Soru

Risale-i Nur "Hatasız ve Kusursuz Bir Eserdir" Sözü Doğru mudur?

Risale-i Nur hatasız ve kusursuzdur algısı doğru mudur? Nitekim peygamberler haricinde la yüs'el kimse olamamıştır. Risale-i Nur'da ve Bediüzzaman Hazretlerinde hata ve kusur yoktur demek, ne kadar doğrudur?

Tarih: 16.03.2025 12:06:14

Cevap

İSMET SIFATI

İsmet, güç yetirebildiği halde günah işlemekten ve günaha meyletmekten men eden ilahî melekeye denir. İsmet, sahibini günahlardan men eden nefse ait melekeye denir. Bu meleke, kötülüklerin çirkinliğini ve taatın iyiliğini bilmeye bağlıdır.[1] Peygamberler, günah işlemezler. İnsanlık icabı olan ufak tefek yanılgıları da, Allah tarafından düzeltilir. Onların bir sıfatı ismet sahibi olmalarıdır. Şu halde peygamberler haricindeki hiçbir kimse ismet sıfatı sahip değildir.

Detaylı bilgi için bakınız:

https://risale.online/soru-cevap/peygamberlerin-ismet-sifati

Bediüzzaman Hazretleri bu hassasiyetini bizzat şöyle ifade eder:

“Hiçbir müfsid (bozguncu), ben müfsidim demez. Dâimâ sûret-i hakdan (haklı taraftaymış gibi) görünür. Yahud bâtılı hak görür. Evet, kimse demez, ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge (teraziye) vurmadan almayınız. Zîrâ çok silik söz, ticarette geziyor. Hatta benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabûl etmeyiniz. Belki ben de müfsidim. Veya bilmediğim halde ifsâd ediyorum. Öyle ise her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte size söylediğim sözler hayâlin elinde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktı ise, kalbde saklayınız. Bakır çıktıysa, çok gıybeti üstüne ve bedduâyı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz.” [2]

KUR’ÂN ÂYÎNE İSTER, VEKİL İSTEMEZ

Üstad Bediüzzaman hayatında her zaman Kurân’ı merkeze alarak çalışmış, bütün gayreti ona hizmet etmek olmuş. O şöyle diyordu:

Elmasların ma‘deni Kur’ân ve hem hadîstir. Onun malı, oradan her zaman istemeli. Kitaplar, ictihâdlar Kurân’ın aynası, yahud dürbünü olmalı. Gölge, vekil istemez o şems-i mu‘ciz-beyân (Her açıklaması mucize olan Kurân).[3]

Onun bu duruşunu Üstad-ı Sâni Ahmed Hüsrev Efendi Hazretleri şöyle tarif ediyor:

Kalb-i Üstâd, parlak bir âyîne, bir mazhar, bir ma‘kes (yansıma yeri); lisân-ı Üstâd, âlî bir mübellliğ (tebliğ edici), bir muâllim, bir mürşîd; hâl-i Üstâd, tecessüm etmiş (cisimleşmiş) en güzel bir örnek, bir numûne, bir misâl oluyor. [4]

Bediüzzaman Hazretleri “Benim hissem yalnız şiddet-i ihtiyâcımla talebdir (fazlaca ihitiyaç hissederek istemektir). Ve gayet aczimle tazarruumdur (çokça güçsüz olarak yakarışımdır). Derd benimdir, devâ Kur’ân’ındır.”[5] Diyerek Risale-i Nur’un Kurân’ın bir tefsiri olarak ona ayine olduğunu ifade eder.

Birçok mektubunda yer yer bu hususu özenle hatırlatan Üstad Hazretleri yine bir mektubunda şu ikazda bulunur:

Sözler (Risale-i Nur) hakkında tevâzu‘ sûretinde demiyorum, belki bir hakîkati beyân etmek için derim ki: Sözler’deki hakāik (hakikatler) ve kemâlât (güzellikler) benim değil, Kur’ân’ındır. Ve Kur’ân’dan tereşşuh etmiştir (çıkmıştır). Madem ben fânîyim, gideceğim. Elbette bâkî olacak bir şey ve bir eser, benimle bağlanmamak gerektir ve bağlanmamalı. Ve madem ehl-i dalâlet ve tuğyân (inkar ve küfür içinde olanlar), işlerine gelmeyen bir eseri, eser sâhibini çürütmekle eseri çürütmek âdetleridir. Elbette semâ-yı Kur’ânın yıldızlarıyla bağlanan risâleler, benim gibi çok i‘tirâzâta ve tenkîdâta medâr olabilen (eleştirilebilen)  ve sukūt edebilen (ölümlü olan) çürük bir direk ile bağlanmamalı.

Hem madem örf-ü nâsta (halk arasında) bir eserdeki mezâyâ (meziyetler), o eserin masdarı ve menbaı (kaynağı) zannettikleri müellifinin (yazarın) etvârında (tavırlarında) aranılıyor. Ve bu örfe göre o hakāik-i âliyeyi ve o cevâhir-i gāliyeyi (yüksek hakikatleri) kendim gibi bir müflise ve onların binde birini kendinde gösteremeyen şahsiyetime mal etmek, hakîkate karşı büyük bir haksızlık olduğu için, risâleler kendi malım değil, Kur’ân’ın malı olarak ve Kur’ân’ın reşehât-ı meziyâtına (meziyetlerine) mazhar olduklarını izhâr etmeye (açıkça ifaede etmeye) mecbûrum. Evet, lezzetli üzüm salkımlarının hâsiyetleri (nitelikleri), kuru çubuğunda aranılmaz. İşte ben de, öyle bir kuru çubuk hükmündeyim.[6]

RİSALE-İ NUR’DA HATA OLMASI

Üstad Hazretleri “İnsan kusurdan, nisyândan hâlî değil. Benim bilmediğim çok kusurlarım var. Belki de fikrim karışmış, risâlelerde bazı hatâlar da olmuş.” [7] Diyerek Risale-i Nur’da olası hataların sebebi kendisini olduğunu hatırlatmış. Bu noktada asla bir dokunulmazlık zırhına sığınmamıştır. Hatta bu noktada haklı ikazlara karşı memnuniyetini şöyle ifade etmiştir.

“Risâle-i Nûr, Kur’ân’ın malıdır. Benim ne haddim var ki, sâhib olayım. Tâ ki kusûrlarım ona sirâyet etsin. Belki ben o nûrun kusûrlu bir hâdimi (hizmetçisi) ve o elmâs mücevherât dükkânının perîşân bir dellâlıyım (ilancısıyım). Benim karmakarışık vaziyetim ona sirâyet edemez, ona dokunamaz. Zâten Risâle-i Nûr’un bize verdiği ders de, hakîkat-i ihlâs (tam ihlas) ve terk-i enâniyet (benliği terk) ve dâimâ kendini kusûrlu bilmek ve hodfurûşluk etmemektir (kendini beğenmemektir). Kendimizi değil, Risâle-i Nûr’un şahs-ı ma‘nevîsini (manevi kimliğini) ehl-i îmâna gösteriyoruz. Bizler, kusûrumuzu görene ve bize bildirene -fakat hakîkat olmak şartıyla- minnetdâr oluyoruz, Allâh râzı olsun deriz. Boynumuzda bir akrep bulunsa biri gösterip, ısırmadan atılsa, nasıl memnûn oluruz; kusûrumuzu, -fakat garaz ve inâd olmamak şartıyla ve bid‘alara ve dalâlete yardım etmemek kaydı ile- kabul edip minnetdâr oluyoruz.”[8]

MÜMKÜN OLMAK / VAKİ’ OLMAK

Bir şeyin olası olması, olmuş olması ile karıştırılmamalıdır. Yine bir şeyin henüz olmamış olması da olamayacağı anlamına gelmez. Bu konuya açıklık getirmek üzere “İmkân-ı Zâtî” konusuna makam gereği yer verelim.

Bu kavramın anlaşılması için bir kısım açıklamaların yapılması gerekmektedir. Bir şeydeki zorunluluk ya o şeyin zatından veya zata eklenen bir şeyden dolayıdır. Mesela, “insan zorunlu olarak cemad değildir.” Burada zorunluluk zattan kaynaklanmaktadır. Fakat “bilfiil kâtip (yazar) olan, zorunlu olarak ümmî değildir.” Bu örnekte ise zorunluluğun kaynağı zât değildir. Belki zâta eklenen yazma işinden dolayıdır. İşte katibin zâtına nazaran, zâtı açısından yani zâta eklenen sıfat yönüyle değil zâtı bakımından ümmî olması mümkündür. Her ne kadar vakide öyle değil ise de zâtına nisbetle mümkündür. İmkân-ı zâtî, bir şeyin zâta nisbetle mümkün olmasına denir.

Bediüzzaman Hazretlerine göre imkân-ı zâtî, herhangi bir delilden, belirtiden, izden kaynaklanmadan, bir şeyi zâtında, zâtı bakımından, zâtı açısından mümkün görmek, bir şeyin zâtında mümkün olması demektir.

Hz. Üstada göre imkân-ı zâtîden doğan bir ihtimalin değeri yoktur. Bu ihtimalin ilmî yakîne ve zihnin hükmettiği zorunluluğa zıd olan bir tarafı bulunmamaktadır. Bundan dolayı imkân-ı zâtîden kaynaklanan bir ihtimal ile kesin bilinen şeyler hakkında şüpheye düşülmemelidir. Tereddüt edilmemelidir. Vesveseye kapılmamalıdır. Hz. Üstad bu kavramı şöyle bir örnekle açıklamaktadır: “Meselâ, bu dakikada, zâtında, Karadeniz’in yere batması mümkündür, muhtemeldir. Hâlbuki yakînen, yerinde olduğunu hükmediyoruz. O ihtimal ve o imkân-ı zâtî bize bir şek (şüphe) vermez.”[9]

Bu itibarla Risale-i Nur’da hata olması mümkündür. Ancak bu mümkünlük, imkan-ı zatidir. Zira insan sözüdür. İnsan da kusurdan hâli değildir.  Fakat imkanın var olması vaki olmuş anlamında değildir. Veyahut şu anda vaki olmamış olması da “Risale-i Nur’da hata olması mümkün değil” demek değildir.

Bediüzzaman Hazretleri’nin eserleri yaklaşık yüzyıldır birçok ehil zat tarafından ve muarız mahkemelerce ve bilirkişi heyetleri tarafından defalarca incelenmiş. Kendi içinde izahı olmakla beraber siyak-sibak ilişkisi gözetilmediğinden yapılmış bir-iki meseleden başka itiraz olmamıştır.

https://risale.online/soru-cevap/risalelerde-yazdirildi-meselesi

https://risale.online/soru-cevap/risalede-bahsi-gecen-ihtiyar-zat-kimdir

Bahsi geçen itirazlarla ilgili az da olsa bazı dostların kendilerini kurtarmak için aldıkları tavırlara binaen Bediüzzaman Hazretleri şöyle demiştir:

“Bizi medar-ı itham noktalardan tebrie etmek (suçlandıkları noktalardan uzak olduklarını göstermek) içinde onlara (resmi makama) hoş görünmek ve Nurcu olmadıklarını göstermek fikriyle, Vehhâbîlik damarıyla, bir parça ilmî tenkidiyle hücum etmişler. Tahminimce bu rapor iddianameden evvel buraya gelmiş ki, bazı noktaları iddianame ondan almış. Öyleyse, cetvelimiz onlara dahi tam cevaptır.” [10]

Afyon Mahkemesi Müdafaasına eklediği hata-sevab cetveli (hata olarak söylenen meselelerin düzeltildiği tablo) ile mahkemece yapılmış itirazların tamamını tashih etmiştir. Böylelikle Hazret-i Üstad gerek mahkeme gerekse ehl-i ilim tarafından yapılmış eleştirileri büyük bir ciddiyetle nazara almış. Gerekli ve lüzumlu izahları ilgili kişi ve makamlara takdim etmiştir.

Bahsi geçen hata-sevab cetveli başında yer alan bölüm dikkate değerdir:

“İddiânâmede yirmi sahîfeden ziyâdesi arkadaşlara âit olduğundan yanlışlarını beyân etmedim. Bu yanlışların hepsi yüzden fazladır. Mahkemede kırk sahîfe iddiânâme iki saate yakın bize dinlettirildi. Bu iddiânâmede hem hukukumuza, hem hayat-ı şahsiyemize (özel hayatımıza), hem hayat-ı ictimâiyemize (sosyal hayatımıza), hem şerefimize, hem Risâle-i Nûr’un kıymetine çok dokunulduğu halde gücenmediğimize mukabil (karşılık), iddiânâmeyi yazan zâtın mes’elemizdeki sathîliğine (yüzeyselliğine) ve dikkatsizliğine ve cerbezeliğine (gerçeği saptırmasına) dokunacak bir cihet varsa, onun da gücenmemesini ve mahkemenin de tamamen i‘tirâznâmemi okumaklığıma müsâadesini taleb ederiz. Mahkemede “Aleyhimizdeki iddiânâmede yüz yanlışını isbat etmezsem, yüz sene cezâya râzıyım.” diye iddiâ ettiğime bir hüccet (delil) olarak, iddiânâmenin kırk sahîfesinde şahsıma âit on beş sahîfede seksen bir yanlışını gösteren bu cedveli mahkemenize takdîm ediyorum.”[11]


[1] https://risale.online/istilahlar  “İsmet” maddesi.

[2] Mektubat, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, c.2, s. 385.

[3] Sözler, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, c.2, s. 329.

[4] Emirdağ Lahikası, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, c.1, s. 147.

[5] Mektubat, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, c.1, s. 257.

[6] Mektubat, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, c.1, s. 249.

[7] Kastamonu Lahikası, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 209.

[8] Emirdağ Lahikası, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, c.1, s. 66-67.

[9] https://risale.online/istilahlar  “İmkân-i Zati” maddesi.

[10] Şualar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, c.2, s. 543.

[11] Şualar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, c.2, s. 469.


Yorum Yap

Yorumlar