Kader Allah'ın bilmesi diyoruz ancak Allah aynı zamanda her şeyin yaratıcısı. Yani "O dilemezse biz isteyemeyiz."(insan suresi) O zaman nasıl mesul oluyoruz? Bizim cüzî irademiz var diyoruz ama bizim isteğimizi de yaratan Allah, yani o bizim iyiyi seçmemizi dilese biz iyiyi seçeriz, kötüyü seçmemizi dilese kötüyü seçeriz. O zaman nerede kaldı benim mesuliyetim?
Kur’ân Allah kelâmıdır. Kur’ân âyetleri arasında çelişki olmaz. Kur’ân’da herhangi bir çelişkinin olamayacağı “Hâlbuki (o,) Allah'dan başkası tarafından (gelmiş)olsaydı, elbette onda birçok çelişki bulurlardı.” Âyetiyle belirtilmiştir. Onun için Kur’ân âyetlerini bütünlük içinde değerlendirmek gerekir. Okuduğumuz âyeti izah eden başka âyetlerin olup olmadığına bakılmalıdır. Âyetleri birbiriyle çelişki arz etmeyecek şekilde izah etmelidir. Eğer yaptığımız izahlar birbiriyle çelişiyorsa problem âyetlerde değil, o âyetleri birbiriyle çelişecek tarzda yorumlayan kişilerdedir. İnsan suresinde geçtiğini söylediğiniz âyet-i kerimede de durum böyledir.
Diğer bazı âyetlerle beraber düşünüldüğünde bu âyet-i kerimeyi doğru anlamış oluruz. Başka âyetlerden istifadeyle parantez içi manalar verildiğinde, âyet daha doğru anlaşılır. Bahsettiğiniz âyet şöyledir. “Bununla berâber, Allah (sizin serbestçe istemenizi) dilemedikçe, (siz)isteyemezsiniz! Muhakkak ki Allah, Alîm (herkesin hâlini bilen)dir, Hakîm (her işi hikmetli olan)dır.”[1] Âyet-i kerimeye dikkat edildiğinde Rabbimiz isteseydi pek çok varlıklarda olduğu gibi (yıldızlar, ağaçlar, bitkiler…) bizi de serbest irade, yani hür irade sahibi olarak yaratmayabilirdi. Fakat Rabbimiz iradesiyle bizi hür irade sahibi olarak yaratmayı murad etti ve öyle yarattı.
İrademizin hür olduğunu gösteren pek çok âyet vardır. Onlardan bazıları şunlardır:
“Ey iman edenler! Siz kendi halinizi düzeltmeye çalışın! Zira siz doğru yol üzere olduğunuz sürece sapıklığa düşenler size hiçbir zarar veremezler.”[2]
“De ki: “Ey insanlar! Elbette size Rabbinizden gerçeğin ta kendisi olan Kur’ân gelmiş bulunuyor. Artık kim doğru yolu seçerse kendi faydasına seçmiş olur; kim de doğru yoldan saparsa yine kendi zararına sapmış olur. Ben sizin başınızda, yaptıklarınızın sorumluluğunu üzerine almış bir yetkili değilim!”[3]
“Bir toplum, içinde bulundukları iyi hâli değiştirmedikçe, Allah, onlara olan nimetini değiştirmez.”[4]
“Artık kim doğru yolu seçerse ancak kendi iyiliği için seçmiş olur. Kim doğru yoldan saparsa, o da ancak kendi zararına sapmış olur. Hiç kimse bir başkasının günah yükünü çekmez ve onunla yargılanmaz. Ayrıca biz, peygamber göndermedikçe kimseye azap etmeyiz.”[5]
“De ki: “Gerçek, Rabbinizden gelmiştir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin”[7]
“Hiçbir günahkâr, başkasının günahını yüklenmez ve onunla yargılanmaz. Ağır bir günah yükü altında ezilen kimse, yükünü taşımak için başkasını yardıma çağırsa, bu çağırdığı kimse akrabası bile olsa, onun günahından en küçük bir şey yüklenemez.”[8]
“Kim sâlih amel işlerse kendi iyiliğinedir. Kim de kötülük yaparsa kendi zararınadır. Yoksa Rabbin kullarına kesinlikle zulmetmez.”[9]
“O ki, hanginizin daha güzel işler yapacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı.”[10]
İnsanın hür iradesi zayıftır. Hakikatte vücudu yoktur. Bir şeyi yaratmada da hiçbir tesiri yoktur. Bir şeyde Rabbimizin külli iradesi esastır. Rabbimiz külli iradesiyle neyi dilerse onu yaratır. Fakat insan, zayıf cüz-i ihtiyarisi ile bir şeyi istemeden Rabbimiz kulun fiillerini yaratmıyor. Yani Rabbimiz kendi külli iradesini kulun cüzî iradesine tabi kılmıştır. Yani kulun fiillerini yaratmakta, kulun cüz-i ihtiyarisini gerekli bir şart yapmıştır. Rabbimiz manen der ki: ‘’Ey kulum! İhtiyarınla hangi yolu istersen, seni o yolda götürürüm. Öyleyse mesuliyet sana aittir.’’
Yani kulun önünde hayır ve şerden oluşan bir tercih vardır. Kul tercihini yapmadan Allah, o tercihle alakalı bir fiil yaratmaz. Kul hayrı tercih ederse o tercihin neticesi olan fiili Allah yaratır, yine şerri tercih ederse bu kez Allah, o tercihin neticesi olan fiili yaratır.
Anlaşılmasına vesile olsun diye şöyle bir örnek verebiliriz:
Sen iktidarsız bir çocuğu omzuna alsan, onu serbest bıraksan, “Nereye istersen seni oraya götüreceğim” desen, tercih edeceği yolların tehlike ve sıkıntılarına karşı onu sürekli ikaz etsen, güzel şeyleri ve o güzel tercihlerde bulunmasının neticesinde göreceği güzelliklerden de sürekli bahsetsen ve bunları da ısrarla ona tavsiye etsen; o çocuk yüksek bir dağı veya sıkıntı göreceği şeyleri ısrarla tercih etse, sen de tercih ettiklerini yapsan, çocuk üşüse, düşse veya bazı zararlar görse, elbette “Sen istedin” diyerek azarlayacaksın. Ve onun yüzüne bir tokat vuracaksın.
İşte insan da güçsüz kuvvetsiz o çocuk gibidir. Hiçbir şeyi yaratmaya iktidarı yoktur. Hatta kendisine serbest dileme hürriyetini bile Rabbimiz vermiştir. Sonra o kuluna Peygamberler ve kitaplar göndermiştir. Dünya ve ahirete ait faydalı ve zararlı şeyleri bize bildirmiştir. Faydalı olanları ısrarla tavsiye etmiş, zararlı olanlardan da ısrarla sakındırmıştır. Bütün bunlarla beraber” Ey kulum her şeyi yapan benim. Fakat sana hür bir irade verdim. Sen neyi tercih edersen ben onu yaratırım. Sorumluluk sana aittir” der.
Bu konuda Bediuzzaman Hazretleri şöyle buyurur:
‘’İrâde-i cüz’iye-i insaniye (insanın cüzî irâdesi) ve insanın cüz’-i ihtiyârîsi çendân zaîftir, bir emr-i i‘tibârîdir. Fakat Cenâb-ı Hakk ve Hakîm-i Mutlak, o zaîf cüz’î irâdeyi, irâde-i külliyesinin taallukuna bir şart-ı âdî yapmıştır. Yani ma‘nen der: “Ey abdim! İhtiyârınla hangi yolu istersen, seni o yolda götürürüm. Öyle ise, mes’ûliyet sana âittir!” Teşbîhte hata olmasın, sen bir iktidarsız çocuğu omzuna alsan, onu muhayyer bıraksan, “Nereye istersen seni oraya götüreceğim” desen, o çocuk yüksek bir dağı istese, sen de götürsen, çocuk üşüse veyahut düşse, elbette “Sen istedin” diyerek itâb edeceksin. Ve onun yüzüne bir tokat vuracaksın. İşte Cenâb-ı Hakk, Ahkemü’l-Hâkimîn nihâyet zaafta olan abdin irâdesini bir şart-ı âdî yapıp, irâde-i külliyesi ona nazar eder.’’[11]
Ayrıca; Her insan vicdanen kendisinde hür bir irade olduğunu hisseder.[1] Örneğin güzel ve çirkinle karşılaşınca güzeli; faydalı ve zararlı şeylerle karşılaşınca da faydalıyı seçeriz. Bu bizim hür irademizin olduğunu gösterir. Keza iki farklı şeyden birini tercih eden insan, neticeden memnun kalırsa "İyi ki böyle yapmışım." der. Eğer netice iyi olmazsa "Keşke böyle yapmasaydım." der. Fiillerinde ve seçimlerinde özgür olmayan insan ne "İyi ki böyle yapmışım" diyebilir ne de "Keşke böyle yapmasaydım." diyebilir. Bu iki duygu bizim tercihlerimizi hür olarak yaptığımızın psikolojik ve vicdani delilleridir.
Ayrıca Allah-u Teâlâ, Hz. Âdem’den (a.s) Peygamberimiz (s.a.v.)’e kadar binlerce peygamber göndermiştir. Bu peygamberler de insanlara Allah’ın emir ve nehiylerini tebliğ etmişler, itaat edene mükâfat, isyan edenlere ceza olacağını haber vermişlerdir. Eğer insanların seçme özgürlüğü, yani iradeleri olmasaydı Allah’ın peygamber göndermesi, kitap indirmesi anlamsız olurdu. Bu konuda bir ayet şöyledir: “Müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdik ki, peygamberlerden sonra insanların Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”[2]
Keza Allah’ın insanlara hem peygamber gönderip hem de onları küfür ve isyana mecbur tutup, arkasından da onları cehenneme atarak cezalandırması, Allah-u Teâlâ’nın adaletine, merhametine, hikmetine tamamen zıttır. Bir ayette şöyle buyrulur: “Bu, dünyada iken kendi ellerinizle yapmış olduğunuzun karşılığıdır. Yoksa Allah kullarına zulmetmez.”[3]
http://risale.online/soru-cevap/allahin-iradesi-ile-kulun-iradesi
[1] İnsan, 76/30.
[2] Maide, 105.
[3] Yunus, 108.
[4] Ra’d, 11
[5] İsra, 15.
[7] Kehf, 29.
[8] Fâtır, 18.
[9] Fussilet, 46.
[10] Mülk, 2.
[11] Tılsımlar, 86.