Çokca meal okuyup sadece Kuranı kabul eden, hadisleri kabul etmeyenlere karşı ne söylenebilir?
Hadisleri inkar eden veya kabul etmeyenler, ya saf olup kandırılmıştır. Ya da kötü niyetli olup müslümanları Peygamberimizin sünnetinden uzaklaştırmak istemektedir. Çünkü bir kimsenin kalbinden Peygamber çıkarsa geriye din namına bir şey kalmaz. Kuranı kendi aklına göre anlamaya ve yorumlamaya başlar. Ondan sonra da sapıtarak dalalete düşer. Allah muhafaza
Mesela Kuranda namaz emri vardır. Fakat nasıl kılınacağının izahı yoktur. Namazı bizler Peygamberimizin sünnetine göre kılarız. Eğer sünnet reddedilirse namaz nasıl kılınacak?
Hadis imamları ve hadis kitapları hakkında "onların hata yapmaları mümkündür" diyorlar.
Bakınız, hata yapmış olma ihtimali bir şeydir. Şu hatadır, yanlıştır, demek başka birşeydir.
Bir şeyin haddi zatında mümkün olması, olmuştur manasına gelmez. Çünkü her mümkün vaki olmaz. Hadislerin yazıya geçirilmesi Peygamberimiz(sav) zamanında başlamıştır. İsimleri ve yazdıgı nüshalar ilgili metinlerde bellidir. Hele bu hadisler sahih kriterlerini de tasıyorsa artık bunlar ilmi olarak inkar edilmez. İnkar eden ya hadis usulünden biganedir ya da garazı vardır.
şu ilgili linkten hadislerin sıhhati hakkında kısa bilgiler alabilirsiniz:
/soru-cevap/hadislerin-sihhati
Üstadın o güruha verdiği cevap ise şudur:
“Sahabeler, Kur'anın ve âyetlerin muhafazasından sonra en çok, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın fiillerinin ve sözlerinin muhafazasına, hususen dini hükümlere ve mucizelere dair hallerinin korunmasına bütün kuvvetleriyle çalıştıklarını ve doğruluklarına pek çok dikkat ettiklerini, Tarih ve Siyer şehadet ediyor. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'a ait en küçük bir hareketi, bir sîreti, bir hali ihmal etmemişler. Ve etmediklerini ve kaydettiklerini, hadis kitapları şehadet ediyor. Hem Asr-ı Saadette (Peygamberimiz (asm)’ın sağlığında), mu'cizeleri ve hadisleri, yazıyla çok sahabeler kaydedip yazdılar. Hususan Abadile-i Seb'a (Hepsinin de isimleri Abdullah olan yedi âlim sahabe), yazarak kaydettiler. Hususan onlardan Tercüman-ül Kur'an olan Abdullah İbn-i Abbas ve Abdullah İbn-i Amr İbn-il Âs kaydettiler. Bilhassa (Peygamberimiz’den) otuz-kırk sene sonra, Tâbiînin binlerce araştırmacı âlimleri, hadisleri ve mucizeleri (sahabelerden dinleyerek) yazı ile kaydettiler. Daha ondan sonra, başta dört müçtehid imam ve binler araştırmacı hadis âlimleri hadisleri naklettiler; yazı ile muhafaza ettiler. Daha Hicretten ikiyüz sene sonra başta Buharî, Müslim, Kütüb-ü Sitte-i Makbule (İslam dünyasında güvenilirlikleriyle en çok kabul ve alaka gören altı hadis mecmuası) hadisleri koruma görevini omuzlarına aldılar. Hadis âlimlerinden İbn-i Cevzî gibi şiddetli binler hadis tenkitçileri çıkıp; bazı dinsizlerin veya düşüncesizlerin veya yanlış hatırlayanların veya haddini bilmez kimselerin karıştırdıkları uydurma hadisleri ayırt ettiler, gösterdiler. Sonra kalp gözleri açık ehl-i keşfin tasdikiyle; yetmiş defa Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm uyanık halde iken kendisine görünüp onun sohbetiyle müşerref olan Celaleddin-i Süyutî gibi allâmeler ve muhakkikler (çok büyük hadis âlimleri ve arşatırmacıları), sahih hadislerin elmaslarını, sair sözlerden ve uydurmalardan ayırt ettiler. İşte buna binaen; "Bu zamana kadar uzun mesafeden gelen şu zamandan tâ o zamana kadar bu hadisleri nasıl bileceğiz ki karışmamış ve safidir" diye hatıra gelmemelidir. (Bkz. Zülfikar, 19. Mektup Mucizat-ı Ahmediye Risalesi)
“Evet muhaddisînin muhakkikîninden (araştırmacı hadis âlimlerinden) "El-Hâfız" tabir ettikleri zâtlar, en az yüzbin hadîsi hafızasına almış binler muhakkik muhaddisler, hem elli sene sabah namazını yatsı abdestiyle kılan takva sahibi muhaddisler ve başta Buharî ve Müslim olarak Kütüb-ü Sitte-i Hadîsiye sahibleri olan ilm-i hadîs dâhîleri, allâmeleri tashih (sahihtir deyip doğruladıkları) ve kabul ettikleri haber-i vâhid (bir yada birkaç kişinin rivayet ettiği bir hadis), tevatür kat'iyyetinden (yanılmaları mümkün olmayan büyük bir topluluk tarafından rivayet edilen bir hadisin doğruluğundan) geri kalmaz. Evet ilm-i hadîsin muhakkikleri, nekkadları (araştırmacı ve tenkitçileri) o derece hadîs ile hususiyet peyda etmişler ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın ifade tarzına ve yüce üslûbuna ve ifadesinin suretine ünsiyet edip meleke kesbetmişler (alışkanlık kazanmışlar) ki; yüz hadîs içinde bir mevzu'u (uydurma rivayeti) görse, "Mevzu'dur" der. "Bu, hadîs olmaz ve Peygamber'in sözü değildir" der, reddeder. Sarraf gibi hadîsin cevherini tanır, başka sözü ona iltibas edemez (karıştırmaz).” (Bkz. Zülfikar, 19. Mektup Mucizat-ı Ahmediye Risalesi)
“(Hadisler) Sahabeden sonra Tâbiînin eline geçtiği vakit, tevatür suretini alır (Tabiin’den çok kişiler rivayet eder). Hususan Buharî, Müslim, İbn-i Hibban, Tirmizî gibi kütüb-ü sahiha (sahih hadis kitapları); tâ sahabe zamanına kadar, o yolu (hadisin rivayet zincirini) o kadar sağlam yapmışlar ve tutmuşlar (hadisi kimin, nasıl rivayet ettiğine o kadar dikkat etmişler) ki, meselâ Buharî'de görmek, aynı sahabeden işitmek gibidir.” (Bkz. Zülfikar, 19. Mektup Mucizat-ı Ahmediye Risalesi)
Ayrıca bakınız:
/soru-cevap/hadislerin-kurana-arzi-meselesi
/soru-cevap/sadece-kuran-yeterli-midir
/soru-cevap/sunnetin-kuran-karsisindaki-yeri
/soru-cevap/akla-zit-gibi-gorunen-sahih-hadisler-karsisinda-takinilacak-tavir