Sekizinci Lema’da geçen ilgili kısmı, devamıyla birlikte izah eder misiniz?
Kerâmet-i gaybiye-i Gavsiyenin bir tetimmesidir.
Abdulkadir Geylani Hazretlerinin bu risalede izah edilen gayba dair kerametini tamamlayan ilâve kısım.
{ اَغ۪يثُكَ فِي الْأَشْيَآءِ دَهْرًابِهِمَّت۪ي تَوَسَّلْ بِنَاف۪ي كُلِّ هَوْلٍ وَشِدَّةٍ
“Her tehlike ve sıkıntıyı gidermek için bizi vesile yap. Himmetimle her şeyde her zaman sana yardım edeyim.”[1]
Hazret-i Gavs’ın kerâmet-i Gavsiyesinde beş satırdan bahsedilmişti. O beşten dördü, her biri bir cihette Hizbü’l-Kur’ân’a işaret ettiğini anlamıştık. Burada yazılan başta تَوَسَّلْ ile başlayan satırdan ise, hiçbir işaretini anlamamıştık. Onun için onun altında hâşiye olarak bir şey yazılmamıştı.
Bu risalede Gavs-ı Azam Abdulkadir Geylani Hazretlerinin gelecekle alakalı muhteşem bir kerameti izah edilmektedir. Hz. Şeyh (ks); beş satırlık beytiyle bu zamanda Kur’ân’a ve imana hizmet eden başta Bediüzzaman Hazretleri olmak üzere Risale-i Nur Talebelerine beş tarzla işaret edip onlardan haber vermektedir. Risalenin buraya kadarki kısmında sırlarla dolu beş satırlık beytinin dördünde Abdulkadir Geylani Hazretlerinin, bu asırdaki Kur’ân hizmetkârları olan Risale-i Nur Talebelerine işaretleri hem mana olarak hem de ebced hesabıyla izah edilip anlatıldı. Ancak bu beyitlerin تَوَ سَّلْ ile başlayan ilk satırının hiçbir işareti anlaşılmamış ve anlatılmamıştı. Onun için ilk beytin altına dipnot ve izah olarak herhangi bir şey yazılmayarak geçilmişti.
Bu def‘a, odamda ta‘lîk edilen o levhaya baktım. Birdenbire kalbime ihtâr edildi ki: “Baştaki satırın size âidiyeti var. İlm-i cifrin kaideleriyle size bakıyor. Ne için dikkat etmiyorsun?” Ben dikkat ettim, bir şey anlamadım.
Bediüzzaman Hazretleri, beş beytin yazılı olduğu odasında asılı olan levhaya bakıyor. Birdenbire Hz. Üstad’ın kalbine doğan bir mana ile, manevi bir uyarı ve bir ilhamla şöyle bir hatırlatma yapılıyor: Baştaki satırın sizinle bir bağı ve alakası var. Ebced ve cifir ilminin kural ve esaslarıyla size bakıyor ve sizden haber veriyor. Ne için dikkat etmiyorsun?
Bu manevi hatırlatma ve uyarı üzerine Hz. Üstad ilk satıra dikkatle baktığını ancak herhangi bir şey anlamadığını ifade ediyor.
Tekrar ihtâr edildi ki: “Bu satır birisine emrediyor ve nidâ ediyor.” Her halde bu adamın ismi yâ-yı nidâ ile beraber, örfen ve makamen ve kaideten ma‘nâ cihetinde mevcûd bulunmak lâzım gelir. Bundan sonra gelen beyitlerde medâr-ı hitâb olan ‘Mürîd’ kelimesinden murad kim ise, burada dahi o muraddır. Öyle ise, تَوَسَّلْ kelimesinden sonra bir isim, nidâ ile murad ve mukadderdir.
Sonra Hz. Üstad’a tekrar bir hatırlatma yapılarak kalbine şöyle bir mana geliyor: Bu satır, birisine seslenerek bir emir veriyor. (Her tehlike ve sıkıntıyı gidermek için bizi vesile yap!) Her halde seslenilen ve hitap edilen kişinin ismi, seslenme edatı ile beraber gerek örf ve âdet bakımından gerekse makam ve anlam yönünden bulunması lazım geliyor. Çünkü “Bizi vesile yap!” diye bir hitap ve sesleniş söz konusudur.
Buradaki “Bizi vesile yap!” cümlesinde bir emir ve sesleniş bulunmaktadır. Bu emir, bir şahsa hitabı ve seslenişi gizli olarak bildirmektedir. Tıpkı günlük hayatta bizlerin de muhataplarımızla, onların isimlerini zikretmeden (gizli özne) veya herhangi bir hitap edatı kullanmadan konuştuğumuz gibi. “Beni çağır!, Buyurun!. Bana haber et!, Vaktinde gelin!” Gibi.
Hem bu beyitten sonraki dört satırlık beyitte Gavs-ı Azam Hazretlerinin “Müridim” diye hitap edip konuştuğu şahıs kim ise[2] bu ilk beyitte de kastedilen şahıs aynı kişidir. Öyle ise, تَوَسَّلْ “Bizi vesile yap!” kelimesinden sonra beyitte açıkça bulunmadığı halde sözün gelişinden ve seslenme edatından dolayı bir ismin bulunduğu anlaşılmaktadır. Elbette o isim, diğer beyitlerde açıkça ortaya çıkan Hz. Üstad’ın ismidir.
Hem اَغ۪يثُكَ ’ deki hitâb kime âit olduğu anlaşılmak için, nidâ ile bir isim zikretmek lâzım geliyor. Madem her halde bir isim lâzımdır, elbette o isme delâlet eden bir karîne bir emâre vardır. O vakit bir emâre aradım. Gördüm ki, âhirdeki satırda ‘Saîd’ ismi yâ-yı nidâ ile beraber bu iki yerde murad olduğuna iki delil var.
Hem اَغ۪يثُكَ “Sana yardım edeyim!” cümlesinde seslenilen muhatabın kim olduğunu anlamak için, seslenme ile birlikte hitap edilen kişinin ismini de söylemek gerekir. Madem dil kurallarında gramer kaidesi olarak gerekse konunun tam anlaşılabilmesi için bir isim gereklidir. Elbette o ismi bildirmeye ve göstermeye rehberlik ve aracılık edecek olan bir işaret ve alâmet de olacaktır. Bunun üzerine Hz. Üstad bir işaret ve ipucu aramaya başlar. Görür ki en son satırda bulunan تَع۪يشُ سَع۪يدًا “Taîşu Saîden’’[3] cümlesindeki “Said” ismi, nida edatıyla beraber bu iki yerde de -تَوَسَّلْ “Bizi vesile yap!” ve اَغ۪يثُكَ “Sana yardım edeyim!”- bulunduğuna dair iki delil vardır.
Birinci delil: Bu beytin dört arkadaşının ‘Saîd’ ismine işaretleridir.
Birinci delil: Bu birinci beytin arkadaşları olan diğer dört beytin hem mana olarak hem de ebced hesabıyla pek çok tarzda ‘Said’ ismine işaret etmeleri ve O’nu göstermeleridir.[4]
İkinci delil: Hem birinci, hem ikinci fıkra dahi, aynı bin iki yüz doksan dört (m. 1877) eder ki, müteaddid yerde cenâb-ı Gavs’ın işâret-i gaybiyesinden fitne-i âhir zamanın başlangıcı olan tarihi gösteriyor. O tarih ise, hem bu isim sâhibinin Arabî târîh-i velâdetine, hem âlem-i İslâm’ın başına gelen hâdisât-ı elîmenin hevl ve şiddetin en büyük sebebi olan doksan üç (m. 1877) Rus Harbi'nin şiddet-i târîhine tesâdüf ediyor.
İkinci delil: Bu ilk beytin her iki cümlesinin ebced değeri Hicrî 1294 (m. 1877) etmektedir. Bu tarih, Abdulkadir Geylani Hazretlerinin gayba dair haber verdiği birçok yerde, fitne-i ahir zamanın[5] başlangıç tarihidir. Miladî 1877 tarihi, hem bu isim sahibi olan Bediüzzaman Hazretlerinin doğum tarihine hem de İslâm dünyasının başına gelen üzücü ve acıklı olayların, korku ve şiddetin en büyük sebebi olan meşhur 93 Harbi’ne[6] yani Osmanlı-Rus Savaşı’na da tam denk gelmektedir.
O vakit hem tâûn ve vebâ, hem kaht ve galâ, hem Rus’un zulüm ve istîlâsı zamanına tesâdüf ediyor.
Miladî 1877 tarihi, vebâ gibi bulaşıcı ve ölümcül salgın hastalık zamanına[7] hem yokluk, kıtlık ve fakirlik dönemine hem de Rusların İstanbul sınırına kadar ilerleyerek yüz binlerce Müslümanı katledip zulmettikleri tarihe denk gelmektedir.
Hazret-i Gavs bu beytinde ve bu kasîdesinde fitne-i âhirzamana bakıyor. O fitnenin başlangıcı olan bin iki yüz doksan üç (m. 1877) ve dört tarihine, تَوَسَّلْ satırının her fıkrası ‘Yâ Saîd’ kelimesiyle beraber aynı tarihi gösteriyor. Biri bin iki yüz doksan dört (m. 1878), diğeri bin iki yüz doksan beş (m. 1878) tarihini gösteriyor. O tarih Rûmî hesab ile olsa, Said’in mebde’-i tufûliyetine, eğer Arabî tarihiyle olsa (m. 1877), velâdet zamanına tevâfuk ediyor.
Abdulkadir Geylani Hazretleri bu beytinde ve bu kasîdesinde, fitne-i âhir zamana bakıp tarihiyle ondan haber vermektedir. Ahir zaman fitnelerinin başlangıç tarihi olan Rumî 1293 (m. 1877) ve Rumî 1294 (m. 1878) tarihine, تَوَسَّلْ “Bizi vesile yap!” satırının her bir kısmı “Yâ Said!” kelimesiyle beraber işaret etmektedir. Biri 1294 (Rumî 1293-Miladî 1877), diğeri 1295 (Hicrî 1295-Miladî 1878) tarihini gösteriyor. Demek o tarih Rumî hesaba göre olsa (Rumî 1294), Hz. Üstad’ın çocukluk döneminin başlangıcına (m. 1878) denk gelmektedir. Eğer Arabî tarih ile olsa (Hicrî 1294) o zaman da Hz. Üstad’ın dünyaya geldiği zamana (m. 1877) tam tevafuk edip denk gelmektedir.
Eğer fıkra-i ûlâdaki هَوْلٍ kelimesindeki tenvîn ile ikinci fıkradaki دَهْرًا kelimesinde tenvîn nûn sayılsalar, o vakit her bir fıkra bin üç yüz kırk dört (m. 1928) veya beş (m. 1929) tarihini gösterecek ki, fitne-i âhirzamanın ma‘neviyât cihetinde en elim zamanına; ve izn-i İlâhî ile himâye ve himmet ve duâ-yı Gavsiyede bulunan Said’in dahi en elim ve en sıkıntılı zaman-ı esâretine tevâfuk ediyor.
Eğer birinci satırın ( اَغ۪يثُكَ فِي الْأَشْيَآءِ دَهْرًابِهِمَّت۪ي تَوَسَّلْ بِنَاف۪ي كُلِّ هَوْلٍ وَشِدَّةٍ)[8] iki fıkrasında geçen هَوْلٍ “Tehlike” ve دَهْرًا “Zaman” kelimelerindeki tenvin nûnlar sayılsalar, o vakit her bir fıkra Rumî 1344 (m. 1928) veya Rumî 1345 (m. 1929) tarihlerini göstermektedir.
Bu tarihler; ahir zaman fitnelerinin manevi dehşetini gösteren en acı verici zamanına tevafuk etmektedir. Zira bu dönemde; hilâfet kaldırılmış, harf inkilâbı ile Kur’ân harfleri ve hükümleri yasaklanmış, Kur’ân eğitim ve öğretimi engellenmiş, Türk Medeni Kanunu adı altında tüm İslâmi kanunlar kaldırılıp yerlerine batının kanunları konulmuş, sarık ve çarşaf başta olmak üzere İslâmî kılık-kıyafet yasaklanıp yerlerine bid’at denilen ve İslâm’da yeri olmayan batı âdetleri mecbur kılınmış, Allah demenin suç sayılıp tüm Allah Allah diyen tekke, zaviye ve medreseler kapatılmış, İslâm’ın ve Kur’ân’ın hükümlerini savunup direnenler acımasızca İstiklâl Mahkemeleri’nde şehit edilmiş ve daha sayamadığımız türlü cefa ve sıkıntılarla mü’minlere zulümler yapılmıştır.
Miladî 1928-29 tarihleri aynı zamanda Bediüzzaman Hazretlerinin en zor ve en sıkıntılı zamanı olan Barla sürgününde olduğu ve Allah’ın izniyle Abdulkadir Geylani Hazretlerini vesile[9] kılarak himmet, koruma ve yardım duasında bulunduğu zamana da tam tevafuk edip denk gelmektedir.
Bilindiği üzere Hz. Üstad; Eğirdir Gölü kenarında, kuş uçmaz, kervan geçmez, dağlar arasında ücra bir köşede bulunan Barla’da kaldığı sekiz sene boyunca (1927-1934) devamlı surette gözetleme altında tutularak hiç rahat bırakılmamıştır. Zamanla baskılar şiddetini artırmış, en basit haklarından bile mahrum bırakılmıştır. İnsanlarla görüşmesi, selamlaşması ve mektuplaşması engellenmeye çalışılmış, kendisini gizlice ziyarete gelenler yakalandıkça karakola çekilip dayak atılmıştır. İçişleri Bakanlığı’nın gizli ve resmi emriyle başta nahiye müdürü, köydeki bazı öğretmen ve memurlar sürekli Hz. Üstad’ı takip altında tutuyor, aleyhinde dedikodular yapıyor ve O’na devamlı ızdırap veriyorlardı. Bediüzzaman Hazretleri böylesine sıkıntılı bir dönemde, kuvvetli bir teselliye ve iman-Kur’ân hizmetinde şevk ve gayrete şiddetli ihtiyaç duyduğu o dönemde Allah’ın izniyle Gavs-ı Azam Hazretlerinden himmet ve yardım duasında bulunmuştur.
Bu تَوَسَّلْ beytinin işâret-i gaybiyesi çendân zaîf ise de, öteki dört beytin sarâhate yakın işaretleri, bunun zaîf işaretini takviye ediyor.
Bu تَوَسَّلْ “Bizi vesile yap!” diye başlayan ilk beytin gayba dair işaretleri gerçi bir derece zayıf gibi görünse de diğer dört beytin Hz. Üstad’dan haber veren apaçık işaret ve delilleri, bu beytin zayıf işaretini de takviye edip güçlendirmektedir. Zira bu birinci beytin arkadaşları olan diğer dört beytin hem mana olarak hem de ebced hesabıyla pek çok tarzda “Said” ismine işaret etmeleri ve O’nu göstermeleri, bu beytin zayıf işaretlerini kuvvetli ve sağlam bir delil haline getirmektedir.[10]
Çünki gayet zaîf ve incecik iplerin ictimâında koparılmayacak derecede kuvvet bulunduğundan, elbette bir zaîf emâre, kavî işaretlerin işaret ettikleri aynı şeye işaret etse, delâlet derecesinde bir işarettir, denilebilir.
Nasıl ki gayet ince ve zayıf iplerin yüzlercesi bir araya geldiğinde kopmaz sağlam bir halatı meydana getirir. Öyle de gayet zayıf bir işaret ve alâmet, güçlü ve kesin delillerin işaret ettiği aynı şeye işaret ediyorsa, artık o zayıf işaret delâlet[12] derecesinde kuvvetli bir delile dönüşmüş olur. Çünkü bu durumda o zayıf işaret, kuvvetli delillerle bir araya gelmiş ve onlardan kuvvet alarak kendisi de kuvvetli bir delil haline gelmiştir.
Muhtasar bir tahlîl: تَوَسَّلْ بِنَاف۪ي كُلِّ هَوْلٍ وَشِدَّةٍ fıkrası, شِدَّةٍ lafzındaki (ت), kelimesinin hurûf-u asliyesinden olmadığından, vakıf vaktinde kaideten (ه) ye kalb olduğu cihetle, o (ت) (ه) sayılır. Baştaki تَوَسَّلْ deki (ت) ile شِدَّةٍ deki (ش) yedi yüz, şeddeli (س) yüz yirmi, (ف۪ي) deki (ف) seksen, mecmûu dokuz yüz; dört (ل) yüz yirmi, (ن ب), üç (و), iki (ه), bir (ك), bir (ي) ve bir الف yüz on bir; شِدَّةٍ deki şeddeli (د) sekiz, mecmûu bin yüz otuz dokuz; تَوَسَّلْ kelimesinden evvel veyahud sonra ‘Yâ Saîd’ kelimesi yüz elli beş ediyor. Yekünü bin iki yüz doksan dört (m. 1877) eder. [11]
Kısa ve öz bir analiz: Bu kısımda Bediüzzaman Hazretleri تَوَسَّلْ بِنَاف۪ي كُلِّ هَوْلٍ وَشِدَّةٍ “Her tehlike ve sıkıntıyı gidermek için bizi vesile yap.”[1] fıkrasını ebced hesabına göre tahlil edip incelemektedir. Netice itibariyle bu fıkranın ebced değeri 1139 ettiği görülmektedir.
تَوَسَّلْ kelimesinden önce veya sonra ebced değeri 155 olan “Yâ Saîd” kelimesi de yazılsa o vakit bu fıkranın toplam rakamsal değeri Hicrî 1294 (m. 1877) olmaktadır. Miladî 1877 tarihi; hem Hz. Üstad’ın dünyaya geldiği tarihi hem de ahir zaman fitnelerinin başlangıç tarihini tam olarak haber vermektedir. Bu arada “Ya Saîd” kelimesi, nida edatıyla beraber تَوَسَّلْ “Bizi vesile yap!” kelimesiyle beraber bulunduğuna dair iki delil, bir önceki sayfanın şerhinde detaylı olarak izah edilmiştir.
[1] Abdulkadir Geylani (ks), Mecmuatü'l-Ahzab, Şazeli cildi, s.560
[1] Abdulkadir Geylani (ks), Mecmuatü'l-Ahzab, Şazeli cildi, s.560
[2] Abdulkadir Geylani Hazretlerinin bu beyitlerinde “Müridim” dediği kişinin Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri olduğu, bu risalenin baş kısımlarından itibaren izah edilmiştir. İlgili kısımların şerh ve izahlarına bakılabilir.
[3] Said (bahtiyar) olarak yaşarsın.
[4] Bu işaretleri görmek için, ilgili kısımların şerh ve izahlarına bakılabilir.
[5] Fitne-i ahir zaman: Ahir zaman fitnesi, dünyanın son devresinde görülen fitneler, bozulmalar. Deccal fitnesi.
[6] 93 Harbi ya da Osmanlı-Rus Savaşı (1877-1878): Osmanlı padişahı II. Abdülhamit ve Rus çarı II. Alexander döneminde yapılmış olan bir Osmanlı-Rus Savaşı'dır. Rumi takvime göre 1293 yılına denk geldiğinden Osmanlı tarihinde 93 Harbi olarak bilinir. Savaşın en temel sebebi; Rusya’nın Osmanlı Devleti’ni Balkan topraklarından atmak istemesidir. Bir başka ifadeyle 93 Harbi Rusya’nın panislavizm politikasının doğal bir sonucudur.
Osmanlı Devleti savaş sonunda ağır bir yenilgi aldı. 93 Harbi sonrasında alınan ağır yenilginin faturası önce Ayastefanos, İngiltere'nin bastırması sonrasında da Berlin Antlaşması imzalanmak zorunda kalınmıştır. Bu faturayla Osmanlı Devleti; Romanya, Sırbistan, Karadağ ve Bosna-Hersek, Kars, Ardahan ve Batum ve Besarabya'yı kaybetti. Makedonya ve Trakya hariç olmak üzere Balkanlar’ın önemli bir bölümü Osmanlı hakimiyetinden çıktığı için Balkanlar’dan Anadolu’ya doğru büyük bir göç dalgası yaşandı. 93 Harbi sonucunda Balkanlar’da yüz binlerce Müslüman katledilirken, sayısı 1 milyona yaklaşan insan ise sürgüne uğramıştı.
Ancak savaş kaybedilse de Gazi Osman Paşa‘nın Plevne’de, Gazi Ahmet Muhtar Paşa‘nın ise Erzurum’da yaptığı savunmalar, savaş tarihi açısından oldukça önemli ve başarılı savunma savaşı örnekleri arasına girmiştir.
[8] Abdulkadir Geylani (ks), Mecmuatü'l-Ahzab, Şazeli cildi, s.560
[9] Sözlükte “yaklaşmak, sarılmak, başvurmak, sebep aramak ve maksada ulaşmak için bir şeyi vasıta kılmak” anlamına gelen “tevessül’’ ise, dinî literatürde, bir isteğin, bir işin veya arzunun yerine gelebilmesi için ilim, amel, ahlâk veya bazı şahısları aracı kılmayı ifade etmektedir. Ehl-i sünnet inancına göre “tevessül” haktır. Başta âyet-i kerimelere, hadis-i şeriflere, sahabe uygulamalarına ve İslam âlimlerinin görüşlerine bakıldığında tevessülün hak olduğu açık bir şekilde gözükmektedir.
[10] Bu işaretleri görmek için, ilgili kısımların şerh ve izahlarına bakılabilir.
[11] Bediüzzaman, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 163-64
[12] Delâlet; bir lafzın (sözün) bir anlamı ifade etmesi, göstermesi ve delil olması anlamlarına gelir.