İlgili kısım Risale-i Nur'da şöyle geçmektedir:
Ama ikinci şık şübhen ki: Bazı esbâb, cüz’iyâtın bazı ubûdiyetlerine merci‘ olsa, o Ma‘bûd-u Mutlak olan Zât-ı Vâcibü’l-Vücûd’a müteveccih zerrâttan seyyârâta kadar mahlûkātın ubûdiyetlerine ne noksân gelir?1
Burada imani noktada şüpheye düşen kişi şöyle bir soru sorar: Sebeplerin bazı küçük işlerde aracı gibi görünmesinin Allah’ın mutlak hâkimiyetine ne zarar verebilir ki? Cevapta Bediüzzaman Hazretleri, sebeplerin hakiki tesir sahibi olmadıklarını izah eder. Onlar sadece kudretin önüne konmuş birer perdedir. Hakikatte yapan, yaratan ve idare eden yalnız Allah’tır. Bu yüzden ateşin yakması, doktorun tedavi etmesi, güneşin ısıtması gibi fiillerde sebepler öne çıksa bile, bunlar yaratıcıya ibadet noktasında bir noksanlık getirmez. Zira atomlardan yıldızlara kadar bütün yaratılanlar, yaratılış gayeleriyle sürekli Allah’a itaat hâlindedir. Sebeplerin görünüşteki rolü, bu fıtrî ibadeti gölgelemez. Aksine, kudretin azametini gizlemek için konulmuş hikmetli perdeler oldukları anlaşılır. Böylece hem tevhid bozulmaz hem de kâinat çapında işleyen İlâhî düzenin tamamı doğrudan Allah’a dayanır.
Bu sualde özetle şu soruluyor: Mesela güneş kâinat içinde bir sebeptir. Hayata yaptığı hizmet dolayısıyla, "bazı insanlar ona aşırı sevgi besleyip ona tapsalar, Allah'a ibadet eden sınırsız yaratılanların ibadetlerinde bir eksilme olmaz ki?" manasında soruluyor.
Ya da bazı insanlar çiftçilikte öküzden çok faydalandıklarından dolayı ona aşırı minnet besleyip tapmaya başlıyorlar. "Bu tapmaların, bütün kâinat Allah'a ibadet ederken ne kıymeti olabilir ki? Allah en küçük bir şirke dahi müsaade etmiyor" diye soruluyor.
Bediüzzaman Said Nursi, Lemalar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 199.

