Peygamber Efendimizin (sav) ümmetine ve diğer insanlara karşı şefkat ve merhameti nasıldı? Misallerle izah eder misiniz?
Sevgili Peygamberimiz (sav) çok affedici, şefkatli ve merhametliydi. Sanki kâinattaki tüm merhamet duygusu onun kalbindeydi. O’nun (sav) merhameti ve şefkati karşısında hayranlık duymamak mümkün değildi. Ümmetinin herhangi bir sıkıntıya düşmesi, musibete uğraması O’nu (sav) derinden etkiliyor, çok üzüyordu. Cenab-ı Hak, Kurân’da bu hakikati şöyle ifade etmektedir: “Şânım hakkı için, size kendinizden öyle (izzetli) bir peygamber geldi ki sıkıntıya düşmeniz ona ağır gelir; size düşkündür, mü’minlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.”[1]
Peygamber Efendimiz (sav) daima müjdeleyici, yumuşak huyluydu. İnsanlarla kaba bir şekilde konuşan ve bağırıp çağıran, sert karakterli biri değildi. Kurân’da bu durum şöyle zikredilmektedir: “İşte Allah’tan bir rahmet iledir ki sen onlara yumuşak davrandın. Hâlbuki kaba, katı kalpli olsaydın, elbette (onlar) etrafından dağılırlardı.”[2]
O’nun (sav) bu yumuşak huyluluğu sebebiyle Müslüman olan kimseler vardı. Bir defasında Zeyd b. Sa’ne, Müslüman olmadan önce Hz. Peygamber’den (sav) borcunu ödemesini talep etmiş ve yakasından tutup çekerek kendisine ağır hakaretlerde bulunmuştu. Bu durumu gören Hz. Ömer (ra), ona kızıp bağırmış, Allah Resulü (sav) ise bu durumu tebessümle karşılamıştı. Hz. Ömer’i (ra) uyararak bu kimseye borcun ödenmesini ve yirmi ölçek de fazla verilmesini söylemişti. Zeyd, gördüğü bu yumuşak muamele karşısında Müslüman olmuştu.[3]
Sevgili Peygamberimize (sav) on yıl hizmette bulunan Enes b. Mâlik, bu süre zarfında O’nun (sav) kendisine olan merhametini şöyle ifade etmektedir:
“Resûlullah’a (sav) tam on yıl hizmet ettim. Bana bir defa bile “Öf!” demedi. Yaptığım bir şeyden dolayı “Niye böyle yaptın?” demediği gibi, yapmadığım bir şey sebebiyle “Şöyle yapsan olmaz mıydı?” da demedi.” [4]
Kaynaklarımızda anlatıldığına göre Sevgili Peygamberimiz (sav) Zeyd b. Harise (ra) ile birlikte Mekke’den gizlice çıkarak Taif’e tebliğ faaliyetlerinde bulunmaya gitmişti. Orada bulunan insanları İslam’a davet etmişti. Fakat hiçbir şekilde olumlu bir netice elde edemedi. Aksine çok ağır saldırı ve hakaretlere maruz kaldı. Ancak bu insanlar hakaretle yetinmeyip çocukları, gençleri ve köleleri kışkırtarak Sevgili Peygamberimizin (sav) geçeceği yolun üzerine dizmişlerdi. Bu merhametsiz ve nasipsiz insanlar, yolun iki tarafına geçerek Sevgili Peygamberimizi (sav) taşlamaya başladılar. Hz. Zeyd (ra) Peygamberimize (sav) siper olmaya çalışsa da gelen taşların hepsini engelleyemedi. Kâinatın Efendisi’nin (sav) vücudundan akan kanlar aşağı doğru süzülüyordu. Ayakları kana bulanmıştı. İsabet eden taşların açtığı yaraların verdiği acılar sebebiyle yürüyemiyor, oturuyordu. Ama onlar Peygamberimizi (sav) zorla ayağa kaldırıyor ve yeniden taşlıyorlardı. Peygamber Efendimiz (sav) şu duayı ediyordu:
“Allah'ım! Kuvvetsiz ve çaresiz kaldığımı, halk nazarında hakir görüldüğümü ancak sana arz eder, sana şikâyet ederim. Ey merhametlilerin merhametlisi olan Allah! Herkesin hakir görüp de dalına bindiği, çaresizlerin Rabbi ancak Sensin. Benim Rabbim de ancak Sensin. Sen, beni kötü huylu, yüzsüz bir düşman eline düşürmeyecek kadar merhamet sahibisin. Allah'ım! Yeter ki senin gazabına uğramayayım. Ne çekersem ona katlanırım. Fakat senin af ve mağfiretin bunları bana yaptırmayacak kadar geniştir. Allah'ım! Senin gazabına uğramaktan, İlahî rızandan uzak durmaktan, senin o zulmetleri aydınlatan ve âhiret işlerini yoluna koyan İlahî nuruna sığınırım! Allah'ım! Sen razı oluncaya kadar, affını dilerim! Allah'ım! Her kuvvet, her kudret ancak seninle kaimdir!”[5]
Sevgili Peygamberimizin (sav) mübarek, nazenin bedenini yaralayan, narin kalbini inciten, eşsiz ruhunu sızlatan bu zor şartlardan sonra bir bulut içerisinde Cebrail (as) göründü. Hz. Cebrail ona, “Şüphesiz Allah, kavminin sana neler söylediğini işitti. Sana şu dağlar meleğini gönderdi. Kavmin hakkında dilediğini yapmak üzere ona emredebilirsin.” dedi. Dağlar meleği Peygamberimizin (sav) emrinde olduğunu izin verdiği takdirde Ebu Kubeys ile Kuaykın dağlarını kavuşturup onları helak edebileceğini söyledi. Fakat, sabır ve şefkat timsali Sevgili Peygamberimiz (sav) dağlar meleğine, “Hayır, ben böyle bir şey istemem. İstediğim tek şey, Hak Teâlâ’nın bu müşriklerin neslinden, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmaksızın ibadet edecek bir nesil ortaya çıkarmasıdır.”[6] cevabını verdi.
Sevgili Peygamberimiz (sav) bu kadar ağır, çetin şartlar içinde müşriklerin yaptıkları zulüm ve hakaretlere sabretmiş, helak olmaları için beddua etmemiştir. Onların neslinden gelecek nice insanların imana kavuşma ihtimallerini düşünerek engin merhamet ve şefkatini göstermiştir.
Bediüzzaman Hazretleri Sevgili Peygamberimizin şefkatini şöyle tasvir etmişti;
Evet, rivâyet-i sahîhada (sahih rivayetlerde) vardır ki: Mahşerin dehşetinden herkes, hatta enbiyâlar dahi (نَفْس۪ي نَفْس۪ي) (nefsim, nefsim) dedikleri zaman, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, (اُمَّت۪ي اُمَّت۪ي) (ümmetim, ümmetim) diye re’fet ve şefkatini göstereceği gibi, yeni dünyaya geldiği zaman ehl-i keşfin tasdîkiyle, vâlidesi onun münâcâtında (اُمَّت۪ي اُمَّت۪ي) (ümmetim-ümmetim) dediğini işitmiş. Hem bütün târîh-i hayatı ve neşrettiği şefkatkârâne mekârim-i ahlâkı (ahlakın en yücesi) , kemâl-i şefkat ve re’fetini gösterdiği gibi; ümmetinin hadsiz salavâtına hadsiz ihtiyaç göstermekle, ümmetinin bütün saadetleriyle (mutluluklarıyla) kemâl-i şefkatinden alâkadâr olduğunu göstermekle, hadsiz bir şefkatini göstermiş. İşte bu derece şefkatli ve merhametli bir rehberin sünnet-i seniyesine mürâât etmemek (uymamak), ne derece nankörlük ve vicdansızlık olduğunu kıyâs eyle.[8]
(Bu parça Hayrat Neşriyat tarafından basılan Abdulkadir Ertaş’ın “Peygamberliğin İspatı” kitabından alınmıştır.)
[1] Tevbe, 9/128.
[2] Âl-i İmrân, 3/159
[3]Tahavi, Şerhu Müşkili'l Âsar, Müessesetür Risale, Beyrut 1994, , c. 6, s. 107
[4] Müslim, Fedâil, 51
[5] İbn Hişam, "es-Siratü’n-Nebeviyye, c. 1, 420
[6] İbn Hişam, "es-Siratü’n-Nebeviyye, c. 1, 421