14. Sözün Zeylini özetler misiniz?
14. Sözün Zeyli Özet
Zelzele Bahsi
Bediüzzaman Üstadımız “Zelzele Bahsi”nde, depremlerin pek çok insanın iştirâk ettiği hataların bir cezası olarak meydana geldiğini, bununla beraber mâsum insanlar hakkında büyük mânevî mükâfatlara vesile olacağını, hem deprem gibi musibetleri yalnız yer kabuğunun hareketleriyle izaha kalkışıp Allah’ın her şeye hâkim olan irâdesini görmemek ya da inkâr etmenin büyük bir hata olduğunu gâyet güzel izah etmiştir.
Soru cevap tarzında izah edilen meselenin kısa özeti, aşağıda başlıklar halinde verilmiştir:
Deprem gibi umumî musibetlerin sebebi nedir?
Deprem gibi musibetler, halkın ekseriyetinin hatasından ileri gelir. Bazı sınırlı sayıda şahsın işlediği büyük hatalara, insanların çoğu, fiilen iştirâk etmemiş olsalar dahi, destek olmak veya kalben taraftar olmak gibi katkıları sebebiyle, belirli şahısların işlediği o hatalar umumun iştirâk ettiği büyük hatalara dönüşür ve bu da büyük musibetlerin gelmesine sebeb olur.
Bir hadis-i şerifte yetmiş bin kişilik bir ümmete inen azabın, o kavmin sâlihlerine de isâbet ettiği, o sâlihlerin diğer sapkınlara nasihat etmemelerinin onların da aynı azaba düşmelerine sebeb olduğu anlatılır. Yani onlar da sessiz kalarak o kötülüklere ortak olmuşlardır. Bir Kur’ân âyeti, zulme azıcık meyil etmekten dahi insanları şiddetle men ederek şöyle buyurur “Zulmedenlere de meyletmeyin! Yoksa ateş size dokunur!” (Hud, 118)
Mâsumların musibete ortak olması nedendir?
Böyle umumî belalarda tamamen masum olanların da aynı belaya düşmelerinin sebebi ise dünyadaki imtihan sırrıdır. Kur’ân’da “Öyle bir bela, bir musibetten çekininiz ki geldiği vakit yalnız zâlimlere mahsus kalmayıp masumları da yakar.”(Enfal, 25) buyrularak buna dikkat çekilmiştir.
Dünyadaki imtihan, hakikatlerin perdeli kalmasını gerektirir. Eğer mâsumlar böyle musibetlerde daima sağlam kalsaydı ve küçük büyük her bela, sâdece zâlimlere inseydi, imtihan perdesi yırtılıp herkese zorla îman ettirilmiş olurdu.
Mâsumların mükâfatı nedir?
Bu adâlet yönüyle birlikte, Allah’ın merhameti böyle musibetlerde zarar gören mâsumların imdadına âhirette bol mükâfatlar vererek koşturur. Böyle belalarda malını kaybedenlerin malları sadaka, canları şehid, çektikleri sıkıntılar da günahlarına kefâret olup âhiretteki makam ve mükâfatlarını artırır. Hadis-i şeriflerde enkaz altında ölenlerin şehid olarak vefat edeceklerinin bildirilmesi, depremde enkaz altında kalarak ölenler için de büyük bir müjdedir.
Dünyada büyük musibetler çekenlere âhirette çok büyük sevaplar verilerek onların bu musibetlerden râzı edileceği hakkında Resûl-i Ekrem (asm) bir hadîs-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
“Cenâb-ı Hak, kıyâmet gününde terâzileri koyar. Ardından namaz kılanlar getirilir ve ücretleri tartılarak kendilerine noksansız verilir. Sonra zekât verenler getirilir ve onların da ücretleri tartılarak kendilerine eksiksiz verilir. Nihâyet bir belaya dûçar olmuş kimseler getirilir de bunlar için ne terâzi konur, ne dîvan kurulur, ne de defterler açılır. Bunlara ücret, sağanak yağmurları gibi bol bol ödenir. Bunlara verilen sevabların büyüklüğünü görenler, Keşke bizim de dünyada vücudlarımız makaslarla doğransaydı da biz de böyle büyük nimetlere kavuşsaydık derler.”(Beyzâvî, c. 2, 321)
Neden kâfirlere değil de Müslümanlara geliyor?
Bilindiği gibi büyük suçları işleyenler, hemen bulundukları küçük merkezlerde cezalandırılmazlar ve o gibi suçlara bakan mahkemelerin bulunduğu büyük merkezlere sevk olunurlar. Küçük suç ve kabahatler ise geciktirilmeden küçük merkezlerde verilir. Aynen bunun gibi, mühim bir hikmete binaen ehl-i küfrün cinâyetlerinin büyük kısmı, âhirette kurulacak olan Mahkeme-i Kübrâ’ya tehir edilerek suçlarının çoğu cezası oraya bırakılır. Ehl-i îmanın hataları ise, ehl-i küfrün şirk gibi büyük cinâyetlerinin yanında çok küçük olan kabahatleri, böyle musibetlerle kısmen bu dünyada cezası verilir. Yukarıda aldığımız “Şu ümmetim, rahmete mazhar olmuş bir ümmettir. Âhirette azaba mâruz kalmayacaktır. Onun azabı dünyadadır.” hadîs-i şerifi bu gerçeği açıkça bildirdiği gibi, “Dünya mü’minin zindanı (cezaevi), kâfirin cennetidir” (Müslim, Zühd, 2956) hadisi de aynı mânâyı bildirmektedir. Yani mü’minler cezalarını dünyada görürler, ama kâfirler âhirete bırakılırlar.
Neden koca yer kabuğu insana musallat oluyor?
Koca toprak tabakasının veya diğer tabirle yer kabuğunun bir kısım insanlara musallat edilmesinin hikmeti, insanların hata ve isyanlarındaki fevkalâde çirkinliği insanlara göstermek içindir. Bununla birlikte yer kabuğunun hareket etmesinin tek neticesi depremle meydana gelen o şerler değildir. Dünyadaki kıtaların oluşumu ve dağların yükselmesi gibi neticeler bu hareketliliğin asıl büyük neticeleridir ve dünyadaki mevcut düzenin kuruluşu bu hareketlerle olduğu gibi, o düzenin devamının sağlanması da bu hareketlerle olmaktadır. Yer kabuğundaki tabakalar dünya çapında ehemmiyeti bulunan vazifelerini îfa ederken bazen de aynı zamanda depremdeki korku ve acılara sebeb olmakta ve bu şekilde insanları îkaz etmek, hatalarını ihtar etmek, günahlarına kefâret olmak gibi hizmetlere de vâsıta olmaktadır.
Deprem tesâdüfen olabilir mi?
Şu dünyanın ve içindeki her şeyin mükemmel yaratılışı, her sene üzerindeki canlıların yenilenmesi, hatta en basit görünen bir sinek kanadının dahi mucizeli yaratılışı, o sanatların ezelî sanatkârı olan Allah’ın varlığını gösterdiği gibi, her şeyin O’nun kudret ve irâdesi tarafından kuşatılmış olduğunu da gösteriyor. Kur’ân’da, bir tek yaprağın ağaçtan düşmesinin dahi Allah’ın bilgisi dâhilinde olduğu (En’am, 59) bildirilmektedir. Bir yaprak bir sinek dahi O’nun bilgisi, irâdesi dışına çıkamıyorsa, koca yer kabuğunun, yeryüzünün halifesi olan insanlar aleyhine, O’nun irâde ve izni olmaksızın hareket etmesi mümkün değildir.
Allahu Teâlâ, hikmetinin bir gereği olarak, dünyada görünen fennî kanunları ve sebebleri kendi icraatlarını gizleyen birer perde yapmıştır. Zelzeleyi dilediği vakit, bazen de mağma tabakasındaki bir madeni veya bir fay hattını harekete geçirir ve deprem meydana gelir.
Depremler yer kabuğundaki böyle inkılab ve hareketlerle olsa dahi, yine Allah’ın emri ve hikmetiyle olur; başka olamaz. Mesela: Bir adam bir tüfek ile birisini vursa. Vuran adama hiç bakılmasa, yalnız fişekteki barutun ateş almasına bakılsa ve fail o zannedilse, ne kadar ahmaklık ve divânelik olur. Aynen bunun gibi, Allah’ın emriyle O’nun uzayda gezen bir gemisi olan Yeryüzüne âdeta önceden yerleştirdiği bir bombayı, gaflete düşen veya yoldan çıkan insanları uyandırmak için patlatmak, yine Allah’ın emriyle olabilir. Tüfeği görüp, tetiği çeken eli inkâr etmek nasıl bir akılsızlıksa, fay hattını ve yer kabuğunun hareketlerini görüp onları harekete geçiren kudret elini görmemek ya da inkâr etmek öyle büyük bir akılsızlıktır.
Mü’minlerin vazifesi, âyet ve hadislerde bildirildiği gibi böyle musibetlerden ibret alarak günahlarından tevbe etmek, zâlimlere kalben dahi taraftar olmamaktır. Bununla birlikte bunun bir imtihan olduğunu bilerek Allah’tan geleni rıza ve sabırla karşılamak, Allah’ın sonsuz rahmetinin depremde zahmet çeken mü’minlerle birlikte olduğunu düşünüp teselli bulmaktır.