Soru

İnsanın Fıtratında Bulunan Beka Aşkı / 3. Lema

3. Lema'nın 2. Nükte'sini cümle cümle izah eder misiniz? 

Tarih: 23.03.2025 11:56:18

Cevap

İkinci Nükte: İnsanın fıtratında bekāya karşı gāyet şedîd bir aşk var. Hatta herbir sevdiği şeyde kuvve-i vâhime cihetiyle bir nevi‘ bekā tevehhüm eder, sonra sever. Ne vakit zevâlini düşünse veya görse, derinden derine feryâd eder. Bütün firâklardan gelen feryâdlar, aşk-ı bekādan gelen ağlamaların tercümanlarıdır. Eğer tevehhüm-ü bekā olmazsa, muhabbet edemez.

İnsanın yaratılışı/fıtratı gereği sonsuzluğa, ebediyete karşı çok güçlü bir sevgi ve arzusu vardır. Bu; kalıcı olma isteği, ölümden sonra var olma arzusu ve yok olmamayı isteme duygusudur. Ve aynı zamanda insan sevdiği şeylerde, hayal gücüyle onların kalıcı olduğunu ya da kalıcı olabileceğini zanneder. Ancak böyle algıladığında, kendisi ile ebedi olarak kalacağını düşündüğünde onları gerçekten sevmeye başlar. Ama sevdiği şeyin yok olacağını fark ettiğinde ya da bunu gözlemlediğinde, içinde derin bir acı hisseder ve ruhunda bir feryat yükselir. Bundan dolayı insanın ayrılıklar karşısında yaşadığı acı, aslında onun içindeki sonsuzluk arzusunun bir yansımasıdır. İnsan, sevdiği şeylerden ayrıldığında ya da onların yok olacağını fark ettiğinde acı çeker. Bu acı, ebedîlik özlemi ve hiçbir şeyin kaybolmamasını isteme duygusunun bir ifadesidir.

Hatta denilebilir ki: “Âlem-i bekānın ve ebedî cennetin bir sebeb-i vücûdu, şu mâhiyet-i insaniyedeki o şedîd aşk-ı bekādan çıkan gāyet kuvvetli arzu-yu bekā ve bekā için fıtrî ve umûmî duâdır ki; Bâkî-i Zülcelâl, o şedîd sarsılmaz fıtrî arzuyu ve o te’sîrli kuvvetli umûmî duâyı kabûl etmiştir ki; fânî insanlar için bâkî bir âlemi halketmiş.”

İnsanın mahiyetinde, sonsuz yaşama karşı çok şiddetli bir isteği vardır. İnsanın içindeki bu ebediyete karşı olan arzusu, ‘Ya Rab bizi edebi eyle demek kabilinden’ fıtrî bir duadır. Bu istek öylesine kuvvetlidir ki, adetâ bütün insanlığın ortak bir duasına dönüşmüştür. İşte Bâkî olan Allah, bu arzuyu ve bu güçlü duayı kabul etmiştir. Bu yüzden, geçici olan insanlar için kalıcı bir âlem yaratmıştır.

Hem hiç mümkün müdür ki: Fâtır-ı Kerîm, Hâlik-ı Rahîm, küçük midenin cüz’î arzusunu ve muvakkat bir hayat için lisân-ı hâl ile ettiği duâsını, hadsiz envâ‘-ı mat‘ûmât-ı lezîzenin îcâdıyla kabûl etsin de, umum nev‘-i beşerin pek büyük bir ihtiyâc-ı fıtrîden gelen pek şiddetli bir arzusunu; ve küllî ve dâimî ve haklı ve hakîkatli, kāllî ve hâllî, bekāya dâir gāyet kuvvetli duâsını kabûl etmesin. Hâşâ! Yüz bin def‘a hâşâ! Kabûl etmemesi mümkün değildir. Hem hikmet ve adâletine ve rahmet ve kudretine hiçbir cihetle yakışmaz.

Merhametli ve cömert olan Yüce Allah, küçücük midenin geçici bir hayat için yaptığı fıtri dualarını bile kabul edip sayısız lezzetli yiyecekler yaratıyorsa; bütün insanlığın ortak, haklı ve hakikatli olan, dili ve hali ile istediği sonsuzluk, ebediyet arzusunu nasıl kabul etmesin? Yani insan midesinin, açlık karşısında yaptığı sessiz duası bile karşılıksız kalmıyorken, bütün insanlığın gök gürültüsü gibi olan ebedîlik arzu ve  duası elbette karşılıksız kalmayacaktır. İnsanın bu büyük arzu ve isteğini kabul etmemek, Allah’ın hikmetine, adaletine, merhametine ve kudretine hiçbir şekilde yakışmaz.

Madem insan bekāya âşıktır. Elbette bütün kemâlâtı ve lezzetleri, bekāya tâbi‘dir. Ve madem bekā, Bâkî-i Zülcelâl’e mahsûstur ve madem Bâkî’nin esmâsı bâkiyedir. Ve madem Bâkî’nin aynaları, Bâkî’nin rengini ve hükmünü alır ve bir nevi‘ bekāya mazhar olur. Elbette insana en lâzım iş ve en mühim vazîfe; o Bâkî’ye karşı alâka peydâ etmektir ve esmâsına yapışmaktır. Çünkü Bâkî yoluna sarf olunan her şey, bir nevi‘ bekāya mazhar olur

İnsan, sevdiği ve değer verdiği şeylerin kalıcı olmasını ister. Geçici olan şeyler, insana tam anlamıyla lezzet vermez. Çünkü insanın ruhunda, her güzelliğin ve mutluluğun ebedî olması gerektiğine dair bir arzu vardır. Bu yüzden, gerçek mutluluk ve mükemmellikler ancak sonsuzlukla anlam kazanır. Madem insanda böyle bir durum var, gerçek ebediyet yalnızca Allah’a aittir; çünkü yalnızca O, ezelî ve ebedîdir. Dolayısıyla Allah’ın isimleri ve sıfatları da sonsuz ve ebedidir. Örneğin, O’nun merhameti, adaleti, ilmi ve kudreti gibi sıfatları hiçbir zaman yok olmaz. Allah’ın isim ve sıfatları, O’nun yarattığı mahlukata yansır. Yani Baki olan Allah’ın isimlerini ve sıfatlarını, kim kendi üzerinde yansıtırsa; o mahluk da bir nevi kalıcılığa, ebediyete erişir. O zaman şunu söyleyebilriz ki; insanın yapması gereken en önemli iş, Allah’a (Bâkî’ye) karşı kalpten bir bağ kurmak, O’nun isimlerine sarılmak ve O’nun emir ve yasakları çerçevesinde yaşamaktır. Çünkü Allah’ın yolunda yapılan her şey, insana bir şekilde sonsuzluk ve kalıcılık kazandırır.

İşte onun için ikinci cümlesi, bu hakîkati ifade ediyor. İnsanın hadsiz ma‘nevî yaralarını tedâvi etmekle beraber, fıtratındaki gāyet şiddetli arzu-yu bekāyı onunla tatmîn ediyor.[1]  

İnsan ilk defa يَا بَاق۪ٓي اَنْتَ الْبَاق۪ي  cümlesini söylediğinde kalben bağlanmış olduğu ve fıtraten alakadar olduğu varlıklarla kalbî bağlarını koparır. Varlıkların geçici ve fani olduğunu, geçici ve fânî olan her şeyin de yok olacağından dolayı  ruhen, ma’nen yaralar alır. Öyle ki kalbine koyduğu sevdikleri adedince yaralarla ızdırap çeker. İkinci defa يَا بَاق۪ٓي اَنْتَ الْبَاق۪ dediği zaman, Allah’ı (Bâkî'yi) anarak, insan kalbi ezeli ve ebedi olan Allah’a yönelir ve bu yaralar tedavi edilmiş olur." Madem Allah var ve baki, o zaman üzülme, senin için herşey var" tesellisini bu mübarek kelimeden alır. İşte bu kelam hem manevi anlamda insanın aldığı yaraları iyileştirir, hem de insanın ebediyet arzusunu tatmin etmiş olur. 


[1] Bediüzzaman, lemalar, Hayrat neşritat,2007,s11


Yorum Yap

Yorumlar