Risale-i Nur'da, Hüseyin-i Cisrî hazretlerinin Risale-i Hamidiye adındaki kitabında semavi kitaplarda Peygamber Efendimiz (asm)'ın geleceğini müjdeleyen yüz on dört işaret Türkçe ve İngilizce'ye tercüme edilip basılmış mıdır? Bu kitapta verilen işaretler hali hazırdaki İnciller'de halen mevcut mu? Mevcut ise nelerdir?
Bahse konu olan kitap, daha Osmanlı dönemi sona ermeden, büyük İstanbul alimlerinden olan Manastırlı İsmail Hakkı tarafından Türkçeye çevrilmiştir. Günümüzde de baskısı devam etmektedir.
Sufi Yayınları tarafından yapılan 2008 baskısında, Hüseyin Cisri ve kitabı tercüme eden Manastırlı İsmail Hakkı Hazretleri hakkında şu güzel bilgiler yer alır:
Hüseyin Cisrî (1845-1909)
Trablusşam’da doğdu. On sekiz yaşına kadar Trablus’ta dinî ilimler okudu. Daha sonra felsefe ve teknik bilimlerle ilgilendi. Ezher’e gitti. Aklî ve tabiî ilimlere ilgi duydu, siyasî ve ilmî neşriyatı yakından takip etti, dinî ilimlerle meşgul olanların mutlaka tabiî ve aklî ilimleri de öğrenmelerinin gerektiğini ısrarla savundu.
Hüseyin Cisrî, kalkınmanın temelinde eğitimin olduğuna inanıyordu, bunun için sanat ve meslek okulları açılmasının gerektiğini savunuyor, kadınların ve çocukların eğitimine özel önem veriyordu. Dinî ilimlerle müspet ilimlerin bir arada verilmesi gerektiğini düşünen Cisrî, bunu gerçekleştirecek ortamı bulunca bir medrese açtı. Arap dili ve edebiyatı, temel İslam ilimleri, coğrafya, mantık, matematik, Osmanlı kanunları, Türkçe ve Fransızca gibi derslerin yer aldığı bu medresede dinî ve modern ilimler bir arada okutuldu.
Hüseyin Cisrî, Kur’an’ın ilmî gelişmeler ışığında yeniden yorumlanması gerektiğini ifade etti. Sünnetin önemini de vurgulayan Cisrî hadislere güvensizlik telkin eden bütün görüşleri reddetti. Hayatını ilim ve tasavvuf yoluna adayan babası Muhammed Cisrî gibi Hüseyin Cisrî de hayatını ilim ve tasavvuf yoluna adadı.
Babası gibi o da Ehli Sünnet ve’l-Cemaat yolunda, füru'da Hanefî mezhebinde, tasavvufta Halvetî tarikatından idi. Hüseyin Cisrî tasavvufî bir terbiye ile yetişti ve hayatı tasavvuf merkezli yaşadı. Bir Halvetî şeyhi olarak, Ehli Sünnet'in genel yaklaşımına uygun bir şekilde daima mutedil oldu, ilmî ve fikrî açıdan aşırı uçlarda olmaktan kaçındı. Hüseyin Cisrî de babası ve dedesi gibi Osmanlı Devletine ve halifesine bağlı oldu.
II. Abdülhamid’e ithafen Risale-i Hamîdiyye diye isimlendirilen eserin kısa sürede çok başarılı olması üzerine II. Abdülhamid tarafından İstanbul’a davet edilip Malta Köşkünde misafir edildi ve Dördüncü Osmanlı nişanıyla ödüllendirildi. Hüseyin Cisrî bunun dışında da II. Abdülhamid’in övgüsüne, ilgisine ve çeşitli ödüllerine nail oldu. II. Abdülhamid’in daveti üzerine çeşitli zamanlarda üç defa İstanbul’a gelip Sultan'ın misafiri oldu.
II. Abdülhamid, Risale-i Hamîdiyye’nin Türkçeye tercüme edilip neşredilmesi emrini verdi. Ayrıca, Hüseyin Cisrî’den mekteplerde okutulmak üzere bir akaid kitabı telif etmesini istedi. Cisrî İstanbul’daki ikametinin dört beş ayında bu kitabın telifiyle uğraştı ve bu kitabı Husûnu’l-Hamîdiyye fi Akaidi’l-İslamiyye diye isimlendirdi.
Çağını doğru okuyabilen ender insanlardan olan Hüseyin Cisrî hayatını ilme ve talebe yetiştirmeye adadı. Diğer bazı eserleri: Zînetü’l-masûne, İlmü terbiyeti’l-etfâl ve saadeti’n-nisa ve’r-rical, Nüzhetü’l-fikr fî menâkıbi tercemeti’ş-Şeyh Muhammed el-Cisr, el-İşârâtü’l-latîfe, Şehâdet-i Tevâtürî, Zahîretü’l-meâd fî fezâili’l-cihâd.
Manastırlı İsmail Hakkı (1846-1912)
Aslen Konyalı bir aileye mensup olan İsmail Hakkı, Manastır’da doğdu. İlk öğrenimini Manastır’da gördükten sonra İstanbul’da tahsiline devam etti. Mustafa Şevket Efendi’den Arapça okudu. Huzur dersleri hocalarından Tikveşli Yûsuf Ziyâeddin Efendi’den İslâmî ilimleri tahsil edip icâzet aldı. Ayasofya Camii kürsü şeyhliği dahil çeşitli pâyeler elde etti. Fâtih Camii kürsü müderrisliği yaptı. Dolmabahçe Vâlide Sultan, Süleymaniye, Sultan Ahmed ve Ayasofya camilerinde vaaz verdi. Ayasofya Camii’ndeki vaazlarında büyük bir dinleyici kitlesine ulaştı.
Diğer taraftan, Eyüp Askerî Rüşdiyesi’nde Arapça, Mekteb-i Hukuk’ta fıkıh, Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyun ile Askerî Tıbbiye’de akaid muallimliği, Mekteb-i Mülkiyye’de tefsir, hadis ve kelâm müderrisliği görevlerinde bulundu. 1899’da İstanbul Dârülfünûnu’nda usûl-ı fıkıh ve tefsir müderrisliği yaptı. Yirmi dört yıl süren müderrislik vazifesindeki başarısından dolayı dördüncü rütbeden Osmanlı nişanı ile taltif edildi.
16 Aralık 1908’de Meclis-i A’yân üyeliğine seçildi ve bu görevi yürütürken Sultan Reşad’la birlikte Rumeli seyahatine çıktı. 5 Aralık 1912’de Anadoluhisarı’ndaki evinde vefat etti, cenazesi Fâtih Camii hazîresine defnedildi.
Arapça, Farsça ve Bulgarca bilen İsmail Hakkı zengin bir kültüre sahipti ve yüksek bir ilmî seviyeye ulaşmıştı. Vefatı üzerine Sebîlürreşâd, Tercümân-ı Hakîkat, Tasvîr-i Efkâr, Teşrih, İkdam gibi dergi ve gazetelerde hakkında yazılar yazıldı.
Batılılaşma sürecinin hızlandığı bir dönemde yaşayan İsmail Hakkı, Batılılar tarafından İslâm diniyle ilgili olarak ileri sürülen itirazları cevaplandırmaya çalıştı. Kelâm konularını genellikle klasik çerçevede ele aldı ve Mâtürîdiyye’ye bağlı olduğunu açıkladı. Eserleri, İsmail Hakkı İzmirli ve Ömer Nasuhi Bilmen gibi âlimlere kısmen örnek teşkil etti.
Bazı eserleri: Ahkâm-ı Şehr-i Sıyâm, Vesâilü’l-felâh fî mesâili’n-nikâh, Mevâidü’l-in’âm fî akâidi’l-İslâm, Tefsîr-i Sûre-i Yâsîn, Telhîsü’l-kelâm fî berâhîni akâidi’l-İslâm, Mevâiz, Şerhu’s-sadr bi-fezâili leyleti’l-kadr, Usûl-i Fıkıh.
Kitap ve müeelifi hakkında üç mühim zatın görüşleri:
"Bu kitabı mütalaa eyledikçe müellifine muhabbetim ve mükemmel karihasına (zekasına) hayretim ziyadeleşmektedir." (Manastırlı İsmail Hakkı)
"Şu son zamanlarda Mevlâna Hüseyin Cisrî, Suriye’nin en büyük hakîmi, en meşhur uleması olduğu gibi, Manastırlı da bu diyarın en mütebahhir (ilimde çok derin) bir âlimi ve muharriri (yazarı) idi." (Mehmet Akif)
"Hüseyin-i Cisrî (Rahmetullahi Aleyh) o kitablardan yüz ondört delil nübüvvet-i Ahmediyeye dair çıkarmıştır. “Risale-i Hamîdiye”de yazmış. O risaleyi de, Manastırlı Merhum İsmail Hakkı tercüme etmiş. Kim arzu ederse, ona müracaat eder, görür.” (Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, 19. Mektub)
Ayrıca Bediüzzaman Hazretleri, Hüseyin Cisri için "fikren biraderimiz" der. Yani hizmet metodu olarak aynı tarzı takib ettiklerini söyler. Yukarıda hayatında geçen, "din ve fen ilimlerinin birlikte okutulmasını ısrarla savunurdu" cümlesi ve kitabında işlediği konular ve takip ettiği metot aynı meslekte olduklarını çok açık bir şekilde göstermektedir.
Kitabında bahsettiği işaretler, inceleyenlerin verdiği bilgiye göre, bu günkü İncillerde aynen yer almaktadır.
O işaretlerden bir kısmını Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Mucizat-ı Ahmediye Risalesi'ne almıştır. Numune olarak on dokuz adet-i mübarekini buraya alıyoruz:
1- İncil'in âyeti:..."Ben Rabbimden; hakkı bâtıldan farkeden bir peygamberi istiyorum ki, ebede kadar beraberinizde bulunsun." Faraklit, (hakla batılın arasını ayıran) manasında Peygamber'in o kitablarda ismidir.
2- Tevrat'ın âyeti:..."Hazret-i İsmail'in vâlidesi olan Hacer, evlâd sahibesi olacak ve onun evlâdından (İsmail as.dan) öyle birisi çıkacak ki, o veledin eli, umumun fevkinde olacak ve umumun eli huşu' ve itaatle ona açılacak."
3- Tevrat'ın âyeti:"Benî İsrail'in kardeşleri olan Benî İsmail'den senin gibi birini göndereceğim. Ben sözümü onun ağzına koyacağım, benim vahyimle konuşacak. Onu kabul etmeyene azap vereceğim."
4- Tevrat'ın Beşinci Kitabının Otuzüçüncü Babında şu âyet var: "Hak Teâlâ, Tur-i Sina'dan ikbal edip bize Sâîr'den tulû' etti ve Fâran Dağlarında zahir oldu."
İşte şu âyet nasılki "Tur-i Sina'da ikbal-i Hak" fıkrasıyla nübüvvet-i Museviyeyi ve Şam Dağları'ndan ibaret olan "Sâîr'den tulû-u Hak" fıkrasıyla, nübüvvet-i İseviyeyi ihbar eder. Öyle de bil'ittifak Hicaz Dağları'ndan ibaret olan Fâran Dağları'ndan zuhur-u Hak fıkrasıyla, bizzarure risalet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) haber veriyor.
5- Türkçe Yuhanna İncili'nin Ondördüncü Bab ve otuzuncu âyeti şudur: "Artık sizinle çok söyleşmem, zira bu âlemin reisi geliyor. Ve bende, onun nesnesi aslâ yoktur!" İşte "Âlemin Reisi" tabiri, "Fahr-i Âlem" demektir. Fahr-i Âlem ünvanı ise, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm'ın en meşhur ünvanıdır.
6- Yine İncil-i Yuhanna, Onaltıncı Bab ve yedinci âyeti şudur: "Amma ben, size hakkı söylüyorum. Benim gittiğim, size faidelidir. Zira ben gitmeyince, tesellici size gelmez." İşte bakınız! Reis-i Âlem ve insanlara hakikî teselli veren, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm'dan başka kimdir? Evet Fahr-i Âlem odur ve fâni insanları i'dam-ı ebedîden kurtarıp teselli veren odur.
7- Hem İncil-i Yuhanna, Onaltıncı Bab, sekizinci âyeti: "O dahi geldikte; dünyayı günaha dair, salaha dair ve hükme dair ilzam edecektir." İşte dünyanın fesadını salaha çeviren ve günahlardan ve şirkten kurtaran ve siyaset ve hâkimiyet-i dünyayı tebdil eden Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm'dan başka kim gelmiş?
8- Hem Kütüb-ü Enbiya'da, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın Muhammed, Ahmed, Muhtar manasında Süryanî ve İbranî isimleri var. İşte Hazret-i Şuayb'ın suhufunda ismi, Muhammed manasında "Müşeffah"tır.
9- Hem Tevrat'ta yine Muhammed manasında "Münhamenna",
10- hem Nebiyy-ül Haram manasında "Hımyata".
11- Zebur'da "El-Muhtar (Mustafa)" ismiyle müsemmadır.
12- Yine Tevrat'ta "El-Hâtem-ül Hâtem".
13- Hem Tevrat'ta ve
14- Zebur'da "Mukîm-üs Sünne".
15- Hem Suhuf-u İbrahim ve
16- Tevrat'ta "Mazmaz"dır.
17- Hem Tevrat'ta "Ahyed"dir. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm demiş: (Benim ismim Kur'an'da Muhammed, İncil'de Ahmed, Tevrat'ta Ahyed'dir) buyurmuştur.
18- Hem İncil'de, Esma-i Nebevîden "Sahib-ül Kadîbi ve-l Herave" yani "seyf (kılıç) ve asâ sahibi." Evet sahib-üs seyf enbiyalar içinde en büyüğü; ümmetiyle cihada memur, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'dır.
19- Yine İncil'de "Sahib-üt Tâc"dır. Evet "Sahib-üt Tâc" ünvanı, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'a mahsustur. Tâc, ımame yani sarık demektir. Eski zamanda milletler içinde, milletçe umumiyet itibariyle sarık ve agel saran, Kavm-i Arabdır. İncil'de "Sahib-üt Tâc", kat'î olarak "Resul-i Ekrem" (Aleyhissalâtü Vesselâm) demektir.