24.Sözün 5.Dalının 1.Meyvesinde geçen, "Muhabbet, şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır. Hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır." cümlelerinin izahını yapabilirmisiniz.
Bediüzzaman Hazretlerinin 24. mektubdaki şu ifadeleri bu sorunun cevablanmasında yol gösterebilir:
Zât-ı Vâcib-ül Vücud'un hadsiz cemâl ve kemâli (güzellik ve mükemmeliği) vardır. Çünki bütün kâinatın aksamına inkısam etmiş (kısımlarına ayrılmış) olan cemâl ve kemâlin bütün enva'ı (çeşitleri), onun cemâl ve kemâlinin emareleri (belirtileri), işaretleri, âyetleridir. İşte her halde cemâl ve kemâl sahibi, bilbedahe (açıkça) cemâl ve kemâlini sevmesi gibi, Zât-ı Zülcelâl dahi cemâlini pekçok sever. Hem kendine lâyık bir muhabbetle sever. Hem cemâlinin şuaatı (ışıkları) olan esmâsını (isimlerini) dahi sever. Mâdem esmâsını sever, elbette esmâsının cemâlini gösteren san'atını sever. Öyle ise, cemâl ve kemâline âyine olan masnuatını (sanatlı mahlukatını) dahi sever. Mâdem cemâl ve kemâlini göstereni sever; elbette cemâl ve kemâl-i esmâsına işaret eden mahlukatının mehasinini (güzelliğini) sever.
Yani; özetle Rabbimizin kendine ait, kainatın her tarafında gözüken güzelliğini ve mükemmelliğini, isimlerini ve sanatını, masnuat ve mahlukatını kendine layık bir muhabbetle sevmesi kainatın en önemli bir var edilme sebebidir. Keza kainat eczalarını birbirine bağlayan, kainatı nurladıran ve hayatlandıran da yine bu tabir ve tarifinde aciz kaldığımız Rabbimizin kendine has mukaddes muhabbetidir.
Yine bu hakikatle irtibatlı diğer bir yön de şöyledir:
Bediüzzaman Hazretleri “Sen olmasaydın sen olmasaydın kainatı yaratmazdım” hadîs-i kudsisini izah sadedinde “Anlaşılmaz bir kitap muallimsiz olsa manasız bir kâğıttan ibaret kalır” der. Yani Rabbimizi kainattan yola çıkarak isimleri ve sıfatlarıyla tarif eden ve kainat vesilesiyle onun rahmetini kudretini, muhabbetini insanlara sevdiren Efendimiz (asm) olmasaydı kainatın yaratılış gayesi eksik kalırdı. Yine Allahın sevdiği ve insanlarda görmek istediği halleri, güzellikleri, ibadetleri, ahlakları kendi üzerinde gösteren, bizlerin önüne en mükemmel bir model olarak konulan Peygamberimiz (asm) olmasaydı kainatın meyvesi olan insan, kalbindeki muhabbeti hakiki sahibine veremezdi?
Üstad Bediüzzaman bu yönle alakalı şu harika izahla konuyu bağlar:
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, mâdem masnuat içinde en mükemmel ferddir ve mahlukat içinde en mümtaz (seçkin) şahsiyettir. Hem san'at-ı İlâhiyeyi, bir velvele-i zikr ve tesbih ile teşhir ediyor ve istihsan ediyor (begeniyor). Hem esma-i İlâhiyedeki cemâl ve kemâl hazinelerini, lisan-ı Kur'an ile açmıştır.Hem kâinatın âyât-ı tekviniyesinin (yaradılış ayetlerinin), Sâni'inin (sanatkârının) kemâline delaletlerini, parlak ve kat'î bir surette lisan-ı Kur'anla beyan ediyor. Hem küllî ubudiyetiyle (heşeyle alakalı kulluğuyla) , Rububiyet-i İlâhiyeye âyinedarlık ediyor. Hem mahiyetinin câmiiyetiyle bütün esmâ-i İlâhiyeye bir mazhar-ı etemm (tam manasıyla kendi üzerinde gösteriyor) olmuştur.
Elbette bunun için denilebilir ki: Cemil-i Zülcelâl, kendi cemalini sevmesiyle, o cemâlin en mükemmel âyine-i zîşuuru (şuurlu ayinesi) olan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm'ı sever.
Hem kendi esmâsını sevmesiyle, o esmânın en parlak âyinesi olan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm'ı sever ve Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm'a benzeyenleri dahi derecelerine göre sever.
Hem san'atını sevdiği için, elbette onun san'atını en yüksek bir sada (ses) ile bütün kâinatta neşreden (yayan ve semavatın kulağını çınlatan, berr ve bahri (kara ve denizleri) cezbeye getiren bir velvele-i zikir ve tesbih ile ilân eden Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm'ı sever ve ona ittiba' edenleri de sever.
Hem masnuatını sevdiği için, o masnuatın en mükemmeli olan zîhayatı (canlıları) ve zîhayatın en mükemmeli olan zîşuuru ve zîşuurun en efdali (üstünü) olan insanları ve insanların bil'ittifak en mükemmeli olan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm'ı elbette daha ziyade sever.
Hem kendi mahlukatının mehasin-i ahlâkiyelerini (ahlakî güzelliklerini) sevdiği için, mehasin-i ahlâkiyede bil'ittifak en yüksek mertebede bulunan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm'ı sever ve derecata göre, ona benzeyenleri dahi sever. Demek Cenâb-ı Hakk'ın rahmeti gibi, muhabbeti dahi kâinatı ihata etmiş.
İşte o hadsiz mahbublar içindeki mezkûr beş vechinin herbir vechinde en yüksek makam, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm'a mahsustur ki, "Habibullah" lâkabı ona verilmiş.
Bu hakikatle alakalı latif bir nükte olarak Bezm-i Alem Valide Sultanın şu bercestesi de hatırlanmaya değer:
Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl.
Muhammedsiz muhabbetten ne hâsıl
Daha geniş izah için 24. Mektub 11. , 31. , 32.Sözlere bakılabilir.