Sual: 18. Lema’da Hz. Ali Efendimiz harf inkilabından nasıl haber vermektedir? İlgili kısmı ve devamını cümle cümle izah eder misiniz?
Sonra yine İsm-i A‘zam içinde bulunan o altı esmâ-yı hüsnâdan bahsedip, birdenbire aynen Gavs-ı Geylânî’nin (ks) ihbâr-ı gaybîsi gibi Hülâgū asrından bu asrımıza bakıyor ve ikinci bir kerâmet-i gaybiyeyi izhâr ediyor.
Hazret-i Ali Efendimiz Ercûze’sinde içinde ism-i azam bulunan “Ferd, Hayy, Kayyum, Hakem, Adl ve Kuddüs” isimlerinin faziletlerinden bahsedip birden tıpkı Abdulkadir Geylani Hazretlerinin gayba dair verdiği haber tarzında Hülâgû asrından bu asrımıza bakarak gayba dair ikinci bir kerametini göstermektedir.
Ve diyor ki: اَحْرُفُ عُجْمٍ سُطِّرَتْ تَسْط۪يرًا ٭ بِتَّ بِهَا الْاَم۪يرُ وَالْفَق۪يرًا (Hâşiye) Yani, “On dördüncü asr-ı Muhammedîde bin üç yüz kırk dokuz (m. 1930) ve Rûmîce bin üç yüz kırk yedide (m. 1930) Arabî hurûfunu terk edip, ecnebî ve acemî hurûfuna İslâm içinde başlanacak. Hem umum fakir zengin, emîr ve işçi, çoluk-çocuk gece dersleriyle o hurûfu cebren öğrenecekler.”
Hazret-i Ali Efendimiz şöyle diyor: “Arapça olmayan, yabancı, şekilsiz birtakım harflerdir ki; satır satır yazdırıldı. Emîr ve fakir onunla gecelettirildi. (Zorla çalıştırıldı)”[1] Yani Hz. Muhammed’din (sav) yaşadığı asırdan on dört asır sonra Hicrî 1349’da (m. 1930) ve Rûmî tarih olarak 1347’de (m. 1930) İslâm memleketinde Arapların kullandığı Kur’ân harfleri terk edilip yabancı milletlere ait olan harfler (Latin alfabesi) kullanılmaya başlanacak. Hem zengin-fakir, idareci-işçi ve çoluk-çocuk ayrımı yapılmaksızın gece dersleriyle o harfleri zorla öğrenecekler.
İslâm tarihinde Hülâgû fitnesinden sonraki ikinci büyük fitne devri, yaşadığımız bu son asırdır. Bu asır; Birinci Dünya Savaşı’ndaki yenilginin ardından Osmanlı Hilafet Devleti’nin yıkılıp İslâm birliğinin dağıldığı ve İslâm ülkelerinin sömürgeler haline getirildiği son asırdır. Hazret-i Ali (ra), bu en büyük fitne devrinden, o zamanda yaşanan manevi tahribat ve yıkımların en büyüğü olan Kur’ân harflerinin terk edilerek yerine Latin harflerinin kullanılacağını haber vermekle bahseder. Hz. Ali Efendimizin haber verdiği yeni harflerin “Latin Harfleri” olduğunu Üstad Bediüzzaman Hazretleri 28. Lema'nın baş kısmında şöyle ifade eder:
Bir âlem-i ma‘nâda Hazret-i İmâm-ı Alî radıyallâhü anhın ilminden sordum: “اَحْرُفُ عُجْمٍ سُطِّرَتْ تَسْط۪يرًا demişsin. Muradın nedir?” Dedi: “عُجْمٍ yani hecevârî (hece gibi), terkîbsiz (tamlamasız) ve vakıflarda (duraklarda) olduğu gibi, rakamvârî (rakama benzeyen) şekilsiz harflerdir ki, ‘Latinî hurûfu’dur (Latin harfleridir), lâdînî (dinsizlik) zamanında taammüm eder. (umumileşip yaygınlaşır)”
Gerçekten de yapılan harf inkilâbı[2] ile Kur’ân’ın harfleri ve Kur’ân harfleriyle yazılan milyonlar dinî eserler yasaklanmış, bu aziz milletin Kur’ân’la olan bağı koparılmaya çalışılmıştır. Latin harflerinin zorla öğretilmesi adına her türlü baskılar yapılmış, 70-80 yaşındaki yaşlı insanlar bile gece dersleriyle zorla yeni harfleri öğrenmeye zorlanmışlardır.
Hazret-i Ali Efendimiz bu dehşetli ve üzüntü verici hadiseyi tarihiyle ve uygulama tarzıyla bildirmek suretiyle büyük bir kerametini daha göstermektedir.
Çünki bir nüshada بَاتَ dir بَاتَ ise gece çalışmasıdır بِتَّ ise, kat‘ı ve cebrî ifade ediyor اَحْرُفُ عُجْمٍ fıkrasındaki عُجْمٍ ise, o zamanın ıstılâhınca ‘Arab’ın gayrı, Latince ve Frengî hurûf' demektir.
Ercûze’nin farklı bir nüshasında “بَاتَ / Geceledi” ibaresi geçmekte olup gece çalışmasını bildirmektedir. “بِتّ /Gecelettirildi, zorla çalıştırıldı” kelimesi ise zorlama ve baskıyı ifade etmektedir. “عُجْم / Arapça olmayan, yabancı, şekilsiz harfler” ibaresi ise, o zamanki toplumun tabir ve deyimiyle ‘Arapça olmayan, Avrupalıların kullandığı Latin harfleridir.’
Hâşiye: Hazret-i Alî radıyallâhü anhın şu kerâmeti pek zâhirdir. Çünki hurûf-u ecnebiyenin İslâm içinde cebren kabûl ettirildiği zamanı سُطِّرَتْ تَسْط۪يرًا cümlesiyle tam tamına aynı tarihi gösteriyor.
Hazret-i Ali Efendimizin şu kerameti çok açık ve şüphesiz olup meydandadır. Çünkü yabancılara ait olan Latin harflerinin İslâm memleketinde zorla kabul ettirildiği zamanı “Satır satır yazdırıldı” cümlesiyle tam tarihiyle birlikte haber vermektedir.
Cifirle ve hesâb-ı ebcedle fıkranın ma‘nâsını takviye ediyor. Şöyle ki: İki (س) yüz yirmi, iki (ط) on sekiz, iki (ت) sekiz yüz, iki (ر) dört yüz, bir (ي) on, bir (الف) bir, bin üç yüz kırk dokuzdur. Şimdi Arabî bin üç yüz elli üçtür (m. 1934).
Hz. Ali Efendimizin haber verdiği bu hakikat, cümlenin ebced ve cifir hesabıyla da desteklenip doğrulanmaktadır. Şöyle ki: Bu cümlenin ebced değeri Hicrî olarak 1349 (m. 1930) etmektedir. Şimdi bu risalenin telif edildiği tarih ise Hicrî 1353’tür (m. 1934). Resmi olarak Yeni Türk harflerinin (Latin harflerinin) kabulü her ne kadar 1 Kasım 1928 tarihinde olmuş olsa da Hazret-i Ali Efendimizin haber verdiği tarzda gece dersleriyle ayrım yapılmaksızın bütün topluma bu harflerin zorla öğretilmeye başlanması, 1930 senesinde olmuştur. Burada Hz. Ali Efendimizin anayasal değişikliğin yapıldığı tarihten çok uygulama aşamasında nasıl bir usul ve metotları olacağını tarihiyle birlikte haber vermesi, tabiri caizse nokta atışı yapması, O’nun açık ve büyük bir kerametidir.
Bu hurûfun cebren kabûlü ve Ramazan gecelerinde çoluk-çocuk ve kadınlara okutturulması dört sene evveldir.
Evet, bu yeni harflerin zorla kabulü ve Ramazan gecelerinde çoluk-çocuk, kadın-erkek herkese zorla okutturulması, bu risalenin telifinden dört sene öncedir (m. 1930).[3]
Sonra diyor: فَمَنْ اَرَادَ اللّٰهُ اَنْ يُع۪ينَهُ ٭ اَتْحَفَهُ بِهٰذِهِ السَّك۪ينَةِ Yani “Kim inâyet-i İlâhiyeye mazhar ise, Hazret-i Cebrâîl’in ta‘bîriyle bu Sekîne-i kudsiye olan İsm-i A‘zam'ı Cenâb-ı Hakk ona hediye eder. Onunla o zamanın şer ve fitnelerinden kurtarır.
Hazret-i Ali Efendimiz sonra şöyle diyor: “Allah kime yardım etmek isterse, bu sekineyi ona hediye eder.”[4] Yani kim Allah’ın yardımına nail olacaksa, Hazret-i Cebrail’in sekine olarak tabir ettiği bu ism-i azamı (Ferd, Hayy, Kayyum, Hakem, Adl, Kuddüs isimlerini) Cenâb-ı Hakk o kişiye hediye eder. Ve o sekine duasıyla yani ism-i azamla o kişiyi yaşadığı zamanın tüm şer ve fitnelerinden korur ve kurtarır.
Gerçekten de Hazret-i Üstad’ın hayatına bakıldığında, yirmi sene zarfında çok büyük fitnelere, sıkıntılara ve su-i kastlara maruz kalmış fakat hepsinden de Allah’ın yardımıyla harika bir tarzda kurtulmuştur.
Hazret-i Ali Efendimizin bu cümlesiyle Bediüzzaman Hazretlerinden haber verdiği, ilerleyen sayfalarda ebced hesabıyla detaylı bir şekilde izah edilecektir.
”Bu sözden dört sahîfe evvel, yine demiş: فَكُلُّ مَنْ لَا حَتْ لَهُ السَّعَادَةُ ٭ كَانَ لَهُ فِي الْج۪يدِ كَاالْقِلَادَةِ Yani “Kim saadete mazhar ise, said ise, şakî değilse, o İsm-i A‘zam onun boynunda mübârek bir gerdanlık hükmünde bir nüsha olur.”
Yukarıdaki sözünden dört sayfa önce Hz. Ali (ra) şöyle diyor: “Kim saadete mazhar ise, o ism-i azam onun boynunda gerdanlık gibi olur.”[5] Evet, kim saadet ve mutluluğa nail olmuşsa yani “Said” olup bedbaht, bahtsız ve nasipsiz değilse, o ism-i azam onun boynunda mübarek bir gerdanlık hükmünde bir muska olur.
Hazret-i Ali Efendimiz bu cümlesinde “Said” isminde bir kişinin ism-i azamı hayatı boyunca terk etmeden okuyacağını mecaz olarak ifade etmektedir. Hakikaten Bediüzzaman Hazretleri, hayatı boyunca bütün virtlerini değiştirdiği halde bu sekine tabir edilen altı isme Hazret-i Ali Efendimizin ders verdiği tarzda terk etmeden sürekli olarak devam etmiştir.
Hazret-i Ali Efendimizin bu cümlesiyle Bediüzzaman Hazretlerinden haber verdiği, ilerleyen sayfalarda ebced hesabıyla detaylı bir şekilde izah edilecektir.
Sonra diyor: ثُمَّ اعْلَمُوا مَعَاشِرَ الْاِخْوَانِ ٭ اَنَّ غُوَاةَ اٰخِرِ الزَّمَانِ ٭ هُمْ عُلَمَٓاءُ ذَوَّقُٓوا اَفْوَاهَهُمْ ثُمَّ انْثَنُوا وَاتَّبَعُٓوا اَهْوَٓائَهُمْ Yani “O bid‘alar ve acemî ve ecnebî hurûfunun intişârı zamanı olan o âhir zamanın fenâ adamları bir kısım ulemâü’s-sû’dur ki, hırs sebebiyle batınlarını haramla doldurmak için bid‘alara yardım edenler ve fetvâ verenlerdir.”
Hazret-i Ali Efendimiz sonra şöyle diyor: “O bid‘alar ve acemî ve ecnebî hurûfunun intişârı zamanı olan o âhir zamanın[6] fenâ adamları bir kısım ulemâü’s-sû’dur[7] ki, hırs sebebiyle batınlarını haramla doldurmak için bid‘alara yardım edenler ve fetvâ verenlerdir.”[8]
İma Ali (ra) bu asrın bariz bir diğeri özelliğinin ulamâ-i sû’ olarak tabir edilen kötü âlimler ve onların dine verdiği büyük zararlar olduğunu haber vererek tekrar harika bir kerameti açıkça görünmektedir.
Ulemâü’s-sû’; ilim sahibi olmakla birlikte bu ilmini Allah için ve O'nun yolunda değil de dünyalık menfaatler, makam ve mevki için öğrenen ve yine dünyalık için kullanan ve insanları sırat-ı müstakimden saptıran kimselerdir. Bundan dolayı haramlara ve bid’atlere fetva veren ve taraftar olan âlimlerin hepsi buna dahildir. Bu tarz insanlar her zaman olmuştur ve olacaktır. Tarihte meşhur Belam ibni Baura gibi Hindistanda bir zaman hüküm süren Ekber Şahın âlim bozuntuları gibi şahıslar bunlara birer örnektir. Üstadımız zamanında ve şimdi de bid’alara ve haramlara taraftar olan ve fetva verenlerin hepsini buna dahil edebiliriz.
Sonra bir kısım ulemâü’s-sû’u tokatlamakla beraber birisiyle konuşuyor. Der: فَسْئَلْ لِمَوْلَاكَ الْعَظ۪يمِ الشَّأْنِ ٭ يَا مُدْرِكًا لِذٰلِكَ الزَّمَانِ ٭ بِاَنْ يَق۪يكَ شَرَّ تِلْكَ الْفِتْنَةِ ٭ وَشَرَّ كُلِّ كُرْبَةٍ وَمِحْنَةٍ Yani “O zamana yetişen ve âlimlerden olan insan! Cenâb-ı Hakk’tan o fitnenin şerrinden muhâfaza için sana ders verdiğim İsm-i A‘zamla duâ et.
Bu cümlede Hazret-i Ali’nin (ra) Üstad Bediüzzaman’a hitap ettiği ve onunla konuştuğu anlaşılmaktadır. Çünkü Latin harflerinin zorla tatbik edilmeye başlandığı o zamanın âlimi, şüphesiz asrın müceddidi olan Hazret-i Üstad olduğu gibi, İmam Ali’nin (ra) asırlar öncesinden yaptığı bu seslenişi duyup cevap veren de yine Üstad Hazretleri olmuştur. Üstelik Bediüzzaman Hazretleri, İmam Ali’nin (ra) Ercûze Kasidesi’nde haber verdiği gibi Allah’ın altı ism-i azamını yani Sekine’yi kendine vird edinip devamlı okuyordu.
Hazret-i Ali Efendimizin bu cümlesinde hitap edip konuştuğu âlimin Bediüzzaman Hazretleri olduğu, bir sonraki sayfadaki Birinci Emâre’de ebced hesabıyla izah edilecektir.
فَاِنَّمَا نَحْنُ عَلَي التَّحْق۪يقِ ٭ غَوْثٌ لِكُلِّ كُرْبَةٍ وَض۪يقٍ Yani “Biz Âl-i Beyt’ten birer Gavs çıkıp, her kürbet ve şiddet zamanında imdâd ediyoruz.”[9]
Hz. Ali Efendimiz bu ifadesinde, Kur’ân’a, imana ve inananlara şiddetli saldırıların olduğu ve Müslümanların manen sıkıntıya düştüğü zamanlarda Peygamber Efendimizin (sav) mübarek neslinden bir kurtarıcının (imam, müceddid, kutup, evliya vb.) gelerek mü’minlere yardım ettiklerini söylemektedir.
Evet, Hz. Peygamberin (sav) temiz ve pâk ailesinden gelip O’nun (sav) sünnetinin kaynağı, koruyucusu ve hakkıyla devam ettiricisi olan mübarek zâtlar, bu mühim vazifeyi bu zamana kadar layıkıyla yerine getirmişlerdir. İmam Ali’nin (ra) bu haberinin ahir zamanda gerçekleşmesine bizzat vesile olan şahısların başında, hiç şüphesiz Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri gelmektedir. Hz. Ali Efendimizin Ercûze’sindeki işaretleri ve haberleri, bu gerçeği ortaya koymaktadır.
Esedullâhi’I-Gālib Hazret-i Alî İbn-i Ebî Tâlib radıyallâhü anh ve kerramallâhü vechenin, ihbârât-ı gaybiyeye âit şu kasîdesinin bir kısmındaRisâle-i Nûr şâkirdlerine bilhassa baktığına müteaddid emâreler var. O da Gavs-ı Geylânî gibi Risâle-i Nûr’un makbûliyetini imza ediyor ve alkışlıyor.[10]
Ebû Talib’in oğlu olup Allah’ın her daim üstün gelen aslanı olan Hazret-i Ali’nin (kerremallâhu veche),[11] gayba dair sırlı ve mühim haberleri bildirdiği Ercûze Kasidesi’nin bir kısmında, Risale-i Nur Talebelerine özellikle baktığına ve onlardan haber verdiğine dair pek çok işaretler bulunmaktadır. Bundan sonraki kısımda o işaretler izah edilecektir. Hz. Ali Efendimiz bu kasidesinde, tıpkı Abdulkadir Geylani Hazretleri[12] gibi Risale-i Nur’un Allah katındaki makbuliyetini, değerini ve kıymetini bildirmekte, bu davanın hak ve doğru bir dava olduğuna dair manevi imzasını atıp, bu uğurda ciddiyetle hizmet eden Nur Talebelerini manen alkışlamaktadır.
Önceki kısmın şerh ve izahı için lütfen bakınız;
https://risale.online/soru-cevap/18-lema-4
[1] Ercûze Kasîdesi, Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî, Mecmuatu’l-Ahzab, (Şazeli cildi),s. 595.
[2] Türkiye'de 1 Kasım 1928 tarihinde 1353 sayılı "Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun"un kabul edilmesi ve yeni alfabenin yerleştirilmesi sürecine genel olarak verilen isimdir. Kanun, 3 Kasım 1928 günü Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu yasanın kabulüyle o güne kadar kullanılan Arap harfleri esaslı Osmanlı alfabesinin resmiyeti son buldu ve Latin harflerini esas alan Türk alfabesi yürürlüğe kondu.
[3] Bu risale 1934 senesinde Isparta’da telif edilmiştir.
[4] Ercûze Kasîdesi, Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî, Mecmuatu’l-Ahzab, (Şazeli cildi),s. 595.
[5] Ercûze Kasîdesi, Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî, Mecmuatu’l-Ahzab, (Şazeli cildi),s. 590.
[6] Fitne-i ahir zaman: Ahir zaman fitnesi, dünyanın son devresinde görülen fitneler, bozulmalar. Deccal fitnesi.
[7] Ulemâü’s-sû’: Kötü âlimler; insanları doğru yoldan saptıran, ilmini dünya kazancına, mala ve mevkîye kavuşmaya vâsıta eden din adamları. Ulemâü’s-sû’ile alakalı detaylı malumat için lütfen bakınız:
[8] Ercûze Kasîdesi, Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî, Mecmuatu’l-Ahzab, (Şazeli cildi),s. 596.
[9] Ercûze Kasîdesi, Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî, Mecmuatu’l-Ahzab, (Şazeli cildi),s. 596.
[10] Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s.133-134
[11] Kerremallâhu veche: Arapça’da “yüceltmek, üstün tutmak” anlamına gelen tekrîm masdarından türemiş kerreme fiili, Allah lafzı ve “yüz, sima” mânasındaki vech kelimelerinden oluşan bir cümledir. Yani ‘Allah O’nun yüzünü şerefli kılsın’ anlamında Hz. Ali Efendimiz için kullanılan övgü niteliğinde bir dua cümlesidir. Hz. Ali’nin (ra) yüzünü hiç putlara dönmeden ve onlara tapmadan Müslüman olması ayrıca ilk Müslüman olanlardan olması ve Hz. Peygamberin (sav) çok yakını olduğu için kendisine Kerremallâhu veche denildiği rivayet edilmektedir. (TDV)
[12] Bkz. Sekizinci Lem’a şerhi.