Ehl-i tarikte büyük velilerden himmet isteme adeti var. Keza dualarda yine büyük zatları vesile etme var. Şirkle ilgili bir kısım ayetlere göre bu uygulamaları yanlış bulanlar var. Meselenin aslı nedir?
Vesile meselesinde ölçü şöyledir: Kişi Allah katında mübarek ve makbul bir zatı vesile ederek Allah'a dua eder. Sonucu da Allah'tan bilir. Ehl-i Sünnete göre bu şekilde dua etmek caizdir. Çünki burada Allah'a dua ediliyor.
Eğer Allah'a değil de vesile kıldığına dua ederse veya sonucu Allah'tan değil de başkasından bilirse o zaman şirk olur.
Biz müminler olarak Hristiyanlar gibi yapmıyoruz. Onlar, papazlardan veya diğer büyüklerden af beklerler. Papazlara gidip tevbe ederek veya günahını itiraf ederek veya yardımda bulunarak günah çıkarırlar. Papazlar da güya onların günahını bağışlar. Müslümanların yaptığını bununla karıştırıp şirkle itham etmek yanlıştır.
Hem şirkle alakalı ayetlerin indiği zamanda puta tapmak vardı. Allah'a inanmakla birlikte putların da tesiri ve gücü olduğuna inanılıyordu. Hatta Allah'ın ortakları olduğunu söylüyorlardı. Allah'a tapmakla birlikte putlara da tapmak vardı. Müminler haşa böyle yapmıyorlar. Hak geldi batıl zail oldu. Allah'a inanarak ve sonucu da O'ndan bilerek dua ve ibadet ediyorlar. Yukarıda belirtilen ölçüye göre vesile yapıyorlar. Vesile yaptıklarına tapmıyorlar.
Vesile ile alakalı ayetlerden bazıları şöyledir:
"Ey îmân edenler! Allah’dan sakının! O’na (yaklaşmaya) vesîle arayın ve (O’nun)yolunda cihâd edin ki kurtuluşa eresiniz."(Maide,35)
"Hâlbuki (biz) her peygamberi ancak, Allah’ın izniyle, itâat olunması için gönderdik. Ve gerçekten onlar (günah işleyerek) nefislerine zulmettikleri zaman, sana gelip de Allah’dan mağfiret isteselerdi (ve) peygamber de onlar için bağışlanma dileseydi, şübhesiz Allah’ı, Tevvâb (tevbelerini kabûl edici), Rahîm (yalvarışlarına merhamet edici) olarak bulurlardı!" (Nisa,64)
"Rivâyet edilmiştir ki: Resûl-i Ekrem (asm)’ın defnedilmesinden sonra, bir bedevî geldi. Kendisini Allah Resûlü (asm)’ın kabrinin üzerine attı, öyle ki toprağından üstü başı toz toprak oldu. Ve dedi ki: “Yâ Resûlallah! Sen söyledin, biz de işittik! Ve îmân ettik ki: ‘Eğer gerçekten onlar nefislerine zulmettikleri zaman, sana gelip de Allah’dan mağfiret isteselerdi ve peygamber de onlar için bağışlanma dileseydi, şübhesiz Allah’ı, tevbelerini çok kabûl edici, kendilerine çok merhamet edici olarak bulurlardı!’ diye sana bir âyet indirildi.
İşte ben nefsime zulmettim! Sana, geldim! Dahîlek yâ Resûlallah! Günâhımdan dolayı Allah’dan mağfiret istiyorum! Sen de benim için Rabbimden bağışlanma dile!” diye yalvardı. Nihâyet Resûl-i Ekrem (asm)’ın kabrinden nidâ buyuruldu: “Ey kişi! Sana mağfiret edildi!” (Nesefî, c. 1, 340)
Dikkat edilirse Peygamberimize(s.a.v) giderek dua etmesini istemeyi ayette Cenabı Hak tavsiye ediyor. Direk Allah'a dua edebilirler. Fakat Peygamberimize(s.a.v) gidip O'nun dua etmesini istemek O'nu vesile yapmaktır.
"Onların (ilâh diye) yalvarıp durdukları şeyler, Rablerine hangisi daha yakın olacak diye vesîle ararlar;(2) O’nun rahmetini umarlar ve azâbından korkarlar. Çünki Rabbinin azâbı(pek) korkunçtur."(Nisa,57)
"Bedevîlerden öylesi de vardır ki, Allah’a ve âhiret gününe îmân eder, (Allah yolunda) harcadığını Allah katında yakınlıklara ve peygamberin duâlarına vesîle sayar. Bilesiniz ki gerçekten o (harcadıkları şeyler), kendileri için (Allah katında) bir yakınlıktır. Allah, onları yakında rahmetine (Cennetine) koyacaktır. Şübhesiz ki Allah, Gafûr (çok bağışlayan)dır, Rahîm (çok merhamet eden)dir." (Tevbe,99)
Vesile ile alakalı bazı rivayetler
Hz. Ömer’den rivayet edildiğine göre Adem (a.s.) cennetten çıkarılmasına sebep olan hatayı işledikten sonra affedilmesi için yaptığı duada Nebiyy-i Ekrem’in hakkı ile tevessülde bulunarak: “Allah’ım beni Muhammed’in hakkı için affeyle tevbemi kabul buyur” diye yalvarmış, Cenab-ı Hakk “Sen Muhammed’i nereden tanıyorsun” diye sorunca, Adem (a.s.), yaratıldığı zaman başını kaldırıp arşa baktığını, sütünlarında “La İlahe İllallah Muhammeden Rasulullah” cümlesini gördüğünü, ismi Allah’ın ismiyle yazılan birinin O’nun en sevdiği bir kul olması gerektiğini düşündüğünü ve bundan dolayı onun ismiyle tevessül ettiğini söylemiş. O da doğru söylediğini, ahir zaman Peygamberlerinin hakkı ile tevessülde bulunduğu için affedildiğini ve o olmasaydı kendisinin (Adem’i) de yaratılmayacağını bildirmiştir. (Beyhaki, Delail; Taberani, El-Mu’Cemu’s-Sağir; Kadi İyaz, Şifa)
Abdurrahman bin Sa’d (r.a.) şöyle anlatmıştır: İbn-i Ömer (r.a.) ile beraber oturuyordum. Ayağı birden kasıldı.
“Ya Eba Abdirrahman, ayağına ne oldu?” dedim.
“Kramp girdi” dedi.
“En çok sevdiğinin adını an da iyi olsun” dedim. İbn-i Ömer:
“Ya Muhammed!” diye nida etti. Ayağı hemen düzeldi.
(İbn Sa’d, et-Tabakatü’l-Kübra)
Enes b.Malik’ten (r.a) rivayet edildiğine göre ikinci halife döneminde Müslümanlar kuraklık yüzenden kıtlık tehlikesiyle karşı karşıya geldikleri zaman halife Ömer (r.a.), Abbas bin Abdulmuttalib’i (r.a.) vesile kılarak Allah’tan yağmur talebinde bulunur ve şöyle der: “Allah’ım! Bizler daha önce peygamberimizi vesile edinerek sana niyazda bulunurduk, sen de bize yağmur verirdin. Şimdi ise peygamberimizin amcasını vesile kılıyor ve senden talep ediyoruz, bize yağmur ihsan et!” Enes bin Malik (r.a.), Hz. Ömer’in (r.a.) bu dualardan sonra kendilerine yağmur ihsan edildiğini belirtir.”(Buhari, İstiska; Ayni, Umtedü’l Kari)
Himmet meselesi
Burada ölçü yukardaki ile aynıdır. Yani himmet beklenilen zat kendisinden bu himmet ve yardımı yapamaz. Ancak Allah kendisine böyle bir keramet ve izin verirse bu olabilir.
Allah'ın izniyle bazı veli zatların tasarrufu olduğu malumdur. Cenabı Hakk'a çok ibadet ve dua eden müttaki ve salih bazı zatlara Allah Teala bazı haller verir. Peygamberlere verilen olağanüstü haller yani mucizeler veya meleklere verilen vazifelerle meleklerin bazı işleri görmesi bunun örnekleridir. Peygamberlere verilen bir kısım mucizeler gibi veli zatlara da keramet verilmiştir. Sonuçta mucize de keramet de Allah'ın fiilidir. Fakat Allah istediğine verebilir ve vermiştir.
Tevatür derecesinde anlatılan Hızır (a.s), Abdülkadir Geylani (k.s) gibi zatlarla alakalı maceralar çoktur. Kehf Suresinde Allah'ın izniyle Hızır (a.s) bazı şeylere müdahale etmesi vardır. Hem veli zatlarla alakalı anlatılan maceralar ve hatıralar o kadar çoktur ki tevatür derecesine gelmiştir. Bu anlatılanlar olmamış denilirse veya yok öyle bir şey denilirse, "Birbirinden farklı çok fazla kişiler, birbirinden farklı zamanlarda ve mekanlarda birbirlerini tanımadıkları halde anlaşmış gibi yalan söylemişler ve bu yalanlar üzerine ümmet ittifak etmiştir." gibi bir sonuç ortaya çıkar. Haşa!
Fesübhanallah! Allah'ın düşmanı şeytan bir anda bir çok yerde bulunup insanlara vesvese verdiği halde, Allah'ın sevgili bir kuluna keramet verip tasarruf sahibi yapması akıldan hiç uzak değildir. İbadet ve takvaları az olduğu için bu tarz şeyler cebinde olmayan ve böyle lütuflara mazhar olamayanların böyle şeyleri inkar ederek şirk demesi normaldir.
Bir kimse medet ya fülan veya himmet ya fülan demesi, bu zatın Allah'ın katında makbul olması ve o zata Allah'ın keramet ve tasarruf vermesindendir. Yani Allah'ın izniyle bu yardım olabilir. Yoksa kendinde bu güç var demek değildir.
Eğer bunlar şirk ise insanları sebeblere müaracaatının hepsi şirk olur. Allah muhafaza!
Çünki mesela başımız ağrıdığında bir ilaç alıp kullanıyoruz. Sonra ağrı geçiyor. İlacı içtim ağrı kesildi, diyoruz. Şimdi bu ilaca müracaat etmek ve kullanmak şirk mi oldu. Eline kılıcı alıp her önüne gelene sallayan ve her şeye şirk veya küfür diyen ve mümin ve müslümanları küfür ve şirkle itham edenlerin mantığına göre bu da şirk olması lazımdır. Çünki onlara göre direk Allah'a dua edip O'ndan istemesi lazımdı. İlacı vesile veya araç etmemesi lazımdı. Fakat kimse böyle yapmıyor. Çünki Allah, ilacı vesile ederek şifa veriyor. Eğer bu şekilde sebeblere müracaat edilmezse Allah neticeyi vermiyor. Allah'ın adetullah veya sünnetullah veya şeriat-ı fıtrıye denilen kanunu böyledir. Sebeblere müracaat etmek fiili dua ve tedbirdir. Fakat sonuç Allah'a aittir. Sebepleri de sonuçları da yaratan O'dur.
Asıl büyük ve geniş cadde ehli sünnetin caddesidir. Bu cadde de yürümek lazımdır.