Sekizinci Lema’da geçen ilgili kısmı, devamıyla birlikte izah eder misiniz?
İkinci Fıkra: اَغ۪يثُكَ فِي الْأَشْيَآءِ دَهْرًابِهِمَّت۪ي fıkrasında اَغ۪يثُكَ kelimesi hesaba dâhil değildir. O kelimedeki kâf-ı hitâbdan murad Said olduğundan, elbette ‘Yâ Saîd’ kelimesi mukadderdir. Öyle ise, اَغ۪يثُكَ يَاسَع۪يدُ فِي الْأَشْيَآءِ دَهْرًابِهِمَّت۪ي olur. Aynen evvelki fıkra gibi bin iki yüz doksan beş (m. 1878) eder. Eğer okunmayan hemze-i vasıl sayılmazsa, bin iki yüz doksan dört (m. 1877) eder.
İkinci Fıkra: اَغ۪يثُكَ فِي الْأَشْيَآءِ دَهْرًابِهِمَّت۪ي “Himmetimle her şeyde her zaman sana yardım edeyim.”[1] Fıkrasındaki اَغ۪يثُكَ “Sana yardım edeyim!” kelimesi ebced hesabına dahil değildir. Çünkü bu kelimenin sonundaki ‘ك- kef’ harfi 2. Tekil şahıs hitap ve seslenme harfidir. Burada seslenilen muhatabın “Said” olduğu önceki sayfanın şerhinde izah edilmişti. Elbette burada yazılı olarak bulunmasa da anlam bakımından “Yâ Saîd” kelimesinin bulunduğu da kesindir.
Öyle ise bu beyit şöyle olmaktadır: اَغ۪يثُكَ يَاسَع۪يدُ فِي الْأَشْيَآءِ دَهْرًابِهِمَّت۪ي “Ey Said! Himmetimle her şeyde her zaman sana yardım edeyim.” Bu durumda bu fıkranın ebced değeri, Hicrî 1295 (m. 1878) eder. Eğer فِي الْأَشْيَآءِ kelimesindeki okunmayan geçiş hemzesi sayılmayıp ebced hesabına dahil edilmezse, o vakit tıpkı önceki fıkra gibi Hicrî 1294 (m. 1877) tarihine tevafuk edip denk gelmektedir.
Çünki ( ش ) ile ( ت ) yedi yüz, ( ر ) iki yüz, ( ف ), iki ( ي ) ile beraber yüz, oldu bin; müşedded ( م ) seksen, ( ب ),( د ), dört الف, bir ( ي ) ile beraber yirmi, seksen ile yüz edip, evvelki yekün ile bin yüz; ( ل ) otuz, iki ( ه ) ile beraber kırk eder. ‘Yâ Saîd’ yüz elli beş ile beraber bin iki yüz doksan beş (m. 1878) eder. Eğer sâkıt olan hemze-i vasıl sayılmazsa, bin iki yüz doksan dört (m. 1877) eder.
Çünkü bu fıkranın ebced değeri 1140 etmekte, rakamsal değeri 155 olan “Yâ Saîd” kelimesi ile beraber Hicrî 1295 (m. 1878) eder. Eğer okunmayan geçiş hemzesinin 1 olan ebced değeri sayılmazsa o zaman yine Hicrî 1294 (m. 1877) olmaktadır.
Aynen evvelki fıkra ile tam tevâfuk edip, her birisi fitne-i âhirzamanın hem başlangıcı tarihine ki, bin iki yüz doksan dörttür (m. 1877),
Bu durumda aynen تَوَسَّلْ kelimesiyle başlayan fıkranın ebced değeriyle tam örtüşüp harika bir tevafuk ve uyum gözükmektedir. Demek bu iki fıkranın her birisi fitne-i ahir zamanın başlangıç tarihine (Hicrî 1294 /m. 1877) tam tevafuk etmekte ve ondan haber vermektedir.
hem tenvîn ile beraber o fitnenin en karanlıklı zamanı olan bin üç yüz kırk dört (m. 1926) tarihine;
Fıkradaki tenvin sayıldığında Hicrî 1344 (m. 1926) tarihini göstermektedir ki bu tarih, ahir zaman fitnelerinin en dehşetli ve şiddetli zamanını göstermektedir.[2]
ve fitnelerin içinde mahfûziyetle beraber pek çok çalkanan bîçâre Said’in hem târîh-i velâdetine, hem işkenceli târîh-i esâretine tevâfuk ediyor. Her halde bu acîb tevâfuk, ittifâkî ve tesâdüfî bir tevâfuk değildir.[3] لَايَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلَّااللّٰهُ
Miladî 1877 ve 1926 tarihleri aynı zamanda Hz. Üstad’ın hayatına da bakmaktadır. Miladî 1926 senesi; Hz. Üstad’ın o günkü zalim ve baskıcı yönetim tarafından işkence ve sıkıntılarla dolu 28 senelik fitnelerle ve şerlerle dolu sürgün ve hapis hayatının başlangıç tarihine tevafuk etmektedir.[4] Allah’ın izniyle ve yardımıyla Hz. Üstad, ahir zamanın o fitnelerinden hususi olarak her daim korunmuştur.
Miladî 1877 tarihi ise Bediüzzaman Hazretlerinin dünyaya geldiği tarihe tam tevafuk edip denk gelmektedir. Herhalde bu kadar şaşırtıcı ve hayret verici düzeyde olan bu tevafuklar ve ilginç denk gelmeler, kesinlikle zorlamayla denk getirilmeye çalışılan ya da tesadüfen meydana gelen olaylar olamaz. Bu kadar açık ve net işaretler ve tevafuklar, tesadüf ve rastgele ihtimallerini tamamen iptal etmekte ve arka planda İlâhî bir kasıt ve iradenin varlığını apaçık göstermektedir. “Gaybı ancak Allah bilir.”[5]
[1] Abdulkadir Geylani (ks), Mecmuatü'l-Ahzab, Şazeli cildi, s.560
[2] Zira bu tarihlerde (m 1926); hilâfet kaldırılmış, Türk Medeni Kanunu adı altında tüm İslâmi kanunlar kaldırılıp yerlerine batının kanunları kabul edilmiş, sarık ve çarşaf başta olmak üzere İslâmî kılık-kıyafet yasaklanıp yerlerine bid’at denilen ve İslâmda yeri olmayan batı âdetleri mecbur kılınmış, Allah demenin suç sayılıp tüm Allah Allah diyen tekke, zaviye ve medreseler kapatılmış, İslâmî mahkemeler kapatılmış, eğitim öğretimde pek çok batı kanunu benimsenmiş (eğitim-öğretimde kız-erkek birleştirilmesi gibi), İstiklâl mahkemelerinde pek çok Müslüman şehit edilmiş ve daha sayamadığımız türlü cefa ve sıkıntılarla mü’minlere zulümler yapılmıştır.
[3] Bediüzzaman, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 164
[4] Bediüzzaman Hazrelerinin o günkü hükümetin eliyle pek çok şehirde yaklaşık 28 sene çileli ve meşakkatli bir hayatı, 1926 Mayıs ayında Burdur sürgünü ile başlamış ve Ağustos 1953’de Isparta’ya gelinceye kadar devam etmiştir.
[5] Neml Sûresi, 27/65