RİSALE-İ NUR

29.05.2008

4945

Sonsuz Nimetlere Şükretmenin Yolu

Fâni, âciz ve fakir bir insan, şu kısacık ömründe kendisine ihsan edilen sonsuz nimetlere karşı nasıl şükür edebilir? Bunun yolu var mıdır?

* *

**** ****

29.05.2008 tarihinde sordu.

Cevap

Fâni, âciz ve fakir insan, kısa ömrüyle sonsuz nimetlere mukabil hakiki bir şükrü elbette eda edemez. Çünkü nimetler nihayetsiz, insanın gücü ise mahduttur, sınırlıdır. Lâkin Cenâb-ı Hak, kullarına rahmetiyle kolay bir yol göstermiştir. O da niyet, şuur ve ubudiyettir. Yani insan kendi aczini, fakrını, kusurunu bilip, her nimeti Allah’tan bilse, o nimette İlâhî rahmetin tecellisini görse ve kalben “Elhamdülillah” dese; işte o zaman az bir amelle büyük bir şükrün kapısını açar. Bu Konuda Bediüzzaman Hazretleri şükrü bize şöyle tarif eder:

Küllî bir niyetle, hadsiz bir i‘tikād ile. Meselâ, nasıl ki bir adam, beş kuruş kıymetinde bir hediye ile bir padişahın huzuruna girer. Ve görür ki, her biri milyonlara değer hediyeler, makbûl adamlardan gelmiş. Orada dizilmiş. Onun kalbine gelir: “Benim hediyem hiçtir, ne yapayım?” Birden der: “Ey seyyidim! Bütün şu kıymetdar hediyeleri, kendi nâmıma sana takdîm ediyorum. Çünkü sen onlara lâyıksın. Eğer benim iktidarım olsa idi, bunların bir mislini sana hediye ederdim.” İşte hiç ihtiyacı olmayan ve raiyetinin derece-i sadâkat ve hürmetlerine alâmet olarak hediyelerini kabul eden o padişah, o bîçârenin o büyük ve küllî niyetini ve arzusunu ve o güzel ve yüksek i‘tikād liyâkatini, en büyük bir hediye gibi kabul eder.1 

İnsan sonsuz nimetlere ancak sonsuz niyetlerle şükredebilir. Meselâ, fakir bir adam bir sultanın huzuruna girdiğinde getirdiği hediyesini ona takdim ederken bakar ki, zengin bazı zatlar çok değerli hediyelerle oraya gelmişler. Gönlünden benim getirdiğim bu hediyenin ne değeri var ki diye geçerken, aslında sultanın servetçe o hediyelere hiçbir ihtiyacı olmadığı aklına gelir. Der ki, “Ey sultanım eğer benim elimden gelseydi bütün bu hediyeleri sana ben getirirdim. Çünkü sen bunların hepsine ve daha fazlasına layıksın.” İşte bu misal gibi, bir kul Cenab-ı Hakk’a ibadet ederken bütün varlıkların yaptıkları şükür ve ibadetleri kendi yapmış gibi niyet ederek Allah’a takdim edebilir. Böylelikle büyük ve umumi bir şükür yapmış olur. Namazdaki Fatiha ve Tahiyyat’ta bu manalar vardır. Bu Konuda Bediüzzaman Hazretleri ise şöyle söylemektedir:

Âciz bir abd namazında اَلتَّحِيَّاتُ لِلّٰهِ der. Yani “Bütün mahlûkātın hayatlarıyla sana takdîm ettikleri hediye-i ubûdiyetlerini, ben kendi hesabıma, umumunu sana takdîm ediyorum. Eğer elimden gelse idi, onlar kadar tahiyyeler sana takdîm edecektim. Hem sen onlara, hem daha fazlasına lâyıksın.” İşte şu niyet ve i‘tikād, pek geniş bir şükr-ü küllîdir. Hem nebâtâtın tohumları ve çekirdekleri, onların niyetleridir. Meselâ,kavun, kalbinde nüveler sûretinde bin niyet eder ki, “Yâ Hâlikım! Senin esmâ-yı hüsnânın nakışlarını yerin birçok yerlerinde i‘lân etmek isterim.” Cenâb-ı Hakk gelecek şeylerin nasıl geleceklerini bildiği için, onların niyetlerini bilfiil ibâdet gibi kabul eder.2 

Âciz bir kul, namazda اَلتَّحِيَّاتُ لِلّٰهِ yani“Bütün tahiyyeler, selamlar ve hayatın tüm izleri Allah’a mahsustur” diyerek aslında çok derin bir hakikati dile getirir

Bu kelâmın manası sadece “Selâm Allah’a olsun” değildir; belki şu mânâyı taşır;

“Ya Rabbi! Yeryüzünde hayat sahibi ne kadar mahlûk varsa, her biri kendi diliyle sana bir tahiyye, bir ubûdiyet, bir teşekkür arz ediyor. Ben ise aczime rağmen onların hepsinin niyetini kendi niyetim gibi kabul ederek, hepsinin tahiyyelerini sana takdim ediyorum. Eğer elimden gelseydi, bütün o hayatlar kadar tahiyyeleri, bütün o teşekkürleri ben de bizzat sana arz ederdim. Çünkü sen buna hem lâyıksın, hem onların hepsinden daha fazlasına müstehaksın.”
İşte bu niyet, şükrün en geniş şeklidir.
“Şükr-ü küllî” dir. Çünkü bir insan, kendi gücü yetmediği halde, bütün mahlûkat namına teşekkür etmeye niyet ediyor. Bu niyet, onu âdeta bütün mahlûkatın ibadetine ortak ediyor.

Bediüzzaman Hazretleri burada çok zarif bir temsili dile getiriyor. Nebâtâtın yani bitkilerin çekirdekleri ve tohumları, onların niyetleri gibidir. Bir kavun çekirdeği düşün. O küçücük tohumun içinde gizlenmiş binlerce hayat niyeti vardır. Sanki şöyle der:“Ya Hâlıkım! Senin güzelliğini, sanatını, rahmetini yalnız bu bahçede değil, dünyanın her köşesinde göstermek istiyorum. Beni başka yerlere de gönder, orada da senin esmâ-yı hüsnânı ilan edeyim.”İşte bu niyet, nebatın lisan-ı hal ile ettiği bir duadır. Ve Allah, ilmiyle bilir ki o niyet hakikaten samimidir. Bu yüzden, gelecekte olacak o fiilleri daha olmadan, niyet olarak kabul eder. Yani, niyet ibadet gibi değer kazanır.

“Mü’minin niyeti amelinden hayırlıdır” şu sırra işaret eder. Hem سُبْحَانَكَ وَبِحَمْدِكَ عَدَدَ خَلْقِكَ وَرِضَا نَفْسِكَ وَزِنَةَ عَرْشِكَ وَمِدَادَ كَلِمَاتِكَ وَنُسَبِّحُكَ بِجَم۪يعِ تَسْب۪يحَاتِ اَنْبِيَٓائِكَ وَاَوْلِيَٓائِكَ وَمَلٰٓئِكَتِكَ gibi hadsiz aded ile tesbîh etmenin hikmeti şu sırdan anlaşılır. Hem nasıl bir zâbit bütün neferâtının yekün hizmetlerini kendi nâmına padişaha takdîm eder. Öyle de, mahlûkāta zâbitlik eden ve hayvanât ve nebâtâta kumandanlık yapan ve mevcûdât-ı arziyeye halîfelik etmeye kābil olan ve kendi hususî âleminde kendini herkese vekil telakkî eden insan, اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُ der. Bütün halkın ibâdetlerini ve istiânelerini, kendi nâmına Ma‘bûd-u Zülcelâl’e takdîm eder. Hem سُبْحَانَكَ بِجَم۪يعِ تَسْب۪يحَاتِ جَم۪يعِ مَخْلُوقَاتِكَ وَبِاَلْسِنَةِ جَم۪يعِ مَصْنُوعَاتِكَ der. Bütün mevcûdâtı kendi hesabına söylettirir.

Hem اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰي مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ ذَرَّاتِ الْكَٓائِنَاتِ وَمُرَكَّبَاتِهَا der. Her şey nâmına bir salavât getirir. Çünkü her şey, Nûr-u Ahmedî(asm) ile alâkadârdır.İşte tesbîhâtta,salavâtlarda hadsiz adedlerin hikmetini anla.3 

Müminin niyeti, amelden her zaman daha değerlidir. Bir ibadet, dışarıdan küçük gibi görünse bile, niyetin içtenliği ve derinliğiyle büyük bir anlam kazanır. Bu sır, sayısız tesbihatın ardındaki hikmeti kavramamıza yardımcı olur ve kalbimize ışık tutar.

Düşünün ki, bir padişahın zâbiti, tüm neferlerinin hizmetlerini kendi nâmına padişaha arz eder. Zâbit, neferlerin tek tek çalışmalarını tek bir niyet ve tek bir takdim altında toplar. İşte insan da, bütün mahlûkâtın ibadet ve niyazlarını kendi hesabına ve niyetiyle Allah’a takdîm eder. İnsan, hayvanatın otlayışında, kuşların ötüşünde, çiçeklerin açışında bile Allah’ın tesbihini görür ve kendi niyetiyle o tesbihatı Allah’a arz eder. Bu sebeple insan der ki: اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُ Bütün varlıkların ibadet ve istiânelerini kendi niyetiyle Allah’a yönlendirir. İnsan, bütün mahlûkâtı kendi hesabına ve niyetine takdim eder; böylece her şey, onun aracılığıyla Allah’a dua ve tesbih eder. Düşünün ki bir yıldızın ışığı, bir ağacın yaprağı, bir su damlası her biri, Nûr-u Ahmedî (asm) ile bağlantılıdır ve insan, Allah’ın izniyle bu varlıkların her birini, kendi niyetiyle tesbih ettirir ve salavât getirir.

Peygamber Efendimiz (sav),Sabah namazından sonra Hz. Cüveyriye’nin(ra) mescidde zikirle meşgul olduğunu gördü. Öğle vakti döndüğünde hâlâ aynı yerde olduğunu görünce şöyle buyurdu:

“Senin yanından ayrıldığım andan bu ana kadar söylediklerini toplasaydım, benim söylediğim şu dört kelime onları geçerdi: سُبْحَانَكَ وَبِحَمْدِكَ عَدَدَ خَلْقِكَ وَرِضَا نَفْسِكَ وَزِنَةَ عَرْشِكَ وَمِدَادَ كَلِمَاتِكَ وَنُسَبِّحُكَ بِجَم۪يعِ تَسْب۪يحَاتِ اَنْبِيَٓائِكَ وَاَوْلِيَٓائِكَ وَمَلٰٓئِكَتِكَ

Mahlûkatın sayısınca, O’nun hoşnut olacağı kadar, arşın ağırlığınca ve bitip tükenmeyen kelimelerin adedince; ben Allah’ı, ulûhiyet makamına yakışmayan sıfatlardan tenzih eder ve O’na hamdederim.

4 

Her varlık Allah’ı zikreder; İnsan ise onların zikrini niyetiyle Rabbine sunar.

Bir nehir, akarken Rabbini tesbih eder; rüzgâr, ağaçları sallarken Allah’ı anar; kuşlar, ötüşleriyle Allah’a salavat getirir. İnsan ise, tüm bu mahlûkatın sesini tek bir niyetle, tek bir huzurla Rabbine arz eder.

İşte hadsiz tesbihatın ve sayısız salavatın hikmeti buradadır. Mesele sadece kelimelerin çoğalması değil; insanın niyetiyle bütün varlıkların zikrini kendi adına Allah’a takdim edebilmesidir.

O hâlde, bir mü’minin kalbi, tüm varlıkların ibadetine ortak olur. Her tesbih, her salavât, Allah’ın sonsuz kudretine ve yaratılmış olan her şeyin O’na olan bağlılığına bir nişanedir. İnsan, niyetiyle hem kendisinin hem de bütün mahlûkâtın Rabbine sunduğu bu arzı idrak ettikçe, ibadetlerin ve tesbihatların gerçek derinliğini kavrar.
Ve böylece mü’min, bütün varlıklarıyla bir orkestranın şefi gibi olur; her mahlûk bir enstrüman, insan ise Allah’a sunulan bu ilahi senfoninin şefidir. Her notası, her nefesi, her salavâtı, Allah’ın huzurunda birleşir ve O’na takdîm olunur.

İnsan kendi kemaliyle değil, acziyle şükreder; kendi kuvvetiyle değil, fakrıyla Rahmet-i İlahiye’ye dayanır. Ve o zaman, küçücük ömrüyle ebedî bir şükrün manasını kazanır.

  1. Bediüzzaman Said Nursi, Sözler , Hayrat Neşriyat, Isparta 2016, s. 151

  2. Bediüzzaman Said Nursi, Sözler , Hayrat Neşriyat, Isparta 2016, s. 151

  3. Bediüzzaman Said Nursi, Sözler , Hayrat Neşriyat, Isparta 2016, s. 152

  4. Müslim, Zikir 12; Ebû Dâvûd 1503


Paylaş

Facebook'ta paylaş

Whatsapp'da paylaş

Yorumlar (0)

Yorumunuz

Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız