Soru

"İ‘lem eyyühe’l-azîz! Bazen bir şeye şiddetli muhabbet, o şeyin inkârına sebeb olur. Ve kezâ, şiddet-i havf ve gayet azamet ve aklın ihâtasızlığı da inkâra sebebdirler."

Mesnevi-i Nuriye'de (s. 153) geçen şu cümleyi izah eder misiniz? Korku, muhabbet ve akıl kavramlarını bu konuyla lakalı olarak izah eder misinz? 

Tarih: 18.02.2025 22:31:33

Cevap

DUYGUSAL SAĞLIK DÜZEYİ

Bediüzzaman Hazretleri, 1918 sonrası esaret dönüşü Darü’l-Hikmetil-İslamiye azası iken telif ettği on iki eserden biri olan Hakikat Çekirdekleri risalesinde şöyle der:

“Bir derdin dermanı, başka bir derde zehir olabilir. Bir derman haddinden geçse, derd getirir.”[1] Bir hastalığın ilacı eğer şifa olacak doz ve miktardan az olsa hastalığı tedavi edemediği gibi fazla olsa hastalığı artırır ya da başka hastalıkların ortaya çıkmasına sebep olur.

Duygularımızın ve hissiyatımızın hayatımıza tesiri de benzer şekildedir. Zira duygularımızın hayata bakışımızı, davranışlarımızı doğrudan etkileme yönü kaçınılmazdır. Mesala; bir şeyi severseniz ona yönelir, bir şeyden korkarsanız ondan uzaklaşırsınız. Ancak duygusal anlamda sağlıklı düzeyde olunmazsa o duygu hayatımızı olumsuz etkiler, hayata ve olaylara bakışımızı olduğundan farklı bir şekle çevirir.

KORKU

Hazret-i Üstad korku ile alakalı bir hatırasını şöyle nakleder:

"Bir zaman, Allah rahmet etsin, mühim bir zât, kayığa binmekten korkuyordu. Onun ile beraber bir akşam vakti İstanbul’dan köprüye geldik. Kayığa binmek lâzım geldi. Araba yok. Sultan Eyûb’e gitmeye mecbûruz. Israr ettim. Dedi: “Korkuyorum, belki batacağız.” Ona dedim: “Bu Halîç’de tahmînen kaç kayık var?” Dedi: “Belki bin var.” Dedim: “Senede kaç kayık gark olur?” Dedi: “Bir iki tane, bazı sene de hiç batmaz.” Dedim: “Sene kaç gündür?” Dedi: “Üç yüz altmış gündür.” Dedim: “Senin vehmine ilişen ve korkuna dokunan batmak ihtimâli üç yüz altmış bin ihtimâlden bir tek ihtimâldir. Böyle bir ihtimâlden korkan, insan değil, hayvan da olamaz.” Hem ona dedim: “Acaba kaç sene yaşamayı tahmîn ediyorsun?” Dedi: “Ben ihtiyârım, belki on sene daha yaşamam ihtimâli vardır.” Dedim: “Ecel gizli olduğundan her bir günde ölmek ihtimâli var. Öyle ise, üç bin altı yüz günde hergün vefatın muhtemel. İşte kayık gibi üç yüz binden bir ihtimâl değil, belki üç binden bir ihtimâl ile bugün ölümün muhtemeldir. Titre ve ağla, vasiyet et!” dedim. Aklı başına geldi. Titreyerek kayığa bindirdim. Kayık içinde ona dedim: Cenâb-ı Hakk havf (korku) damarını hıfz-ı hayat (hayatı korumak) için vermiş. Hayatı tahrîb (bozmak) için değil. Ve hayatı ağır ve müşkil ve elîm ve azab yapmak için vermemiştir. Havf, iki, üç, dört ihtimâlden bir olsa, hatta beş altı ihtimâlden bir olsa, ihtiyâtkârâne bir havf meşrû‘ olabilir. Fakat yirmi, otuz, kırk ihtimâlden bir ihtimâl ile havf etmek evhâmdır. Hayatı azaba çevirir.”[2]

Korku duygusu; adetâ elektrik devresindeki akımda meydana gelen aksaklıkları ve tehlikeleri bize haber veren sigorta gibi hayatımızı korumak için Allah’ın ihsan ettiği bir nimettir. Ancak bu duygu %25-50 bir tehlike anında harekete geçmeyi, tedirgin olmayı gerektirirken, sağlıksız bir korku durumundaki duygu bozukluğu ile %2-5 bir tehlikeden bile endişe ederek bir hastalığa dönüşür. Öyle bir noktaya gelir ki artık bununla baş edemez. Olağan tedbirlerle aşılabilecek önemli sıkıntılarından bile korkmamaya, önemsememeye başlar. Hayatını tehlikeye atacak tehlikeleri artık görmezden gelmeye başlar. Yüzleşmek onun için çok sarsıcı ve ürkütücü hale geldiğinden inatla inkar etmeyi tercih eder. "Korkacak bir şey yok" derken bile aslında kontrol edemediği yoğun bir korku duygusu ile sarmalanmıştır.

Şiddet-i havf dediğimiz sağlıksız ve gereksiz aşırı korku durumu da böyledir. Gerçeklerle yüzleşmekten kaçarak gerçekleri reddetmesine sebep olur.

MUHABBET

İnsanda sınırsız bir şekilde kullanıma açık bir başka duygu da muhabbettir, sevgidir. Sevmek, muhabbet etmek şu kâinatın varlık sebebidir.[3] Ancak insan, sevgisini de sağlıklı yaşamadığında hayatın gerçekliğinden uzaklaşmış olur.

Mesela; insan en çok en yakın olduklarını ve en ünsiyet ettiklerini sever. Anne ve babası gibi. Daha da ötesi insanın en yakınındaki esasında kendisidir. Ve insan yaratılış cihetiyle de en çok kendini sever. Belki evvelen ve bizzât yalnız kendi zâtını sever.[4] Ancak bu sevgi yönetilmezse ölçüsüzlüğü kaçınılmazdır. Kişi kendisine bile aşık olur. وَعَيْنُ الرِّضَا عَنْ كُلِّ عَيْبٍ كَل۪يلَةٌ  sırrıyla; kendine her halinden memnun olarak baktığı için, ayıbını görmez. Kusurunu görmek istemez. Görse de, yüz te’vîl ile te’vîl ettirir. Kendini avukat gibi daima savunur.[5] Mübâlağalarla, belki yalanlarla kendini överek ve kusursuz göstererek âdetâ nefsini hatasız, ayıpsız olduğunu ilan eder.[6] Şu hal esasında gerçek dışıdır. Ve esas gerçeği reddetmektir. Zira insan kusurludur. Hem çok kusurludur. Kusursuz olan sadece ve sadece Allah’tır.

Şiddet-i muhabbet olan aşırı sevgi durumu böylelikle neye yönlendirilirse o şeyin gerçekliğinden uzaklaşılmasına, onun gerçekliğini kabul etmemeye sebep olur. Şu muhabbet gözü kör eder.

AKIL

Bizi diğer varlıklardan ayıran en seçkin vasfımız; akıl sahibi olmamız, düşünebilmemizdir. İnsandaki akıl müstakil olarak tek başına etrafında cereyan eden hadiseleri doğru tanımlaması, anlamlandırması mümkün değildir. Zira kâinatta cereyan eden ilahî tecelliler çok yoğun, aralıksızdır. Bu durum o tecellinin gizlenmesini netice verir.

Mesela; bir kimsenin ilk defa dışarı çıktığını varsayalım. Bu kimse dışarı çıktığı vakit güneşin tepede olduğu ve bulutun hiç olmadığı bir zamanda gökyüzüne baksa güneşi göremeyecektir. Güneş ile alakalı herhangi bir bilgi sahibi değilse gözüyle baksa da güneşi inkâr edecektir. Zira güneş ışığının yoğun olarak ve sürekli yansıması onu perdelemiştir. Şu durumda başka gözlere ve gözlemlere -mesela uydu görüntülerine- dayanarak gerçeği fark edebilir.

Kâinatta Rabbimizin isimlerinin tecellileri de gayet azametli yani sınırsız derecede kuşatıcıdır. Buna karşın insanın aklı ise bunu ihata edecek, çepeçevre saracak ve tamamıyla anlayabilecek kabiliyetten çok uzaktır. Bu durumda insan sadece kendi aklına itimat etse etrafında onu sarmış olan birçok Allah’ın nimetlerini -ki ona hususi ikram edilmiş olmasına rağmen- göremeyecektir. İnkâr edecektir. Kudret, rahmet, adalet, hikmet gibi birçok ilahi sıfatları buna kıyas edebiliriz.

Şiddetli muhabbetin inkâra sebep olması hususu için lütfen bakınız;

https://risale.online/soru-cevap/siddetli-muhabbetin-inkara-sebep-olabilmesi


[1] Mektubat, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, c.2, s. 502.

[2] Mektubat, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, c.2, s. 300.

[3] Sözler, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 148.

[4] Sözler, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 87.

[5] Lemalar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, 89.

[6] Lemalar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, 316.


Yorum Yap

Yorumlar