Bazı hadislerde namazlarla ilgili büyük müjdeler var. Sabah namazının koruması, ikindi namazının cennet bileti olması gibi. Ama bu hadisleri anlamakta zorlanıyorum. Bu durumlar ne zaman geçerli olur? Yani her sabah namazını kılan o gün tamamen korunur mu? 5 vakit namaz kılan kimse o zaman direk cennete mi gider? Hadislerde çok büyük mükafatlar var her bir namaz için. Bu mükafatlar kimlere verilir? Bu tür hadisleri nasıl anlamamız gerekiyor?
Kur’ân-ı Kerîm’in haber verdiği cennetlik insanların en büyük özelliği iman edip sâlih amel işlemektir. Mukaddes kitabımız Kur’ân’da imandan sonra çokça zikredilen sâlih amel, Allah'ın emirlerine uyarak ibadet etmektir. İslam’ın şartlarından namaz, oruç gibi Kur’ân’da emredilen ibadetlerin birçok hikmetleri vardır. Örneğin beş vakit namaz, insanın hayatını düzene sokar; planlı, programlı hale getirir. “Namaz, mü’minler üzerine vakitleri belirlenmiş bir farzdır”[1] âyeti bu konuya işaret etmektedir.
Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur:
“İki serin vakitteki namazları kim kılarsa cennete girer.”[2]
“Kim iki serinlik (yani sabah namazı ile ikindi) namazını kılarsa cennete girer.”[3]
Ma‘kıl bin Yesar (ra)’ın rivâyetine göre Resûlullah (a.s.m.) şöyle buyurmuştur:
“Her kim sabaha eriştiğinde üç def‘a [Kovulmuş şeytandan, her şeyi işiten ve her şeyi bilen Allah’a sığınırım] deyip, Haşir Sûresinin son üç âyetini okursa, Allah-ü Teâlâ onun için yetmiş bin meleği vekîl olarak ta‘yîn eder. Onlar da akşam oluncaya kadar ona rahmet okurlar. Şâyet o gün vefât edecek olsa, şehîd olarak vefât eder. Akşam vakti okuyacak olsa, sabaha kadar yine böyledir.”[4]
Cündeb bin Abdullah (r.a.)’tan rivayet edildiğine göre, Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
“Kim sabah namazını cemaatle kılarsa o kimse Allah’ın güvencesi altındadır. Allah, korumasının terk olunmasına karşılık sizden hiç bir şey istemez. Allah, güvencesini terk eden kimseye yetişip onu cehennem ateşine yüz üstü atar.”[5]
“Amellerin fazîlet ve sevabına dâir ehâdîs-i şerîfenin bir kısmı, terğîb ve terhîbe münâsib bir te’sîr vermek için belâgatli bir üslûbda geldiğinden, dikkatsiz insanlar onları mübâlağalı zannetmişler. Hâlbuki bütün onlar, ayn-ı hak ve mahz-ı hakîkat olduklarından, mücâzefe ve mübâlağa içlerinde yoktur.”[6]
Dinimizde ibadetlerin gerekçesi Allah’ın emretmiş olmasıdır. Yapmış olduğumuz ibadetlerin sonucu ise Allah’ın rızasıdır. Dünyevî maksatlar ise dua ve ibadetlerin asıl gayesi olamaz. Eğer böyle olursa o amel, ihlaslı olmaz. Hem cennet, amellerimizin karşılığı değildir. Cennet tamamen Allah’ın bize bir lütfu, ihsanıdır. Biz ancak Allah’ın vermiş olduğu sayısız nimetlere karşılık ibadetle, namazla teşekkür ederiz.
Dinimizde bedenle yapılan amellerin fihristesi namazdır. İnsanı çirkin işlerden ve kötülüklerden alıkoyan namazdır. Dinimizin direği, mü’minin miracı olan namazı kılmak, Rabbimizin emrine icâbet etmek demektir.
“Namazda ruhun ve kalbin ve aklın büyük bir rahatı vardır. Hem cisme de o kadar ağır bir iş değildir. Hem namaz kılanın diğer mübâh dünyevî amelleri güzel bir niyet ile ibâdet hükmünü alır. Bu sûrette bütün sermâye-i ömrünü âhirete mal edebilir. Fânî ömrünü bir cihette ibkā eder.”[7]
Namaz, insanı yoktan var eden ve onu câmid bir taş, ruhsuz bir bitki veya şuursuz bir hayvan değil de mahlûkatın en şereflisi ve yeryüzünün halifesi olarak yaratan Allah’a şükretmektir, ona teşekkür etmektir. Namaz, en büyük teşekkürdür.
Namaz, dünyada manevî kuvvet, kabirde gıda ve ziya, mahşerde kurtuluş senedi, sırat köprüsünde buraktır. Namaz, kabrin arkasında devam etmekte olan o uzun yolculukta insanı Cennet’e ve Cemalullah’a kavuşturan bir bilettir.
Namazın dünyevî ve uhrevî faydaları saymakla bitmez. Her namaz kılan kimse bu mükâfatları elde etmeye adaydır. Allah’a ibadet eden, namaz kılan kimsenin her hâl-ü kârda bu mükâfattan bir hissesi vardır. Burada belirleyici olan kişinin ihlası, samimiyeti, ciddiyeti, namazdaki huşuudur. Allah’ın rahmeti geniştir. Dolayısıyla herkes ibadetteki durumu itibariyle bir hisse alır.
[1] Nisâ, 103.
[2] Sahih-i Buhârî Muhtasarı, Polen yayınları, 2008, s. 235.
[3] Sahih-i Müslim Muhtasarı, Polen yayınları, 2008, s. 260.
[4] İbn-i Kesîr, c. 3, s. 480.
[5] Sahih-i Müslim Muhtasarı, Polen yayınları, 2008, s. 269.
[6] Sözler, s. 136.
[7] Sözler, s. 7.