Cenabı Hakk'ın efal, esma, sıfat ve şuunatının birbirleriyle münasebetlerini izah edermisiniz?
Bir hınzır, kendisi hınzır olmayı seçmedi. Ama Cenabı Hak, hem bu dünyada hem ahirette onu istiskal ediyor. Hayvanların iradeleri ve aklı olmadığına göre onların bu derecelendirilmeleri neye göre? Mesela risalede de karınca, hırslı olduğundan ayaklar altında; ama arı, kanaatkar olduğundan başlar üstünde gibi ifadeler var. Bunları nasıl anlamalıyız?
İnsanların yaptığı fiiller için yarattı kelimesi kullanılması doğru mudur? Örneğin; haber spikeri acemi şoför için "trafikte tehlike yarattı" diyor. Bu kullanım caiz midir? Yarattı yerine hangi kelimeleri kullanmak doğru olur?
Evet eğer abd hâlık-ı ef'ali bulunsaydı ve icada iktidarı olsaydı, o vakit ihtiyarı ref' olurdu. Çünki ilm-i usûl ve hikmette مَا لَمْ يَجِبْ لَمْ يُوجَدْ kaidesince mukarrerdir ki: "Bir şey vâcib olmazsa, vücuda gelmez." Yani, illet-i tâmme bulunacak; sonra vücuda gelebilir. İllet-i tâmme ise; ma'lulü, bizzarure ve bilvücub iktiza ediyor. O vakit ihtiyar kalmaz. Bu pasajı detaylıca açıklar mısın...
Eğer olacaklar içinde olmuş olan en hayırlısı ise tecavüz gibi olayları yaşayan insanlar için bu durumu nasıl izah edeceğiz? Böylesine çirkin bir işte hayır ve hikmet nasıl olur?
"Üçüncü Nokta: Kerâmet, mu‘cize gibi Cenâb-ı Hakk’ın fiilidir, hediyesidir, ihsânıdır, ikrâmıdır. Beşerin fiili değildir. O kerâmete mazhar olan zât ise, bazen biliyor, bazen bilmiyor. Fakat vukūundan sonra bilir. Kerâmete mazhariyetini kablelvukū‘ bilen ve ikrâm-ı İlâhîye ihtiyârıyla tevfîk-i hareket eden kısım, eğer enâniyetten bütün bütün tecerrüd etmiş ise ve Hazret-i Gavs (ks) gibi kudsiyet kesb etmiş ise, Cenâb-ı Hakk’ın izniyle o kerâmetin her tarafını bilerek kendisi sâhib çıkar, bilir ve bildirir. Fakat bununla beraber, madem o kerâmet ikrâmdır; bütün tafsîlâtıya kerâmet sâhibine de meşhûd olması lâzım değildir. Bu sırra binâen, Hazret-i Şeyh i‘lâm-ı Rabbânî ile ve izn-i İlâhî ile bu asrı görmüş ve hizmet-i Kur’âniyenin etrafında bizleri müşâhede etmiş. Bizlere nazar-ı şefkatle bakmış." Soru
Sekizinci Lema’da geçen şu cümleleri izah eder misiniz?
Şafii mezhebindeki bazı kardeşlerimiz namazın sünnetlerini terk edebiliyorlar. Şafii mezhebine uyanların sünnetleri kılmamaları ne kadar doğrudur?
“Elbette o Zât-ı Vâcibü’l-Vücûd’un vücûb-u vücûduna ve kudsiyetine lâyık bir tarzda ve istiğnâ-yı zâtîsine ve gınâ-yı mutlakına muvâfık bir sûrette ve kemâl-i mutlakına ve tenezzüh-ü zâtîsinemünâsib bir şekilde hadsiz bir şefkat-i mukaddesesi ve nihâyetsiz bir muhabbet-i münezzehesi vardır. Elbette o şefkat-i mukaddeseden ve o muhabbet-i münezzeheden gelen hadsiz bir şevk-i mukaddes vardır. Ve o ...
Bir tefsirde Fatiha suresinde geçen "Melik O’nun zâtına, mâlik ise fiiline ait sıfatlardır." böyle bir ibare geçiyor. Tam anlayamadım açıklayabilir misiniz? Melik sıfatı da Malik sıfatıda fiilinde değil midir? Birinin zatında diğerinin fiilinde olmasını sağlayan fark nedir?
Sınırlı mahlukatta sınırsız bir ilim nasıl gözükür? Mesela bir arıyı veya bir elmayı ele alırsak, bu varlıklarda Allah'ın sonsuz ilim ve iradesi nasıl gözüküyor? Yani sonsuz kudret ve ilim Allah'ın zatının gereği olan bahisten hariç sadece mahlukatta gözüken bu fiil ve sanatlarda nasıl sonsuz ilim, irade ve kudret gözlükür? Bu konuyu izah edebilir misiniz?