve Allah’ın izniyle gaybdan haber vermek gibi esasları rahatça inkâr eden bu asrın inatçı ve akılları gözlerine inmiş insanlarına, inanması daha zor olan gayba ait haberleri bildirmenin zamansız olduğunu vurgulamaktadır. Hz. Üstad böyle bir zamanda bu tarz mevzuların ortaya atılmasının, kendisini övüp beğendirmeye çalışmak olarak algılanıp yanlış anlamalarına sebep olacağını düşündüğünden, manevi hatırlatmalara rağmen bu risaleyi 10 senedir telif etmediğini söylemektedir.


[1] Müceddid; kelime anlamı olarak yenileyen ve yenileyici gibi anlamlara gelip her yüzyılda bir, dinî hakikatleri asrın ihtiyacına göre ders vermek üzere gönderilen büyük İslâm âlimi ve Hz. Peygamber'in (sav) vârisi olan zât demektir. Hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: “Allah her yüzyılın başında bu ümmete dinlerinde yenileme yapacak birini gönderir” (Ebû Dâvûd, “Melâḥim”, 1)

[2] Hasenetül Ebrar seyyiatül Mukarrabin: “Ebrarın (hayırlı ve iyi insanların) bazı sevabları, mukarrebler (Allah'a en yakın insanlar) için günah gibidir.” Meselâ bir Müslüman teheccüd namazına kalkmasa bu yüzden kimse onu kınayamaz ancak bir Allah dostu teheccüde kalkmasa bu onun için günâh mesâbesindedir.

[3] Bediüzzaman Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Hayrat Neşriyat, İstanbul 2015, s. 142


Yorum Yap

Yorumlar