İşarat'ul-icaz adlı eserde "insan kainatın nazarı dikkatini celbetti" diyor bu kısmı açıklayabilir misiniz? Burdaki dikkatini çekmek nasıl oluyor?
Buradaki ifade edebi bir tarzda olup mecazi bir ifadedir. Geçmiş dönemdeki birçok yazar bir hakikati anlatmak için analoji denilen hikâye, temsil, benzetme gibi edebi tarzlardan istifade etmişlerdir. Üstadımız da burada insan oğulunun yokluktan varlık alemine geliş safhasını çok güzel bir temsil ile mecazi olarak anlatmaktadır.
Burada dikkatini çekme ifadesi de edebi bir sanat olan teşhis (kişileştirme) ile kâinat insanın bir vasfı olan “dikkat çekmek” özelliği ile konuşturulmuştur. Yani sanki kâinat dile gelmeli ve şu soruyu sormalıdır “'Şu garib ve acip mahluklar kimlerdir? Nereden geliyorlar? Nereye gidiyorlar?”. Yazarlar bir hakikati ortaya çıkarmak için cansız nesneleri bu şekilde konuştururlar. Üstadımızda burada teşhis sanatını uygulayarak kâinatı konuşturmuş ve ona bu önemli soruyu sordurmuştur. Aslında burada kâinat zaten fıtri yaratılış cihetiyle bu soruları her daim kendisinde muhafaza ediyor. Kâinata bakan insan kendisine yöneltilme ihtimali olana bu manevi soruları kâinattan duyabilir. Kalbi bozulmamış her insa bu önemli soruları kâinatın neresine bakarsa baksın görebilir duyabilir ve anlayabilir. Çünkü yaratılan her şey ona bu soruları sordurmaktadır. Bahsi geçen yerde bilimin insanın bu nazarı dikkat çekilen gaye ve amaçları açıklamak için kâinat tarafından insanlara gönderildiği ifade edilmektedir.
Mesela aşk acısyla çöllere düşen mecnunu gören ve ahvaline acıyan çöller, kuşlar, vahşi hayvanlar “bu kimdir, nerden geldi, nereye gidiyor, niçin bu kadar perişan ve neden sürekli ağlar vaziyette” diye sorsalar yeridir ve haktır. Aslında bizim buradaki kastımız mecnunun halinin ortaya çıkması ve cevabı ilan etmek için çöle, hayvanlara soru sordurup hakikati ortaya çıkarmak istiyoruz. Çünkü mecnunun derdinin, çöl ve diğer varlıklarla önemli bir bağlantısı vardır. Okuyucunun bu bağlantıyı kurabilmesi için çöl ve diğer hayvanalrın dili ile mecnun arasındaki mükalemeler soru ve cevaplar dile getirlir taki okuyucu bunu duysun.
"Evet, benî-âdem, büyük bir kervan ve azîm bir kafile gibi mâzinin derelerinden gelip, vücut ve hayat sahrasında misafir olup, istikbalin yüksek dağlarına ve müzeyyen bağlarına müteveccihen kafile kafile müteselsilen yürümekte iken, kâinatın nazar-ı dikkatini celbetti: 'Şu garib ve acip mahluklar kimlerdir? Nereden geliyorlar? Nereye gidiyorlar?' diye ahvallerini anlamak üzere hilkat hükûmeti, fenn-i hikmeti karşılarına çıkardı. Ve aralarında şöyle bir muhavere başladı:
"Hikmet: Nereden geliyorsunuz? Nereye gidiyorsunuz? Bu dünyada işiniz nedir? Reisiniz kimdir?"
"Bu suale, benî-âdem namına, emsali olan büyük peygamberler gibi, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm, nev'-i beşere vekâleten karşısına çıkarak, şöyle cevabta bulundu:
"Ey hikmet! Bu gördüğün insanlar, Sultan-ı Ezelî'nin kudretiyle yokluk karanlıklarından ziyadar varlık âlemine çıkarılan mahluklardır. (İşarat’ul İcaz)