"Ey arkadaş, şu هُدًى لِلْمُتَّقِينَ cümlesindeki nur-u belâgat ve hüsn-ü kelâm, dört noktadan tezahür etmiştir. 1. Bu cümlede “mübteda” mahzuftur. Bu hazf, cümleyi teşkil eden “mübteda” ile “haber” arasındaki ittihad öyle bir dereceye varmış ki, sanki “mübteda” hazf olmayıp haberin içerisine girmiş. Haricen ikisi müttehid oldukları gibi, zihnen de müttehid olduklarına işarettir. 2. 1 هَادِى yerinde 2 هُدًى yani, ism-i fâil mevkiinde masdarın kullanılması, tecessüm eden nur-u hidayetten cevher-i Kur’ân’ın husule geldiğine işarettir. 3. هُدًى ’deki tenvin-i tenkirden anlaşılıyor ki, hidayet-i Kur’ân öyle ince bir dereceye varmıştır ki, hakikatı idrak edilemez ve öyle geniş bir sahayı işgal etmiştir ki, ihatası ilmen kabil değildir. Çünkü, “ma’rife”nin zıddı olan “nekre,” ya şiddet-i hafâdan olur veya kesret-i zuhurdan neş’et eder. Buna binaendir ki, “Tenkir bazan tahkiri, bazan tâzimi ifade eder” denilmiştir. 4. Müteaddit kelimelere bedel ism-i fâil sigasıyla ihtiyar edilen 3 مُتَّقِينَ kelimesiyle yapılan îcaz, hidayetin semeresine ve tesirine işaret olduğu gibi, hidayetin vücuduna da bir delil-i innîdir."
Burayı açıklar mısınız?
1.) Bu cümlede “mübteda” mahzuftur. Bu hazf, cümleyi teşkil eden “mübteda” ile “haber” arasındaki ittihad öyle bir dereceye varmış ki, sanki “mübteda” hazf olmayıp haberin içerisine girmiş. Haricen ikisi müttehid oldukları gibi, zihnen de müttehid olduklarına işarettir.
Arapça gramer kaidelerinde isim cümlesi diye müstakil bir konu vardır. Bununla İsim cümlesinin iki ögesi bulunur, biri mübteda diğeri haber. Mübteda, sözün kendisiyle başlayıp hükmün üzerine kurulduğu öznedir. Haber ise mübtedaya dayandırılan ve ondan bahseden unsurdur, yüklemdir. Bi nevi mübteda özne, haber yüklemdir. Burada هدا kelimesi mübteda,“lil müttekiyn” kelimesi haberdir. Mübtedanın mahzuf olması bir nevi Mübtedanın cümleden düşürülmesi anlamına gelir. Fakat burada mübtedayla haber öyle bir birleşmiş ki, sanki haber mübtedayla hem lafzen hem de mana olarak bir kullanılmıştır. "
1.Noktaya ek, diğer bir mana da, "hüden Lil müttekin", bir isim cümlesinin haberi olarak kullanılmıştır, burada hazfedilen düşürülen haber "Kuran" dır. Yani Kuran müttakiler için hidayet rehberidir, şeklinde olması gerekirdi.İcazın güzelliğine bakın ki "huden" Kuran anlamını da içinde taşıdığı için fail olan Kuran lafzı düşürülmüştür.
هَادِى (2 yerinde هُدًى yani, ism-i fâil mevkiinde masdarın kullanılması, tecessüm eden nur-u hidayetten cevher-i Kur’ân’ın husule geldiğine işarettir.
Kur’ân hidayete sebep olduğu için yapan, sebep olan anlamında “İsm-i Fâil” yani bir işe sebep olan ve o işi yapan anlamında “Hâdî” denilmesi gerekirdi. Burada hüden kullanılması bütün hidayetlerin Kurandan kaynaklandığını ifade etmek için kullanılmıştır. Böylece hidayet demek Kuran demektir. Masdar olarak "hüden" kullanılmasının bir amacı budur.
3 -)هُدًى ’deki tenvin-i tenkirden anlaşılıyor ki, hidayet-i Kur’ân öyle ince bir dereceye varmıştır ki, hakikatı idrak edilemez ve öyle geniş bir sahayı işgal etmiştir ki, ihatası ilmen kabil değildir. Çünkü, “ma’rife”nin zıddı olan “nekre,” ya şiddet-i hafâdan olur veya kesret-i zuhurdan neş’et eder. Buna binaendir ki, “Tenkir bazan tahkiri, bazan tâzimi ifade eder” denilmiştir.
Arapçada kelimeler “Marife” ve “Nekre” olmak üzere ikiye ayrılır. Marife bilinen, nekre bilinmeyen anlamındadır. İsim olan kelimenin başında “Elif ve Lam” yoksa, kelimenin sonu tenvinli olur. Tenvin nekre olan kelimelerde bulunur. "Hüden” kelimesi nekre olduğu için bunun anlamı, bilinemez, hakikati tam idrak edilemez demektir. Kur’ân’ın hidayeti o derece ince ve esrarlıdır ki hakikati aklen tam olarak anlaşılmaz; ancak iman nuru ile kalben anlaşılabilir” demektir. Nekrenın bilinmezliği iki şeyden kaynaklanır, ya çok gizli olmasından, ya da çok açık olmasındandır. Hidayet hem çok gizlidir hem çok açıktır. Bunun için anlaşılması idrak edilmesi zordur.
Tenkir yani bilinmezlik ifadesi olan nekre kelimelere iki anlam yükler:
Birincisi, hakaret anlamındadır.
İkincisi, hürmet tazim anlamındadır.
Burada hüden kelimesinin nekre gelmesi, hidayetin azamet ve hürmetini yüceltmek için kullanılmıştır.
4-) Müteaddit kelimelere bedel ism-i fâil sigasıyla ihtiyar edilen مُتَّقىنَkelimesiyle yapılan îcaz, hidayetin semeresine ve tesirine işaret olduğu gibi, hidayetin vücuduna da bir delil-i innîdir.
Müttakîn” kelimesi Arapça İsm-i Faildir. Anlamı “takva sahibi olan kimse” demektir. Müttakîn” kelimesinin burada kullanılması hidayetin meyvesinin ve insana tesirinin ancak “Takva’yı netice vermesidir.” Takvayı, yani “Allah korkusunu netice vermeyen hidayet, hidayet değildir” demektir. İlim ve hidayetin neticesi Allah korkusu olmalıdır. Yani Allah’tan korkarak Allah’ın yasakladığı şeylerden kaçınmalıdır.
Bürhan-ı İnnî” ve “Bürhan-ı Limmî” iki delidir. Biri eserden müessire, diğeri müessirden esere gider. Bürhan-ı İnnî eserden müessire olan delalettir. Takva hidayetin semeresi olduğu için hidayete bir delil-i innidir (kesin bir delildir)