18 bin alemden kasıt nedir?
On sekiz bin âlem tabirinin Bediüzzaman hazretlerine sorulduğunu ve bununla ilgili küçük bir risalecik telif ettiğini ve bu kavramı Risale-i Nur külliyatının farklı yerlerinde şöyle değerlendirdiğini görüyoruz:
Evliyaların keşif ve delillerine dayanarak bu tabir hakkında farklı beyanlarda bulunduğunu, kendisinin de göklerde binler alem olduğunu, hatta her bir yıldızın bir alem olduğunu, yerdeki canlıların birer alem olduğunu, bu tabirlerin zerreden yıldızlara kadar varlıkları içine aldığı manalarını anladığını görmekteyiz.
"Mektubunda diyorsun.رَبُّ الْعَالَم۪ينَ ta‘bîr ve tefsîrinde, on sekiz bin âlem demişler. O adedin hikmetini soruyorsun. Kardeşim, ben şimdi o adedin hikmetini bilmiyorum. Fakat bu kadar derim ki, Kur’ân-ı Hakîm’in cümleleri birer ma‘nâya münhasır değil. Belki nev‘-i beşerin umum tabakātına hitâb olduğu için, her tabakaya karşı birer ma‘nâyı tazammun eden bir küllî hükmündedir. Beyân olunan ma‘nâlar, o küllî kaidenin cüz’iyâtları hükmündedirler. Her bir müfessir, her bir ârif, o küllîden bir cüz’ü zikrediyor. Ya keşfine, ya deliline veyahud meşrebine istinâd edip bir ma‘nâyı tercîh ediyor. İşte bunda dahi bir tâife, o adede muvâfık bir ma‘nâ keşfetmiş. Meselâ, ehl-i velâyetin ehemmiyetle virdlerinde zikir ve tekrar ettikleri مَرَجَ الْبَحْرَيْنِ يَلْتَقِيَانِ بَيْنَهُمَا بَرْزَخٌ لَا يَبْغِيَانِ cümlesinde, dâire-i vücûb ile dâire-i imkândaki bahr-i rubûbiyet ve bahr-i ubûdiyetten tut, tâ dünya ve âhiret bahirlerine, tâ âlem-i gayb ve âlem-i şehâdetbahirlerine, tâ şark ve garb, şimâl ve cenûbdaki bahr-i muhîtlerine, tâ Bahr-i Rûm ve Fars bahrine, tâ Akdeniz ve Karadeniz ve Boğazına -ki mercan denilen balık ondan çıkıyor- tâ Akdeniz ve Bahr-i Ahmer’e ve Süveyş Kanalı’na, tâ tatlı ve tuzlu sular denizlerine, tâ toprak tabakası altındaki tatlı ve müteferrik su denizleriyle üstündeki tuzlu ve muttasıl denizlerine, tâ Nil ve Dicle ve Fırat gibi büyük ırmaklar denilen küçük tatlı denizler ile onların karıştığı tuzlu büyük denizlerine kadar ma‘nâsındaki cüz’iyâtları var. Bunlar umumen murad ve maksûd olabilir. Ve onun hakîkî ve mecâzî ma‘nâlarıdır. İşte onun gibi اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ dahi, pek çok hakāiki câmi‘dir. Ehl-i keşif ve hakîkat keşiflerine göre ayrı ayrı beyân ederler.
Ben de böyle fehmederim ki: Semâvâtta binler âlem var. Yıldızların bir kısmı, her biri birer âlem olabilir. Yerde de her bir cins mahlûkāt, birer âlemdir. Hatta her bir insan dahi küçük bir âlemdir . رَبُّ الْعَالَم۪ينَ ta‘bîri ise, doğrudan doğruya her âlem, Cenâb-ı Hakk’ın rubûbiyetiyle idare ve terbiye ve tedbîr edilir, demektir. (26. Mektub)
Ezel ve Ebed Sultanı olan yirmi sekiz bin âlemin Padişah-ı Zülcelal'i; o yirmi sekiz bin âleme bakan, teveccüh eden ferman-ı âlîşanı olan Kur'ân-ı Hakîm'i Ramazan-ı Şerifte inzal eylemiş.
Üveys-i Karanî'nin:
اِلٰه۪ٓي اَنْتَ رَبّ۪ي وَ اَنَا الْعَبْدُ وَ اَنْتَ الْخَالِقُ وَ اَنَا الْمَخْلُوقُ وَ اَنْتَ الرَّزَّاقُ وَ اَنَا الْمَرْزُوقُ münacat-ı meşhuresi nev'inden, bütün mevcudat-ı zevilhayat, Cenab-ı Hakk'a karşı aynı münacatı ettiklerini ve onsekiz bin âlemin herbirinin ışığı, birer ism-i İlahî olduğunu bana kanaat verecek bir vakıa-ı kalbiye-i hayaliyeyi gördüm. Şöyle ki:
Birbirine sarılı çok yapraklı bir gül goncası gibi, şu âlem binler perde perde içinde sarılı, birbiri altında saklı âlemleri bu âlem içinde gördüm. Herbir perde açıldıkça, diğer bir âlemi görüyordum.
O
saray şu âlemdir ki: Tavanı tebessüm eden yıldızlarla tenvir edilmiş gök yüzüdür. Tabanı ise, şark ve garba gûna-gûn çiçeklerle süslendirilmiş yeryüzüdür. O Melik-i Zişan ise, ezel ve ebed sultanı olan bir Zât-ı Mukaddes'tir ki: Yedi kat semavat ve arz ve içlerinde olan herşey kendilerine mahsus lisanlarla o Zât-ı Mukaddesi takdis edip tesbih ediyorlar. Hem öyle bir Melik-i Kadîr ki: Semavat ve arzı altı günde yaratarak arş-ı rububiyetinde durup gece ve gündüzü siyah ve beyaz iki hat gibi birbiri arka sıra döndürüp kâinat sahifesinde âyâtını yazan ve güneş ve ay ve yıldızlar emrine müsahhar zîhaşmet ve zîkudret bir Zat-ı Mukaddestir. O sarayın menzilleri ise. Şu onsekiz bin âlemdir ki: Herbirisi kendine lâyık bir tarz ile tezyin ve tanzim edilmiştir."Rabb-il Âlemîn" lafzında hem adalete, hem nübüvvete işaret var. Çünki onsekiz bin âlemin zerreden ve zerrelerden, sineklerden tut, tâ bin defa zeminden büyük seyyareler ve yıldızlara kadar gâyet mükemmel bir müvazene, bir intizam, bir mükemmel terbiye, gâyet mükemmel bir adalet-i kübrayı gösteriyor.
Sonuç olarak şunlar söylenebilir: Eğer her bir canlıyı bir alem olarak sayacak olursak bu sayının çok daha fazla olması gerektiği meydandadır. Öyle ise
ya cins olarak, ya tür olarak, veya büyük varlıklar kasdedilerek, veya temel, büyük alemler kasdedilerek, veya çokluktan kinaye olarak anlaşılabilir.