Üstadımızın bir zamanlar Doğuda göçebe aşiretler arasında gezerken onlarla Hürriyet hakkındaki şöyle muhavereleri olmuştur.
“S: Hürriyeti bize çok fenâ tefsîr etmişler. Hatta âdetâ hürriyette insan, her ne sefâhet ve rezâlet işlese, başkasına zarar etmemek şartıyla bir şey denilmez. Acaba böyle midir?
C: Öyleler hürriyeti değil, belki sefâhet ve rezâletlerini i‘lân ile çocuk bahanesi gibi bir hezeyan ediyorlar. Zîrâ nâzenîn hürriyet, âdâb-ı şerîatla müteeddibe ve mütezeyyinedir. Yoksa sefâhet ve rezâletteki hürriyet, hürriyet değildir.
Belki hayvanlıktır, şeytanın istibdâdıdır, nefs-i emmâreye esîr olmaktır. Hürriyet, umûmî efradın zerrât-ı hürriyâtının muhassalıdır. Hürriyetin şânı odur ki, ne nefsine, ne gayrıya zararı dokunmasın.
Geniş izah için bakınız: