Bazen bir meselede iki kişi de kendini haklı görebiliyor, karşı tarafı da haksız görüyor. Ayet-i Kerimeler ve Hadis-i Şeriflerle beraber Uhuvvet Risalesini de tekrar tekrar okuduğum halde bu durum bende düzelmedi. Karşımdaki kişiye muhabbet beslemek yerine, ona darılıyorum, küsüyorum ve bu hal sürekli devam ediyor. Okuduklarımın kalbime tesir etmediğini anlıyorum, kalbim eskisi gibi düzelmiyor. İkimiz de bulunduğumuz yerden hicret edemiyoruz. O kardeşime karşı eski muhabbeti nasıl kazanabilirim veya bu durumda ne yapabilirim?
Rasulullah’ın (a.s.m); “Müminler bir binanın tuğlaları gibi birbirlerine kuvvet verirler.” (Buhari)
İfadesinden şunu anlıyoruz ki mümin, başka bir mümine münakaşa ve suretiyle tahakküm etmeye çalışmamalı. Zira müminler vücudun birer azaları gibidir ve hizmetlerini tekmile çalışırlar.
İki cihan güneşi Sevgili Peygamber efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız… (Müslim)
Resûl-i Ekrem (s.a.s) bir başka hadis-i şeriflerinde: “…Allah, bir kulun hoşgörülü olması sebebiyle izzetini artırır, Allah için tevazu gösteren kişiyi ise yüceltir.” (Müslim)
Bediüzzaman Hazretlerinin; ihlasa, uhuvvete ve ittihada sarılmamız gerektiğini ifade eden birkaç ifadeyi şöyle nakledebilirz;
1. Bu hizmet-i Kur’âniyede bulunan kardeşlerinizi tenkîd etmemek ve onların üstünde fazîletfurûşluk nev‘inden gıbta damarını tahrîk etmemektir.
2. “Kardeşlerinizin nefislerini nefsinize; şerefte, makamda, teveccühte, hattâ menfaat-ı maddiye gibi nefsin hoşuna giden şeylerde tercih ediniz.
3.“Kardeşlerinizin meziyetlerini şahıslarınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip, onların şerefleriyle şâkirane iftihar etmektir.
4. "Halbuki mü’min kardeşinden sana gelen bir fenâlığı bütün bütün ona verip onu mahkûm edemezsin. Çünki:
Evvelâ: Kaderin onda bir hissesi var. Onu çıkarıp, o kader ve kazâ hissesine karşı rızâ ile mukābele etmek gerektir.
Sâniyen: Nefis ve şeytanın hissesini de ayırıp o adama adâvet değil, belki nefsine mağlûb olduğundan, acımak ve nedâmet edeceğini beklemek.
Sâlisen: Sen kendi nefsinde görmediğin veya görmek istemediğin kusurunu gör. Bir hisse de ona ver.
Sonra bâkî kalan küçük bir hisseye karşı, en selâmetli ve en çabuk hasmını mağlûb edecek af ve safh ile ve ulüvv-ü cenâblıkla mukābele etsen, zulümden ve zarardan kurtulursun."
Bediüzzaman hazretlerine göre, tartışma esnasında karşımızdakine galip gelme fikri olmamalı ve yeni şeyler öğrenme çabası içinde olmamız gerektiğini şöyle ifade eder:
O müzâkere hak için olduğuna delil şudur ki, eğer hak muârızın elinde zâhir olsa, müteessir olmasın. Belki memnun olsun.
Çünkü bilmediği şeyi öğrendi. Eğer kendi elinde zâhir olsa, fazla bir şey öğrenmedi. Belki gurura düşmek ihtimâli var.
Kardeşlerimden ricâ ediyorum ki, sıkıntıdan veya ruh darlığından veya titizlikten veya nefis ve şeytanın desîselerine kapılmaktan veya şuûrsuzluktan, arkadaşlardan sudûr eden fenâ ve çirkin sözlerle birbirinize küsmeyiniz ve “Haysiyetime dokundu!” demeyiniz. Ben o fenâ sözleri kendime alıyorum. Damarınıza dokunmasın. Bin haysiyetimolsa, kardeşlerimin mâbeynindeki muhabbete ve samîmiyete fedâ ederim.
Şunu da unutmamak lazımdır ki, insanın nefsi kendi hata ve ksusrlarını görmek istemez. Görse de bin tevil ile tevil eder. Karşı tarafın kusurlarını ve hatalarını gözünde büyütür. Birkaç hata ile yüzde doksan iyi tarafını görmezden gelir. Bu şekilde mümin kardeşine zulmeder. Bir saray düşünelim. Bu sarayın yüz kapısı bulunsa birkeç tanesi kapalı olsa, bu saraya girilmez diye hüküm verilmez. Çünkü doksan küsür kapı açık olduğu için o kapılardan girilir. Ama şeytan insana hep kapalı olan kapıyı gösterir. Bu kapı niçin kapalı, bu kapı niçin kapalı, bu kapı niçin kapalı diye artık açık kapıların hepsi kapalıymış gibi düşündürür. Bir mümin de bu saray gibidir. Onun bazı hataları olsa da çok daha fazla iyilikleri vardır. Hem ahirette Allah, kişinin iyilikleri yüzde elliyi geçerse onu affedip cennete alacaktır. Biz de böyle muamele edelim.Buna dair Bediüzzaman hazretleri şu izahı yapıyor.
"Şeytanın mühim bir desîsesi; insana kusurunu i‘tirâf ettirmemektir. Tâ ki, istiâze(Allah'a sığınma) ve istiğfâr yolunu kapasın. Hem nefs-i insaniyenin enâniyetini tahrîk edip, tâ ki nefis, kendini avukat gibi müdâfaa etsin; âdetâ taksîrâttan(kusurlardan) takdîs etsin. Evet şeytanı dinleyen bir nefis, kusurunu görmek istemez; görse de, yüz te’vîl ile te’vîl ettirir. وَ عَيْنُ الرِّضَا عَنْ كُلِّ عَيْبٍ كَل۪يلَةٌ sırrıyla; nefsine nazar-ı rızâ ilebaktığı için, ayıbını görmez. Ayıbını görmediği için, kusurunu i‘tirâf etmez, istiğfâr etmez, istiâze etmez; şeytana maskara olur. Hazret-i Yûsuf Aleyhisselâm gibi bir peygamber-i âlîşân, اِنَّ النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّوٓءِ اِلَّا مَا رَحِمَ رَبّ۪ي dediği halde, nasıl nefse i‘timâd edilebilir? Nefsini ithâm eden, kusurunu görür. Kusurunu i‘tirâf eden, istiğfâr eder. İstiğfâr eden, istiâze eder. İstiâze eden, şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek, o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu i‘tirâf etmemek, büyük bir noksânlıktır. Kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar; i‘tirâf etse, affa müstehak olur."
"İnsanın hayat-ı ictimâiyesini(Toplum hayatını) ifsâd eden (Bozan) bir desîse-i şeytâniye şudur ki: Şeytan, bir mü’minin bir tek seyyiesiyle (Kötülüğü ile), bütün hasenâtını(İyiliklerini) örter. Şeytanın bu desîsesini dinleyen insâfsızlar, o mü’mine adâvet(Düşmanlık) ederler. Halbuki Cenâb-ı Hak, haşirde adâlet-i mutlaka ile mîzân-ı ekberinde (Büyük hesap gününde) a‘mâl-i mükellefîni(İnsanların amellerini) tarttığı zaman, hasenâtı(İyilikleri) seyyiâta(kötülüklere) gālibiyeti ve mağlûbiyeti noktasında hükmeyler. Hem seyyiâtın esbâbı çok ve vücûdları kolay olduğundan, bazen bir tek hasene ile çok seyyiâtı örter. Demek bu dünyada, o adâlet-i İlâhiye noktasında muâmele etmek gerektir. Eğer bir adamın iyilikleri fenâlıklarına kemiyeten(Sayısal olarak) veya keyfiyeten(kalite olarak) ziyâde(çok) gelse, o adam muhabbete ve hürmete müstehaktır. Belki kıymetdar bir tek hasenesi ile, çok seyyiâtına nazar-ı af ile bakmak lâzımdır.
Halbuki insan, fıtratındaki zulüm damarıyla ve şeytanın telkîniyle, bir zâtın yüz hasenâtını, bir tek seyyiesi yüzünden unutur, mü’min kardeşine adâvet eder, günahlara girer. Nasıl ki bir sinek kanadı gözün üstüne bırakılsa, bir dağı setreder, göstermez. Öyle de insan garaz damarıyla, sinek kanadı kadar bir seyyie ile dağ gibi hasenâtını örter, unutur. Mü’min kardeşine adâvet eder, insanların hayat-ı ictimâiyesinde bir fesâd âleti olur."