"Eğer zaruriyat-ı diniyede doğrudan doğruya Kur'an gösterilse idi, zihin tabiî olarak müşevvik-i imtisal ve mûkız-ı vicdan ve lâzım-ı zâtî olan "kudsiyet"e intikal ederdi. Ve bu suretle kalbe meleke-i hassasiyet gelerek, imanın ihtaratına karşı asamm kalmazdı." Bu metni tahlil eder misiniz?
Dinin zaruriyatı olan ve içtihadın giremediği kısım için direk Kuran gösterilse idi, uymak için bir şevk, vicdana güzel bir ikazcı ve Kuranın lazımı olan kudsiyetine zihin intikal ederdi. Çünki insanları delilden daha çok kaynağındaki kudsiyet bağlar. Bu şekilde kalbe hassasiyet melekesi gelerek iman hakikatlerine karşı duymazlık veya duymazlıktan gelme olmazdı. Yani Alimler, fakihler ve müfessirler "Kuran ayine ister, vekil istemez" sırrıyla Kuran'a perde olmadan ayna olabilselerdi yukarda geçen durum olurdu. Yüzde doksan olan Zaruriyat-ı diniye yüzde on olan ictihadi teferruata tabi olmak zorunda kalmazdı.
Üstadımız buna işareten, "Cumhuru, bürhandan ziyade me'hazdeki kudsiyet imtisale sevkeder. Müçtehidînin kitabları vesile gibi, cam gibi Kur'anı göstermeli, yoksa vekil, gölge olmamalı." demiştir.