Soru

İttihad-ı İslam Reçetesi

“ Azametli bahtsız bir kıt‘anın, şânlı tâli‘siz bir devletin, değerli sâhibsiz bir kavmin reçetesi, ittihâd-ı İslâmdır.” Cümlesini açıklar mısınız; "kıt'a", "devlet" ve "kavim" hangileridir?

 

Tarih: 5.03.2021 11:46:18
Okunma: 1258

Cevap

“ Azametli bahtsız bir kıt‘anın, şânlı tâli‘siz bir devletin, değerli sâhibsiz bir kavmin reçetesi, ittihâd-ı İslâmdır.” Cümlesini açıklar mısınız; "kıt'a", "devlet" ve "kavim" hangileridir?

Azametli bahtsız bir kıta, kıtalar içerisinde en büyüğü olan Asya kıtasıdır. Şanlı tâli’siz bir devlet olarak ifade edilen, Osmanlı Devletidir. Çünkü, Dünya’nın büyük bir bölgesine hükmettikten sonra son devirlerinde diğer devletlerden geri kalmış ve yıkılmaya yüz tutmuştur. Değerli sahipsiz bir kavim; İslam Milleti yani Müslümanlardır. Çünkü Osmanlı’nın yıkılışıyla hilafet kaldırılmış ve Müslümanlar lidersiz kalmıştır. Üstadımız bu ifadelerinde, İslam aleminin sıkıntılarından kurtuluşunun en büyük çaresi olan ittihad'ın gerekliliğinden ve öneminden bahsetmiştir. Aşağıdaki kısımda "bu ittihad-ı islam nasıl olmalı" sorusuna Risale-i Nur nazarıyla  detaylı bit şekilde cevap verilmiştir. 

İttihad-ı İslâm’ın Lüzum Ve Ehemmiyeti
Müslümanlar, düşmanların tasallutundan, zulmünden kurtulmak ve ihtiyaçlarını temin edebilmek için birleşmek mecburiyetindedirler.
Üstad Bediüzzaman şöyle der:
Üç elif ittihad etmezse, üç kıymeti var. İttihad etseler, yüz onbir kıymetini alırlar. Dört kerre dört ayrı ayrı olsa, onaltı kıymeti var. Eğer sırr-ı uhuvvet ve ittihad-ı maksad ve ittifak-ı vazife ile tevâfuk edip bir çizgi üstünde omuz omuza verseler, o vakit dörtbin dörtyüz kırkdört kuvvetinde ve kıymetinde olduğu gibi, hakikî sırr-ı ihlâs ile, onaltı fedakâr kardeşlerin kıymet ve kuvvet-i mâneviyesi dört binden geçtiğine, pek çok vukuât-ı tarihiye şehadet ediyor.
Bu sırrın sırrı şudur ki: Hakikî, samimî bir ittifakta herbir ferd, sâir kardeşlerin gözüyle de bakabilir ve kulaklariyle de işitebilir. Güya on hakikî müttehid adamın herbiri yirmi gözle bakıyor, on akılla düşünüyor, yirmi kulakla işitiyor, yirmi elle çalışıyor bir tarzda mânevî kıymeti ve kuvvetleri vardır. (21. Lema)
Tarihte en bedevi, ilkel kavimler bile haricî düşmanların hücumu esnasında dâhilî düşmanlıkları unutup, o düşmana karşı ittifak ettikleri çokça görülmüştür. İslâma hizmet ettiğini söyleyen cemaat ve milletlerin de, birbiri arkasında hücum vaziyetini alan hadsiz düşmanlarına karşı, küçük, cüz’i düşmanlıkları unutup, düşmanlarına karşı ortak bir tavır sergilemelidirler.
İşte ey Mü’minler! Ehl-i îmana tecavüz vaziyetini almış ne kadar düşmanlar olduğunu bilir misiniz? Birbiri içindeki daireler gibi yüz daireden fazla vardır. Her birisine karşı tesanüd ederek, el-ele verip müdafaa vaziyeti almaya mecbur iken; onların hücumunu kolaylaştırmak, onların harîm-i İslâma girmeleri için kapıları açmak hükmünde olan garazkârane tarafgirlik ve adâvetkârane inad; hiçbir cihetle ehl-i imana yakışır mı?
O düşman daireler ehl-i dalalet ve ilhaddan tut, tâ ehl-i küfrün âlemine, tâ dünyanın musibetlerine kadar birbiri içinde size karşı zararlı bir vaziyet alan, birbiri arkasında size hiddet ve hırs ile bakan, belki yetmiş nevi düşmanlar var. Bütün bunlara karşı kuvvetli silâhınız, siperiniz ve kal’anız: Uhuvvet-i İslâmîyedir. Bu kal’a-i İslâmîyeyi, küçük adâvetlerle ve bahanelerle sarsmak; ne kadar hilaf-ı vicdan ve ne kadar hilaf-ı maslahat-ı İslâmîye olduğunu bil, ayıl!..
“Hadîs-i şeriflerde “Âhirzamanın Süfyan ve Deccal gibi nifak ve zındıka başına geçecek zararlı müdhiş şahıslar, İslâm’ın ve beşerin hırs ve şikakından istifade ederek az bir kuvvetle nev’-i beşeri herc ü merc eder ve koca Âlem-i İslâmı esaret altına alır.”
Bizim bugünkü durumumuz da farklı değildir.


İTTİHADIN ALANLARI
Müslümanların ilmi, iktisadi ve siyasi yönden oluşturacakları ittifaklar, onları içinde bulundukları felaketlerden kurtaracak en mühim esaslardır. Bu yüzden bütün Müslümanlar; fert olarak, cemaat, dernek, vakıf, millet olarak bu birliği hedeflemeli, bu birliğe zarar verecek her şeye düşman olmalıdırlar.


İLMİ YÖNDEN İTTİFAK
İslâm ülkeleri arasında ilmi bir ittifak kurulmalıdır.
Bir zamanlar İslâm ülkeleri bilim ve teknolojinin merkezi idi. Batı üniversitelerinde Müslüman bilim adamlarının -örneğin İbn Sina’nın- kitapları ders kitabı olarak okunuyordu. Şimdi ise durum tam tersine dönmüştür. Bilim ve teknolojinin merkezi Avrupa ve Amerika olmuştur.
Müslümanların kendi aralarında kuracakları uluslararası üniversitelerle, araştırma geliştirme kurumlarıyla, tink tanklarla ilmi ve teknoloji alanında problemler tespit edilerek, çözümler üreterek mevcut hali tersine çevirebilirler.


İKTİSADİ İTTİFAK
İslâm ülkeleri kendi aralarında iktisadi bir ittifak kurmalıdırlar.
Yüzyıllar boyunca İslâm âlemi batılı devletlerin sömürgeleri olmuştur. Onların yer altı ve yerüstü zenginlikleri batılı devletler tarafından sömürülmüş; kendileri ise, fakir bırakılmıştır. Onların bugünkü zenginliklerinin temelinde yüzyıllar boyunca yaptıkları sömürge faaliyetleri vardır. Ziya Paşa 140 yıl önce bir şiirinde “Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşaneler gördüm / Dolaştım mülk-i İslâm’ı bütün viraneler gördüm.” Demişti. Bugünkü durum da farklı değildir. Eski sömürge düzeninin farklı versiyonlarına karşı duyarlı davranmak zorundayız.
Müslümanlar yer altı ve yerüstü kaynakları yönünden büyük bir potansiyele sahiptirler. Örneğin dünya petrollerinin büyük bir kısmı Müslümanların elindedir. İslâm ülkelerinin kendi aralarında oluşturacağı iktisadi ortaklıklar, anlaşmalar, ithalat ve ihracatlar onları batıya bağımlılıktan kurtaracaktır.


SİYASİ VE ASKERİ YÖNDEN İTTİFAK
Bir zamanlar Müslümanlar dünya siyasetinde en büyük güç idi. Örneğin Osmanlı padişahlarının diplomaside üstünlükleri, 150 yıl boyunca tartışmasız kabul edilmiştir. Fakat bugün durum tam tersine dönmüştür.
Müslüman devletlerin kendi aralarında oluşturacakları siyasi, askeri ittifaklar, onları yeniden tarihteki üstün konumlarına kavuşturabilir.
Üstad Bediüzzaman, 100 yıl önce Şam’da verdiği hutbede şöyle demişti:
Ey bu câmi’deki kardeşlerim ve kırk elli sene sonraki Âlem-i İslâm mescid-i kebirindeki ihvanlarım! Zannetmeyiniz ki, ben bu ders makamına size nasihat etmek için çıktım. Belki buraya çıktım, sizde olan hakkımızı dava ediyoruz. Yani Kürd gibi küçük taifelerin menfaatı ve saadet-i dünyeviyeleri ve uhreviyeleri, sizin gibi büyük ve muazzam taife olan Arab ve Türk gibi hâkim üstadlarla bağlıdır. Sizin tembelliğiniz ve füturunuz ile biz bîçare küçücük kardeşleriniz olan İslâm taifeleri zarar görüyoruz.
Hususan ey muazzam ve büyük ve tam intibaha gelmiş veya gelecek olan Arablar! En evvel bu sözler ile sizinle konuşuyorum. Çünki siz bizim ve bütün İslâm taifelerinin üstadlarımız ve imamlarımız ve İslâmiyet’in mücahidleri sizlerdiniz. Sonra muazzam Türk Milleti o kudsî vazifenize tam yardım ettiler. Onun için tenbellikle günahınız büyüktür. Ve iyiliğiniz ve haseneniz de gâyet büyük ve ulvîdir. Hususan kırk elli sene sonra Arab taifeleri, Amerika Birleşik Devletleri gibi en ulvî bir vaziyete girmeğe, esarette kalan hâkimiyet-i İslâmiyeyi eski zaman gibi küre-i arzın nısfında, belki ekserisinde tesisine muvaffak olmanızı rahmet-i İlahiye’den kuvvetle bekliyoruz. Bir kıyamet çabuk kopmazsa, inşâallah nesl-i âti görecek.
Hülasa; Müslüman ülkelerin kendi aralarında oluşturacakları ittifak, onları başka milletlerin zulüm ve baskılarından kurtaracaktır. Hatta diyebiliriz ki, Müslümanlar arası ittifak bütün dünyadaki insanların kurtuluşuna da bir vesile olacaktır.
Rabbimizden niyazımız odur ki, tevhid dininin mensubları olan bizleri, sahabeler zamanındaki birlik ve beraberliğe mazhar eylesin.
***
Konuyu Üstad Bediüzzaman’ın şu önemli tavsiyesiyle bitiriyoruz:
Ey ehl-i iman! Zillet içinde esaret altına girmemek isterseniz, aklınızı başınıza alınız! İhtilafınızdan istifade eden zalimlere karşı (اِنَّمَا اْلمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ) “Müminler kardeştir” kudsi kalesinin içine giriniz; tahassun ediniz. Yoksa ne hayatınızı muhafaza ve ne de hukukunuzu müdafaa edebilirsiniz.
Malûmdur ki; iki kahraman birbiriyle boğuşurken; bir çocuk, ikisini de döğebilir. Bir mizanda iki dağ birbirine karşı dengede olsa; bir küçük taş, dengelerini bozup onlarla oynayabilir; birini yukarı, diğerini aşağı indirir.
İşte ey ehl-i iman! İhtiraslarınızdan ve husumetkârane tarafgirliklerinizden kuvvetiniz hiçe iner, az bir kuvvetle ezilebilirsiniz. Hayat-ı içtimaiyenizle alâkanız varsa, [Peygamberimiz sav’in] (اَلْمُؤْمِنُ لِلْمُؤْمِنِ كَالْبُنْيَانِ الْمَرْصُوصِ يَشُدُّ بَعْضُهُ بَعْضًا) “Müminin diğer mümine karşı durumu, bir binanın tuğlaları gibidir ki, birbirlerini desteklerler” [hadisindeki] yüksek düsturu, hayat düsturu yapınız, dünyevi sefaletten ve şekavet-i uhreviyeden kurtulunuz!


Yorum Yap

Yorumlar