Vahhabilik hakkında bilgi verebilir misiniz?
VEHHÂBÎLİK
Genel olarak 18. Asrın başlarında Arabistan'ın Necd bölgesi Teym kabilesine mensup Muhammed ibn Abdülvehhâb ismindeki zatın itikâdî düşüncelerinin çevre halkı tarafından benimsenmesiyle oluşmuş bir ekoldür. Bu ekolün mensubları başlangıçta Hanbelî Mezhebinin daha muhafazakâr bir görüntüsüyle ortaya çıkmışlardır. Kısa sürede Suudî hânedânının desteğini alarak hızla gelişmiş ve bir müddet sonra Suudî Arabistan'ın resmî mezhebi haline gelmiştir. Daha çok İbn-i Teymiyye'nin genel olarak da Hanbelî mezhebinin görüşlerini paylaşan Vehhâbîler bazı konularda bu çizgiden daha da aşırılığa kaçmışlardır. İtikât ve ibadette ısrarla üzerinde durdukları hususlar şunlardır: "Akıl dinde delil olamaz. Müteşabih âyetler tevil edilmemelidir. Tevhidden maksad amelî tevhiddir. Amel îmâna dahildir. Kesin delil Kur'ân'dır. Allah'ın sıfatları hakiki sıfatlardır. Tevessül küfürdür. Namazların cemaatle kılınması farzdır. Zekat vergidir. Sigara ve nargile de içki derecesinde yasaktır. Vakıf müessesesi batıldır. Hz. Peygamberin hatırasını taziz için hırkasını ve sakalını ziyaret şirktir. Şiîlerin taş üzerine secde etmeleri, Kerbelâ ve Meşhedi ziyaretleri şirktir. Mehdi gelecek, ya da Hızır ve İlyas sağdır demek küfürdür. Üçler yediler ve kırklara inanmak, ölülerin diriler üzerinde tasarrufunu kabul etmek, zamana (dehre) ve rüzgara sövmek küfürdür."
Bediüzzaman hazretleri mektubat isimli eserinde Vahhabilik hakkında şunları söylemektedir: Meslekler, mezhebler ne kadar bâtıl da olsalar, içinde ukde-i hayatiyesi hükmünde bir hak, bir hakîkat bulunur. Eğer âsârına ve neticelerine hükmeden hak ve hakîkat ise ve menfì cihetleri müsbet cihetlerine mağlûp ise, o meslek haktır. Eğer içindeki hak ve hakîkat, neticelere hükmedemiyor ve menfì ciheti müsbet cihetine galebe ediyorsa, o meslek bâtıldır. Onun ehli, ehl-i bid'a ve dalâlet olur. İşte bu kâideye binâen, Âlem-i İslâmdaki ehl-i bid'a fırkalarına bakılsa görülüyor ki, herbiri bir hakka istinad edip gitmiş. Fakat, menfì ciheti ya garaz, veya inat gibi bir sebeble, o mesleğin âsârı dalâlet hesâbına çalışmıştır.
Vehhâbi meselesinin kökü derindir. Ananesi zamân-ı Sahâbeden başlayarak gelmiş. İşte o anane, (üç uzun esaslarla) gelmiştir:
(Birincisi) Hazret-i Ali(R.A.), Vehhâbilerin ecdâdından ve ekserîsi Necid sekenesinden olan Hâricîlere kılınç çekmesi ve Nehrivan'da onların hâfızlarını öldürmesi, onlarda derinden derine, hem din nânıma Şîalığın aksine olarak, Hz. Ali'nin(R.A.) fazîletlerine karşı bir küsmek, bir adâvet tevellüd etmiştir. Hazret-i Ali(R.A.) "Şâh-ı Velâyet" ünvânını kazandığı ve turùk-ı evliyânın ekser-i mutlakı ona rücû etmesi cihetinden, Hâricîlerde ve şimdi ise Hâricîlerin bayraktârı olan Vehhâbilerde, ehl-i velâyete karşı bir inkâr, bir tezyif damarı yerleşmiştir.
(İkincisi) Müseylime-i Kezzâbın fitnesiyle irtidâda yüz tutan Necid havâlisi, Hazret-i Ebû Bekir'in(R.A.) hilâfetinde, Hâlid İbn-i Velid'in kılıncıyla ziru zeber edildi. Bundan Necid ahalisinin hulefa-yı raşidine ve dolayısıyla Ehl-i Sünnet ve Cemaate karşı bir iğbirâr, seciyelerine girmişti. Hâlis Müslüman oldukları halde, yine eskiden ecdadlarının yedikleri darbeyi unutmuyorlar-nasıl ki ehl-i İran'ın, (Hazret-i Ömer'in(R.A) âdilâne darbesiyle) devletleri mahv ve milletlerinin gururu kırıldığı için Şîalar Âl-i Beyt muhabbeti perdesi altında Hazret-i Ömer'e(R.A.) ve Hazret-i Ebû Bekir'e(R.A.) ve dolayısıyla Ehl-i Sünnetve Cemaate dâimâ müntakimâne, fırsat buldukça tecâvüz etmişler.
(Üçüncü Esas) Vehhâbilerin azîm imamlarından ve acîb dehâları taşıyan meşhur (İbn-i Teymiye) ve (İbn-i Kayyım-el Cevzî) gibi zâtlar Muhyiddîn-i Arab (K.S.) gibi azîm evliyâya karşı fazla hücum ettikleri ve güyâ mezheb-i Ehl-i Sünneti Şîalara karşı Hazret-i Ebû Bekir'in (R.A.) Hazret-i Ali'den (R.A.) efdaliyetini müdâfaa ediyorum diyerek, Hazret-i Ali'nin (R.A.) kıymetini çok düşürüyorlar. Hârika fazîletlerini âdileştiriyorlar. Muhyiddîn-i Arab (K.S.) gibi çok evliyâyı inkâr ve tekfir ediyorlar. Hem, Vehhâbiler kendilerini Ahmed İbni Hanbel mezhebinde saydıkları için, Ahmed İbni Hanbel Hazretleri bir milyon hadîsin hâfızı ve râvîsi; ve şiddetli olan Hanbelî mezhebinin reisi ve halkı Kur'ân meselesinde cihanpesendâne salâbet ve metânet sahibi bir zât olduğundan, onun bir derece zâhirî ve mutaassıbâne ve Alevîlere muhâlefetkârâne mezhebinden din nâmına istifade edip, bir kısım evliyânın türbelerini tahrip ediyorlar ve kendilerini haklı zan ediyorlar. Halbuki, bir dirhem hakları varsa, bazen on dirhem ilâve ediyorlar.
Şu Vehhâbi meselesinin âlem-i İslâmın Ananesi îtibâriyle nasıl ki üç esası var; öyle de, âlem-i insâniyet îtibâriyle dahi (üç esâsı) vardır: (Birincisi) Ehl-i dünyanın ve maddî tarihin nazarıyla, nev-i beşerin hayat-ı içtimâiyesi noktasında bakılsa, görülüyor ki hayat-ı içtimâiye-i siyâsiye îtibâriyle, beşer, birkaç devri geçirmiş. Birinci devri vahşet ve bedevîlik devri, ikinci devri memlûkiyet devri, üçüncü devri esir devri, dördüncüsü ecir devri, beşincisi mâlikiyet ve serbestiyet devridir. Vahşet devri dinlerle, hükümetlerle tebdil edilmiş; nimmedeniyet devri açılmış. Fakat, nev-i beşerin zekîleri ve kavîleri, insanların bir kısmını abd ve memlûk ittihaz edip, hayvan derecesine indirmişler. Sonra bu memlûkler dahi bir intibâha düşüp, gayrete gelerek, o devri esir devrine çevirmişler; yani, memlûkiyetten kurtulup, fakat ²`¬7@«R²V¬7öv²UE²7«! olan zâlim düsturuyla yine insanların kavîleri zaiflerine esir muâmelesi yapmışlar. Sonra, ihtilâl-i kebîr gibi çok inkılâplarla, o devir de ecîr devrine inkılâp etmiş. Yani, zenginler olan havas tabakası, avâmı ve fukarâyı ücret mukâbilinde hizmetkâr ittihaz etmesi, yani sermaye sahipleri ehl-i sa'y ve ameli küçük bir ücrete mukâbil istihdam etmeleridir. Bu devirde sû-i istimâlât o dereceye vardı ki, bir sermâyedar, kendi yerinde oturup, bankalar vâsıtasıyla bir günde bir milyon kazandığı halde; bir bîçare amele, sabahtan akşama kadar, tahte'1-arz mâdenlerde çalışıp, kùt-ı lâyemût derecesinde, on kuruşluk bir ücret kazanıyor. Şu hal, müthiş bir kin, bir iğbirar verdi ki, avâm tabakası havâssa îlân-ı isyan etti. Şu asrın tâbiriyle, sosyalistlik, bolşeviklik sûretinde, evvel Rusya'yı zîr ü zeber edip, geçen Harb-i Umûmiden istifadé ederek, her yerde kök saldılar. Şu bolşevizmin perdesi altındaki kıyâm-ı avâm, havâssa karşı bir kin ve bir tezyif fıkrini verdiğinden, büyüklere ve havâssa âit medâr-ı şeref herşeyi kırmak için bir cesâret vermiş.
(İkinci Esas) Şu asır, menfî milliyeti çok ileri sürdü. Anâsır-ı İslâmiye hiç muhtaç olmadığı halde, şu milliyet fikrine körü körüne sarıldılar. Menfì milliyet ise, mukaddesât-ı dîniyeye hürmetkâr olamıyor; bahaneler buldukça ilişmek istiyor. (Üçüncü Esas) Sükût...
Her ne ise... Her bâtıl bir mesleğin herbir ciheti bâtıl olmak lâzım olmadığı gibi, herbir hak mesleğin dahi herbir ciheti hak olmak lâzım değildir. Buna binâen, sâdattan olan şerif i Mekke, Ehl-i Sünnet ve Cemaatten iken, zaaf gösterip, İngiliz siyasetinin Haremeyn-i Şerifeyne müstebidâne girmesine meydan verdi. Nass-ı âyetle küffârın girmesini kabul etmeyen Haremeyn-i Şerifeyni, İngiliz siyasetinin, Âlem-i İslâmı aldatacak bir sûrette, merkez-i siyâsisi hükmüne getirmesine yol verdiğinden, ehl-i bid'attan olan Vehhâbiler, hariçten medâr-ı istinad aramayarak, filcümle nimmüstakil bir siyaset-i İslâmiye takip ettiklerinden, şu cihette haklı olarak o gibi Ehl-i Sünnete galebe ettiler denilebilir….
Namaza çok dikkat ediyorlar. Şeriatın ahkâmına tatbîk-ı harekete çalışıyorlar. Başkaları gibi lâkaydlık etmiyorlar. Güyâ dînin taassubu nâmına tecâvüz ediyorlar. Başkalar gibi dînin ehemmiyetsizliğine binâen şeâir-i dîniyeyi tahrip etmiyorlar. Hem, Vehhâbilik az bir fırkadır. Koca Âlem-i İslâmın havz-ı kebîri içinde ya erir, ya îtidâle gelir; çünkü menbâı hâriçte değil ki, âlem-i İslâmı bulandırsın. Menbâı hariçte olsaydı, çok düşündürecekti...