Soru

Bediüzzaman ve Hürriyet

Hürriyetler verildiğinde büyük imparatorlukların yıkılışının hızlandığı gözükmektedir. Bediüzzamanın hem hürriyetleri genişletmek, hem de devleti devem ettirmek için görüşü nedir?

Tarih: 21.07.2016 10:16:24
Okunma: 3501

Cevap

Bediüzzaman göre bunun çaresi, hürriyet ama imanlı bir hürriyettir.

Üstad Bediüzzamanın hürriyetlerin genişletilmesi hakkında çok önemli tespitleri vardır.

Üstadımızın bir zamanlar Doğuda göçebe aşiretler arasında gezerken onlarla Hürriyet hakkındaki şöyle muhavereleri olmuştur.

“S: Hürriyeti bize çok fenâ tefsîr etmişler. Hatta âdetâ hürriyette insan, her ne sefâhet ve rezâlet işlese, başkasına zarar etmemek şartıyla bir şey denilmez. Acaba böyle midir?

 C: Öyleler hürriyeti değil, belki sefâhet ve rezâletlerini i‘lân ile çocuk bahanesi gibi bir hezeyan ediyorlar. Zîrâ nâzenîn hürriyet, âdâb-ı şerîatla müteeddibe ve mütezeyyi­nedir. Yoksa sefâhet ve rezâletteki hürriyet, hürriyet değildir.

Belki hayvanlıktır, şeytanın istibdâdıdır, nefs-i emmâ­reye esîr olmaktır. Hürriyet, umûmî efradın zerrât-ı hürriyâtının muhassalıdır. Hürriyetin şânı odur ki, ne nefsine, ne gayrıya zararı dokunmasın. 

Belki hürriyet budur ki, kānûn-u adâlet ve te’dîbden başka, hiç kimse kimseye tahakküm etmesin. Herkesin hukuku mahfûz kalsın. Herkes harekât-ı meşrûasında şâhâne serbest olsun. لَا يَجْعَلْ بَعْضُكُمْ بَعْضًا اَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللّٰهِ nehyinin sırrına mazhar olsun.” (Münazarat)

-Yani Üstadımıza göre önce hakiki hürriyeti anlayıp ona göre yaşayıp genişletmeliyiz. O da yukarıdan anlatıldığı kadarıyla şudur ki:

Hürriyet, şeytanın ve nefsinin esiri olup helal haram demeden her istediğini yapmak değildir.  Belki bizi yoktan var edip besleyip büyüten Rabbimize karşı sorumluluklarımızı bilip O’nun emir ve nehiyleri çerçevesinde yaşayıp nefsine değil O’na kul olmaktır. Çünkü İnsan hürdür fakat Allah’ın abdi ve kuludur.

Yine hürriyet, ne kendine ne de başkasına zarar vermemek, şeriatın emirleriyle onu edeplendirip ve güzelleştirmek ve herkesin hakkını muhafaza etmektir.

 

Hem üstada göre hürriyet imanın hassasıdır.

“ Nasıl, hürriyet îmânın hâssasıdır?

C: Zîrâ râbıta-i îmân ile Sultân-ı Kâinât’a hizmetkâr olan adam, tezellüle tenezzül etmeye ve başkasının tahakküm ve istibdâdı altına girmeye izzet ve şehâmet-i îmâniyesi bırakmadığı gibi; başkasının hürriyet ve hukukuna tecâvüzü dahi şefkat-i îmâniyesi bırakmaz. Evet, bir padişahın doğru bir hizmetkârı, bir çobanın tahakkümüne tezellül etmez. Bir bîçâreye tahakküme dahi tenezzül etmez. Demek îmân ne kadar mükemmel olursa, o derecede hürriyet parlar. İşte asr-ı saadet!” (Münazarat)

Yani hakiki imana sahip bir insan Allah’ın azabını düşünüp başkasının hakkına girmez. Böylece herkesin hakkı korunmuş olur.

 İşte eğer hürriyet bu çerçevede yaşanırsa genişler ve hakiki bir hürriyet olur.

İkinci olarak; Üstadın devletin devamı içinde Risale-i nurda çok güzel tespitleri vardır. 

“Din hayatın hayatı hem nûru, hem esası; ihyâ-yı dîn ile olur; şu milletin ihyâsı. İslâm bunu anladı. Başka dinin aksine, dinimize temessük derecesi nisbeten milletin terakkîsi. İhmâli nisbetinde idi milletin tedennîsi. Tarihî bir hakîkat, ondan olmuş tenâsî.” (Lemaat)

Yani şu İslam milletinin terakkisi ve bekası hayatın esası olan dinin hayata hâkim olması ile olabilir. Üstad buna delil olarak da şanlı Osmanlı devletini örnek olarak gösteriyor. Çünkü Osmanlı Devleti ne zaman dine kuvvetli sarıldıysa terakki etti fakat ne zaman dini noktadan zayıfladı ise o zaman yıkılmaya yüz tuttu.


Yorum Yap

Yorumlar