Soru

Meziyetin Varsa Hafâ Türâbında Kalsın; Tâ Neşv ü Nemâ Bulsun

Lemaat Risalesi'nde geçen ilgili cümleyi devamıyla birlikte izah eder misiniz?

Tarih: 9.04.2025 11:50:27

Cevap

Bediüzzaman Hazretlerinin (9 Mayıs - 6 Haziran) 1921 yılı (r. 1337) Ramazan ayında Lemaât isimli eserini telif eder.

"نَجْمُ اَدَبٍ وُلِدَ لِهِلَالَيْ رَمَضَانَ yani Ramazanın iki hilâlinden doğmuş bir edeb yıldızıdır"[1] diyerek tavsif ettiği bu risaleyi Hazret-i Üstad “Her iki Said’in iştirakiyle”[2] yazdığını yani Eski Said olarak başladığı ve Yeni Said olarak tamamladığı bu eserde 109 başlık yer almaktadır. Soruya bahis olan cümle 62. başlık olup konuya dair bir sayfa izah bulunmaktadır.

İlgili bölümü kısaca şöyle açıklayalım:

“Meziyetin varsa hafâ türâbında kalsın; tâ neşv ü nemâ bulsun”[3]

Üstünlüğün varsa gizlilik toprağı altında kalsın. Tâ ki gelişip çoğalsın. Nasıl ki bir tohumu toprakta gizlemek onu yok etmek değildir. Belki bir iken yedi yüze kadar çoğaltmak demektir. Gizlenen bir meziyet/üstün vasıf da yok olmaz aksine çoğalır, inkişaf eder.

Ey zîhâssa-i meşhûre! Taayyünle zulmetme.

Bir cemaat veya toplulukla beraber olan, hususen onlarla birlikte hizmet eden bir Müslüman'ın eğer diğer fertlerden meşhur bir meziyeti, yani öne çıkan bir üstünlüğü varsa, bu meziyetini gizlemesi ve onların dengi birisi imiş gibi davranması gerekir. Eğer aksini yaparsa diğer arkadaşlarına zulmetmiş olur.

Hz. Üstad bir mektubunda cesarete şöyle örnek verir: “Hem bir adam, kendi başına cesâreti güzel de olsa, bir cemâat-i mütesânideye (birbiriyle dayanışma halinde bir topluluğa) girdikten sonra, onların istirâhatini ve sarsılmamalarını muhâfaza etmek için, o şahsî cesâreti isti‘mâl edemez. س۪يرُوا عَلٰي سَيْرِ اَضْعَفِكُمْ  (en zayıfınızın yürüşüyle yürüyün)[4] hadîs-i şerîfinin sırrıyla hareket etmek (lazımdır.)[5]

Ger perde-i hafânın altında sen kalırsan, ihvânına verirsin ihsân ve bereketi. Her bir ihvânın altında sen çıkması, hem de o sen olması imkân ve ihtimâli, her birine celb eder bir nazar-ı hürmeti.

Böyle meziyetli bir kişinin bulunduğu bir topluluk çok güzel bazı işler başarabilir. Eğer meziyetli kişi kendini gizlemeye dikkat ederse, o başarılar bütün cemaate mal olur ve bütün cemaatin şerefini yüceltir. Her biri o meziyetli adam gibi bir hürmet kazanır. O kimse bu hareketiyle arkadaşlarına manen ihsanda bulunmuş olur. Kendisi de o meziyetten ve o hürmetten bir şey kaybetmez. Hem de o meziyet, bir kişinin meziyeti iken fertler sayısınca çoğalarak gelişip çoğalmış, neşv ü nemâ bulmuş olur.

Bediüzzaman Hazretlerinin gerek hizmet hayatına gerek Risâle-i Nur'daki beyanlarına baktığımızda bu güzel ahlâkı, yani şahsını geri plana çekmeyi mükemmelen yaşadığını görürüz. Kendisini devamlı surette geri çekmiş ve bütün meziyeti cemaatine vermiştir. Bu minvalde ifadelerine mektuplarda çok kere rastlamak mümkündür.

“Ey Risâle-i Nur'un kıymettar talebeleri ve benden daha bahtiyar ve fedakâr kardeşlerim! Şahsiyetim itibariyle sizin ziyade hüsn-ü zannınız belki size zarar vermez. Fakat sizin gibi hakikatbîn (hakikati gören) zâtlar vazifeye, hizmete bakıp, o noktada bakmalısınız. Perde açılsa, benim baştan aşağıya kadar kusurat ile âlude (dolu) mahiyetim, benden kaçmağa bir vesile olur. Sizi kardeşliğimden kaçırmamak, pişman etmemek için, şahsiyetime karşı haddimin pek fevkinde tasavvur ettiğiniz makamlara irtibatınızı bağlamayınız.

Ben size nisbeten kardeşim, mürşidlik haddim değil. Üstad da değilim, belki ders arkadaşıyım. Ben sizin, kusuratıma karşı şefkatkârane duâ ve himmetlerinize muhtacım. Benden himmet beklemeniz değil, bana himmet etmenize istihkakım var. Cenâb-ı Hakk'ın ihsan ve keremiyle sizlerle gayet kudsî ve gayet ehemmiyetli ve gayet kıymettar ve her ehl-i imana menfaatli bir hizmette, taksim-ül mesaî (mesai paylaşımı) kaidesiyle iştirak etmişiz. Tesanüdümüzden hâsıl olan bir şahs-ı manevînin fevkalâde ehemmiyet ve kıymeti ve üstatlığı ve irşadı bize kâfidir.”[6]

“Yedi-sekiz sene sizinle ettiğim hizmette eski hizmetten yüz derece fazla muvaffakiyeti gösteren manevî kuvvet, sizlerdeki ihlastan geldiğine kat'iyyen şüphem kalmadı. Hem itiraf ediyorum ki samimî ihlâsınızla, şan ve şeref perdesi altında nefsimi okşayan riyadan beni bir derece kurtardınız. İnşâallah tam ihlâsa muvaffak olursunuz, beni de tam ihlâsa sokarsınız.”[7]

Eğer taayyün edip perde altından çıksan, mükerrem iken altında, üstünde zâlim olursun. Güneş iken orada, burada gölge edersin. İhvânını düşürttürüp hem nazar-ı hürmetten. Demek taayyün ve teşahhus zâlim birer emirdir.

Eğer meziyet sahibi kimse bu cemaat sırrını anlamaz ve şahsiyetini ortaya sürer ise önceki durumun tam zıddı bir durum ortaya çıkar. Önceki vaziyette kendini gizlemekle arkadaşlarına hürmet nazarlarının yönelmesine vesile oluyor, onlara ikram ediyor ve o şereften kendi de aynen hissedar oluyordu. Şimdi ise meziyetini gizlemeyerek tüm o başarıların asıl sebebi benim dercesine kendisini ortaya çıkarması, diğer arkadaşlarının hisselerini de kendine mal edeceğinden onlara zulmetmiş oluyor. Önceki halde meziyeti ile onlara güneş gibi şeref dağıtıyor iken, sonraki halde, onların şereflerini kendi meziyetinin gölgesi altında bırakıp kıymetten düşürüyor. Hâlbuki taayyün etmekle, yani kendini açıkça belli etmekle kendisi de fazladan bir hürmet ve şeref kazanamaz. Çünkü önceki halde diğer arkadaşları ile birlikte aynı şerefe sahipti. Şimdi ise diğerlerini hürmetten düşürmek pahasına kendini ortaya sürerek onlara zulmetti. Bir şey kazanmadı, çok şey kaybettirdi. Üstad Hazretleri, İhlâs Risalesinde şöyle tavsiyelerde bulunur:

“Kardeşlerinizin nefislerini nefsinize; şerefte, makamda, teveccühte, hatta menfaat-ı maddiye gibi nefsin hoşuna giden şeylerde tercih ediniz.”[8]

“Evet bahtiyar odur ki; kevser-i Kur'anîden süzülen tatlı, büyük bir havuzu kazanmak için, bir buz parçası nev'indeki şahsiyetini ve enaniyetini o havuz (cemaatin şahs-ı manevîsi) içine atıp eritendir.”[9]

Sahîh doğru böyle ise, hem de böyle görürsün. Nerede kaldı yalancı tasannu‘ ve riyâ ile kesb-i teşahhus-u şöhret?

Gerçekten meziyet sahibi birinin bile kendini gizlememesi böyle zararlı düşer ve diğer arkadaşlarının hukukuna bir tecavüz olursa, elbette sırf riyakârâne duygular ve yapmacık hareketlerle kendini diğerlerinden daha meziyetli göstermeye çalışan birisinin tavırları bütün bütün zulüm olur.

İhlas Risalesi'nde şu mühim ikazı görmekteyiz:

“Ey kardeşlerim! Kur’ân-ı Hakîm’in hizmetindeki mesleğimiz, hakîkat ve uhuvvet olduğu için ve uhuvvetin sırrı ise; şahsiyetini kardeşler içinde fânî edip, onların nefislerini, kendi nefsine tercîh etmek olduğundan, mâbeynimizde (aramızda) bu nevi‘ hubb-u câhtan (makam sevgisinden) gelen rekābet te’sîr etmemek gerektir. Çünkü mesleğimize bütün bütün münâfîdir (zıttır). Madem kardeşlerin şerefi umumiyetle her ferde âit olabilir; o büyük şeref-i ma‘nevîyi, şahsî (kişisel), hodfurûşâne (kendini öne çıkartarak, beğendirmeye çalışarak), rekabetkârâne (yarışırarak), cüz’î (çok az) bir şerefe ve şöhrete fedâ etmek; Risâle-i Nûr şâkirdlerinden yüz derece uzak olduğu ümidindeyim.”[10]

İşte bir sırr-ı azîm ki hikmet-i İlâhî, hem o nizâm-ı ahsen bir ferd-i fevkalâde kendi nev‘i içinde setr ile perde çeker, bununla kıymet verdirir, hem de eder müstahsen. İşte sana misâli: İnsan içinde veli, ömür içinde ecel, olmuş meçhûl ve mühmel. Cum‘a’da müstetirdir bir saat, kabul olur duâ edersen.

Kıymetli bir ferdi diğer fertler içinde gizleyerek diğer fertlerin kıymetini yüceltmek, Allah'ın kâinatta icra ettiği bir kanunu ve güzel bir düzenidir. Cuma günü duâların kabul olduğu bir saat olduğu bildirilmiş, fakat hangi saat olduğu gizlenmiştir. Böylelikle her bir saatin o saat olabilme ihtimaliyle kıymeti artmıştır. Veli bir kul insanlar içinde gizlenmiş olup her insan hürmet, ecel ise ömür içinde gizlenmiş olup ömrün her anı kıymet kazanmıştır.

Ramazan’da münteşir bir leyle-i zûkadir. Esmâü’l-hüsnâda muzmer iksîr-i İsm-i A‘zam. Bu misâllerin haşmeti, hem de o sırr-ı hasen, ibhâmda izhâr eder, ihfâda isbat eder. Meselâ, ecelin ibhâmında bir muvâzene vardır. Her dakikada tutar ne vaz‘iyet alırsan.

Ramazan ayının tüm gecelerinde Kadir gecesi gizlenmiş. Her gece ihya edilmeye rağbet kazanmıştır. Allah’ın güzel isimleri içinde İsm-i A’zam gizlenmiş olup her isimle Allah’a dua teşvik edilmiş. Bu örneklerden anlaşıldığı üzere Allah’ın kâinattaki bu güzel kanun ve düzeninin sırrı, ancak kapalı olmakla açığa çıkar, gizlenmekle görünür hale gelir. Mesela ecelin kapalı olmasında bu sır şöyle anlaşılır.

Kefeteyn-i havf u recâ, hizmet-i ukbâ-dünya. Tevehhüm-ü bekāî, lezzet-i ömrü verir. Yirmi sene mübhem bir ömür olsa ahsen, nihâyeti muayyen bin senelik bir ömre. Zîrâ nısfı geçerse, her saati geldikçe, güya adım atarak dâr ağacına gidersin.

Dünya ve ahirete yönelik hizmetlerde ümit ve korku arasında her dakika seni uyanık halde tutar. Ömrün devam edeceği düşüncesiyle her an hayattan lezzet alınır. Eceli belli olmayan yirmi senelik bir ömür, sonu belli olan bin senelik bir ömürden daha güzeldir. Çünkü ömrün kalan yarısı her dakika dar ağacına gider gibi acı verici olur.

Şey’en şey’en üzülmek vehim de teselli vermez. Sen de rahat etmezsin.

Devamlı olarak her defasında üzülmekle hayatın rahatı ve lezzetti kaçar. Hiçbir düşünce bu durumda teselli vermez.

Özetle; insan kendisine emanet olarak verilmiş güzel olan ve öne çıkan üstün bir meziyetini diğer insanların arasında gizlemek, Allah’ın kâinattaki sırlı, hazineli, bereketli bahsi geçen kanun ve düzenine uygun davranmak demektir. Aksi ise o düzene karşı bir nevi isyan manasını taşır. Allah’ın kainattaki kanunlarına uymanın ya da karşı gelmenin mükafat ve cezası peşindir. Ertelenmez. Dünyada iken dahi hemen karşısına çıkar.

Ayrıca bakınız:

https://risale.online/soru-cevap/iki-seriat


[1] Sözler, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 322.

[2] Kastamonu Lahikası, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 177.

[3] Sözler, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 346.

[4] El-Mekasıdu’l-Hasene, c.1, s. 263.

[5] Kastamonu Lahikası, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 322.

[6] Kastamonu Lahikası, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 110.

[7] Lemalar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 169.

[8] Lemalar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 169.

[9] Lemalar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 173.

[10] Lemalar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 173.


Yorum Yap

Yorumlar