Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'den haber veren semavî kitaplardan birisi olan İncil'de "baba" kelimesi geçiyor. Neden peygamberimizin risaletinin delillerinde "baba" ifadesi geçen kısımlardan örnekler veriliyor? Bir yerde okumuştum: İslam âlimlerinin dediğine göre İncil'de Peygamber Efendimizin risaletinden haber veren yerde geçen "baba" kelimesi müteşabih olarak yazıyormuş. Sorum şu: Müteşabih nasıl olabilir? Allah Kur'ân'da baba - oğul vs böyle sözlerin bâtıl olduğunu söylerken nasıl olur da İncil'de bu "baba" kelimesi müteşabih olarak geçer?
"Muhkem âyetler, ma‘nâsı açık olanlar; müteşâbihler ise, îzâhı ve te’vîli gerekenlerdir."[1]
“Evet, Kur’ân-ı Kerîm, umûmî bir muallim ve bir mürşiddir (doğru yolu gösterir). Nev‘-i beşerin ekserîsi avamdır (halk tabakasıdır). Mürşidin nazarında ekall (azınlıkta olanlar) eksere (çoğunlukta olanlara) tâbi‘dir. Yani umûmî irşâdını ekallin hatırı için tahsîs edemez (husûsîleştiremez). Maahâzâ (bununla berâber), avâma yapılan konuşmalardan havas (üst tabaka) hisselerini alırlar. Aksi hâlde, avam yüksek konuşmaları anlamaktan mahrum kalır. Ve kezâ (bunun gibi) avâm-ı nâs (insanların avam tabakası), ülfet ettikleri (alıştıkları) üslûblardan ve ifâdelerin çeşitlerinden ve dâimâ hayâllerinde bulunan elfâz (sözler), meânî (ma‘nâlar) ve ibârelerden fikirlerini ayıramadıklarından, çıplak hakīkatleri ve akliyâtı fehmedemezler (anlayamazlar). Ancak o yüksek hakāikın (hakīkatlerin), onların ülfet ettikleri ifâdeler ile anlatılması lâzımdır. Fakat Kur’ân’ın böyle ifâdelerinin hakīkat olduğunu i‘tikād etmemelidirler (düşünmemelidirler) ki, cismiyet ve cihetiyet (Allah’a cisim ve yön isnâdı) gibi muhâl (imkânsız) şeylere zâhib olmasınlar (kapılmasınlar). Bunun için, müteşâbihât denilen Kur’ân-ı Kerîm’in üslûpları hem hakīkatlere geçmek için, hem en derin incelikleri göstermek için, avâm-ı nâsın gözlerine birer dürbün, birer gözlüktürler.”[2]
"Sana Kitâb'ı (Kur'ân'ı) indiren O'dur; onun bir kısmı muhkem âyetlerdir ki onlar kitâbın anası (esâsı)dır, diğerleri ise müteşâbih (âyetler)dir. Ama kalplerinde bir eğrilik bulunanlar, fitne çıkarmak ve onun te'vîlini aramak için hemen ondan müteşâbih olanının peşine düşerler. Hâlbuki onun te'vîlini ancak Allah bilir. İlimde râsih (derinleşmiş) olanlar da. (Onlar:) “(Biz) ona inandık, hepsi Rabbimiz tarafındandır!” derler (ve o gizli hakikati izhâr ederler). Ve (ondan, selîm) akıl sâhiplerinden başkası ibret almaz."[3]
Kelâm ve tefsir ilimlerinin önemli birer terimi haline gelen müteşâbih ve muhkemin geçtiği Âl-i İmrân sûresinin 7. âyetinde (yukarıda) belirtildiğine göre Kur’ân âyetlerinin bir grubu kitabın esasını teşkil eden muhkemler, diğerleri de müteşâbihlerdir. Kalplerinde doğruluktan sapma eğilimi bulunanlar fitne çıkarmak ve te’vile sapmak arzusuyla kitabın müteşâbihlerine uyarlar. Hâlbuki müteşâbihlerin te’vilini sadece Allah bilir. Burada Kur’ân’ın esasını muhkem âyetlerin teşkil ettiğine ve müteşâbihlerin bunların ışığı altında anlaşılması gerektiğine işaret edilmiş, ayrıca müteşâbih âyetlerin te’vil edilmeye elverişli bulunmasına mukabil muhkemlerin buna elverişli olmadığına dikkat çekilmiştir. Müfessirlerin âyetin nüzûl sebebi hakkında naklettiği rivayetlerin birinde belirtildiğine göre Necranlı bir grup hıristiyan Resûl-i Ekrem’e gelmiş, onunla Hz. Îsâ hakkında tartışarak şöyle demiştir: “Sen Îsâ’nın Allah’ın ruhu ve kelimesi olduğunu söylemiyor musun?” Peygamber de “evet” deyince onlar bunu Hz. Îsâ’nın Allah’tan doğmuş bir ruh olduğu biçiminde te’vil etmiş ve İncil'de mecazen “baba” diye nitelenen Allah’ı gerçek anlamda Îsâ’nın babası olarak yorumladıkları gibi Nisâ sûresindeki âyeti de (4/171) te’vil yoluyla Hz. Îsâ’nın ulûhiyyetine delil saymıştır.[4]
"Tahrîf edilerek aslî şeklini kaybeden hristiyanlık, “teslis” yâni “üç ilâh” inancına dayanmaktadır. Hristiyanlar Allah’tan başka, hâşâ, Îsâ (as) ve Hazreti Meryem'in de ilâh olduğunu iddiâ ederek şirke düşmüşlerdir."[5]
Konuya ilişkin Nisâ suresi, 171. âyetin meâli şöyledir:
"Ey ehl-i kitap! Dîninizde haddi aşmayın ve Allah'a karşı, haktan başkasını söylemeyin! Meryemoğlu Îsâ Mesîh ancak Allah'ın peygamberi, Meryem'e ulaştırdığı kelimesi ve O'nun tarafından (yaratılmış) bir ruhtur. Öyleyse Allah'a ve peygamberlerine îmân edin! “(Allah) üçtür” demeyin! Kendi hayrınıza olarak (bundan) vazgeçin! Allah, ancak tek bir İlâh'tır. O, çocuğu olmaktan münezzehtir! Göklerde ne var, yerde ne varsa O'nundur. Vekîl olarak da Allah yeter!"[6]
Bediüzzaman Hazretleri ise meseleyi şu açıdan değerlendirmektedir:
"…madem (Tevrat - İncil gibi) o kitaplar semâvîdirler. Ve madem o kitap sâhipleri enbiyâdırlar. Elbette ve her halde onların dinlerini nesheden (ortadan kaldıran) ve kâinâtın şeklini değiştiren ve yerin yarısını getirdiği bir nûr ile ışıklandıran bir zâttan bahsetmeleri, zarûrî ve kat‘îdir. Evet, küçük hâdiseleri haber veren o kitaplar, nev'-i beşerin en büyük hâdisesi olan hâdise-i Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm’ı haber vermemek kābil midir?"[7]
"Tevrat, İncil, Zebur gibi kütüb-ü mukaddeseden (mukaddes kitaplardan), pek çok tahrîfâta (bozulmalara) ma‘rûz oldukları halde, şu zamanda dahi, Hüseyin-i Cisrî gibi bir muhakkik (Araştırmacı âlim), nübüvvet-i Ahmediyeye (Aleyhissalâtü Vesselâm) (Peygamberimizin peygamberliğine) dâir yüz on dört işârî beşâretleri (müjdeleri) çıkarıp Risâle-i Hamîdiye’de göstermiştir."[8]
Daha geniş bilgi için bakınız;
https://risale.online/soru-cevap/huseyin-cisri-hazretleri-ve-kitabindaki-isaretler
[1] Nesefi, c. 1, s. 222.
[2] Bediüzzaman Said Nursi, İşârâtü’l-İ‘câz, Hayrat Neşriyat, Isparta 2019, s. 167.
[3] Âl-i İmran, 3/7.
[4] https://islamansiklopedisi.org.tr/mutesabih
[5] Beyzâvî, c. 1, s. 250.
[6] Nisâ, 4/171.
[7] Bediüzzaman Said Nursi, Zülfikar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2021, s. 290.
[8] Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Hayrat Neşriyat, Isparta 2020, s. 257.