Bu sorunun cevabını anlamak için öncelikle “Acaba yaratmak ihtiyaçtan mıdır?” sorusunun cevabını bilmemiz gerekir. Bu sorunun cevabı bilinmediği takdirde bu tarz şüpheler ortaya çıkabilmektedir. Acizlikten ve noksanlıktan münezzeh olan Allah, hiçbir şeye muhtaç değildir. Yaratılmaya ve her şeye muhtaç olan insandır. Bu sebeple Allah için bir şey yapmak veya yaratmak ihtiyaçtan değildir.
Bu konuda özellikle "ihtiyaç ve tercih" kısımlarını iyi ayırmamız lâzım. Örneğin su içmek ihtiyaçtır ama meyve suyu içmek tercihtir. Bu bağlamda ihtiyacımız olmadığı halde, o özelliğin bizde bulunması sebebiyle yaptığımız birçok şey vardır.
Mesela; insanlara iyilik yapan ve onlara yardım eden cömert birisinin, yaptığı iyilikler bir ihtiyaçtan kaynaklanmamaktadır. Çok maharetli ve kabiliyetli bir kişinin maharetlerini ve kabiliyetlerini göstermek için yaptığı eserler bir ihtiyaçtan kaynaklanmamaktadır.
Bir ressamın resim yapması ihtiyaçtan değil resim yapabilme özelliğini göstermek istemesindendir. Yani resim yapmaya muhtaç değildir.
İşte insanın bile yaptığı bazı şeyler ihtiyaçtan kaynaklanmadığı halde, her türlü eksik ve noksandan münezzeh olan Allah'a karşı “ihtiyaç” atfetmek son derece yanlıştır. İlk iki misali biraz daha açarsak, bu meselesinin daha iyi anlaşılacağını ümit ediyoruz.
Birinci Misal: Gayet merhametli, cömert ve zengin bir zat düşünelim. Bu zat yaratılışındaki yüksek karakteri ve güzel ahlakı sebebiyle büyük bir seyahat gemisine çok muhtaç ve fakir insanları bindirip dünyanın her tarafındaki denizleri ve memleketleri gezdirse ve seyahat esnasında çok çeşitli ziyafetlerle o muhtaç fakirlere ikramda ve ihsanda bulunsa, o kimseler bundan ne kadar memnun ve mutlu olurlar. Ne kadar zevk ve lezzet alırlar.
İşte o cömert zat dahi o muhtaç fakirlerin memnuniyetlerinden ve sevinçlerinden dolayı memnun ve mesrur olur. Onları seyrederek onların lezzet almalarından ve minneddâr olmalarından lezzet alır. Bu cömert zatın yaptığı iyilikler bir ihtiyaçtan kaynaklanmamaktadır.
Madem, dağıtım memuru hükmünde olan bir insan ihtiyacı olmadığı halde, böyle küçük bir ziyafet vermekten dolayı bu derece memnun ve mesrur oluyor ve böyle sevinip lezzet alıyor. Elbette bütün hayvanları ve insanları ve bu kadar çok melekleri ve cinleri ve ruhları dünya gemisine bindirerek yeryüzünü, çeşitli yiyeceklerle ve bütün duyguların zevklerine hitap edecek erzaklarla dolu rabbani bir sofra şeklinde açmakla, sonra o muhtaç, minneddâr, sevinçli ve müteşekkir mahlukatını dünyada bu kadar ikramlarla ve kâinatın her tarafında gezdirmekle memnun ve mesrur etmekle, ve sonra baki bir âlem olan cennette daimi ve bitmez ziyafetlerle ve nimetlerle onları sevindiren zat-ı kayyuma ait o varlıkların teşekkürlerinden ve minnetdar olmalarından ve sevinçlerinden gelen memnuniyet-i mukaddese, iftihar-ı kudsi, lezzet-i mukaddese gibi tabirlerle ifade edilen şuunât-ı ilâhîye vardır. Bu şuunâtı asla bir ihtiyaçtan kaynaklanmamaktadır.
İkinci Misal: Hüner sahibi bir sanatkârın, son zamandaki bütün teknik ve fenleri kullanarak bize benzeyen bir robot yaptığını düşünelim. Yaptığı robotun insana yardımcı olacak birçok özelliği olsa, bizleri anlayıp ona göre davransa ve istenen her şeyi yapsa, hatta bizler gibi sevinip üzülse, o robotu yapan usta ne kadar sevinir. Ne kadar iftihar eder. Ne kadar memnun olur.
Elbette bütün varlıkların sanatkârı ve ustası olan Sâni-i hakîm, bütün varlıkları hususan her bir canlıyı birçok isim ve sıfatlarının tecellisi ile onların üstünde çok harika belki mucize nakışlarla işleyip yaratmış. İşte bütün bu varlıkların O’nun istediği gibi hareket etmesi, özellikle bütün varlıkları ve kendisini kim yaratmış ve ne için yaratmış bunları bilen, varlıklar üstündeki ince manaları ve nakışları anlayıp takdir edebilen ve kendini yaratan zâtın isteğine göre hareket eden aklı başında insanların kendilerini yaratan zâtın istediği tarzda işleyip istediği neticeleri vermesinden gelen iftihar-ı kudsi ve memnuniyet-i mukaddese ve lezzet-i mukaddes gibi isimlerle ifade edilen şuunâtı vardır. Bu şuunâtlar dahi asla bir ihtiyaçtan kaynaklanmamaktadır.
İnsan, Allah'ı meleklerden de yüksek bir mertebeden, en a'lâ bir şekilde, bütün isim ve sıfatları ile tanımak ve bu tanıma neticesinde, O'nu nihayetsiz bir sevgi ile sevmek ve O'nun tarafından sevilmek ve Allah'ın ebedi saltanat başkenti olan cennette O'nun daimi halkı olmak için yaratılmıştır.
İnsan, Allah'ı tanıyabilmek, sevebilmek ve cennete layık olabilmeyi sağlayacak istidâtlarla donatılmış ve bu istidâtların inkişaf ederek gelişmesi için dünyada zorlu bir imtihana tabi tutulmuştur.
Sonuç olarak; Allah’ın yaratması asla bir ihtiyaçtan değil, mutlak kemalinin ve sonsuz isimlerinin tecellisinden kaynaklanmaktadır. İnsanın yaratılışı, Allah’ı tanıyıp sevebilmesi ve ebedî saadete kavuşabilmesi için büyük bir nimettir. Yaratılışımız, Rabbimizin bize olan lütfunun ve rahmetinin bir yansımasıdır. Dolayısıyla insan, varlığını bir ihtiyaç sebebiyle değil, ilahî hikmet ve rahmetin gereği olarak görmeli ve bu şuurla Rabbine yönelmelidir.