Sekizinci Lema'da geçen bu kısmı izah eder misiniz?
Latîf bir tefe’ül
Şeyh Sa‘dî-i Şîrâzî’nin Bostan’ından, Sözler hakkında ben, Hâfız Hâlid, Gālib, Süleyman, Hâfız Tevfîk niyet edip açtık. Tefe’ül bu çıktı:
Bediüzzaman Hazretleri; talebeleri Hafız Halid, Galib, Süleyman, Hafız Tevfîk ile beraber Şeyh Sa‘dî-i Şîrâzî’nin[1] Bostan[2] isimli eserinden Risale-i Nur’u niyet ederek bir tefe’ül[3] yaptıklarını ve karşılarına şu beyitlerin çıktığını ifade ediyor:
نَكَرْتَا كُلِسْتَانِ مَعْنٰي شِكُفْتْ بَراوُ هِيچْ بُلْبُلْ چُن۪ينْ خُوشْ نَكُفْتْ
عَجَبْ كَرْ بِم۪يرَدْ چُن۪ينْ بُلْبُل۪ي كِه اَزْ اُسْتُخَوانَشْ نَرَو۪يدْ كُل۪ي
Meâli: Yani “Gel, bak. Güller bağı şeklinde hakîkat gülleri açmış. Böyle hakîkat bahçesinde hiçbir bülbül böyle şirin, hoş nağme etmemiştir. Nasıl oluyor ki, böyle bir bülbül öldükten sonra onun kemiklerinden güller açılmasın.” Bu meâl, maksadımıza o kadar yakındır ki, ta‘bîre lüzûm yoktur. Yalnız gülistanımız, ebedî Kur’ân cennetindendir, ondan gelmiştir.[4] Mehmed Tevfîk, Gālib, Süleyman, Hâfız Hâlid, Said
Risale-i Nur’un hakkaniyeti adına yani gerçeklik ve doğruluğu adına yapılan bu tefe’ülde, Hz. Üstad’ın ve talebelerinin karşılarına, neredeyse hiç izah gerektirmeyen beyitler çıkmıştır. Nasıl ki gül bahçesinde güller açar, öyle de Risale-i Nur içinde de öyle hakikat gülleri açmıştır ki, iman ve Kur’ân hakikatleri bu manevi Kur’ânî bahçede izah ve ispat edilmiştir. Bizim gülistanımız olan gül bahçemiz yani Risale-i Nurlar; ebedî, sonsuz Kur’ân cennetinden gelmiştir. Zira Risale- Nur; Hz. Üstad’ın ifadesiyle Kur’ân’ın malıdır ve Kur’ân’dan ilham alınarak yazılmıştır. İçinde Kur’ân hakikatlerinden başka hiçbir şey yoktur. Risale- Nur bu asırda Kur’ân’ın hakiki ve manevi bir tefsiridir.
Bu tefe’ülde, Sözler’in[5] yani Risale-i Nur’un bu hususuna latif, güzel ve şirin bir mana ile işaret edilmektedir. Bu tefe’ülde geçen hakikat bahçesinin bülbülü, Bediüzzaman Hazretleri olduğu anlaşılmaktadır. Elbette Hz. Üstad’ın vefatından sonra da bu hakikatler yayılarak anlatılmaya ve anlaşılmaya devam etmiştir.
[2] BOSTAN: Sa‘dî-yi Şîrâzî, uzun yıllar süren seyahatlerinden doğum yeri Şîraz’a döndükten sonra 655’te (1257) tamamladığı bu eserini, İran’ın Fars bölgesinde hüküm süren Salgurlular’dan Ebû Bekir b. Sa‘d b. Zengî’ye ithaf etmiştir. Daha çok kahramanlık şiirlerinin yazıldığı eser, bir mukaddime ve on bölüm (bab) halinde tertip edilmiştir. Adalet, ihsan, aşk, tevazu, rızâ, kanaat, terbiye, şükür, tövbe, münâcât ve hatm-i kitâb başlıklarını taşıyan bölümler birçok hikâyeden meydana gelir. Bostân yaklaşık 5000 beyit ihtiva eder. Sa‘dî, çeşitli kaynaklardan derlediği hikâyeler, bizzat şahit olduğu olaylar ve başkalarından duyduğu rivayetlerle edindiği bilgi ve tecrübelerini hikâye ve fıkralar halinde anlatırken sade, çekici ve anlaşılır bir üslûp kullanmış, yer yer tarihî şahsiyetlerden de söz etmiştir. Teşbih ve istiarelerinde gerçekçi olmaya da özen göstermiş, adalet, siyaset, yöneten-yönetilen münasebetleri, iyi ve kötü ahlâk, Allah’a karşı kulluk, terbiye, aşk, muhabbet ve benzeri konuları eğitici ve öğretici bir şekilde işlemiştir. Çeşitli nasihatler veya ibretli cümlelerle sona erdirdiği hikâye ve sözlerini hep bu amaç için kullanmıştır. (TDV)
[3] Tefe’ül: Bazı hâdiseleri, tevafukları uğurlu saymak. Meselâ: Bir kitabı rast gele açarak ilk tevafuk eden yeri okuyup ona dikkat ederek onu uğurlu ve esas bir ders sayma gibi. Olacak şeyi tahmin etmek. (Zıddı: Teşe'üm) (Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Büyük Lügat)
Kur’ân'da Müslümanlarla birlikte kâfirlerden ve münafıklardan bahsedildiği gibi; sadece cennetle alakalı değil, cehennemle alakalı da çokça azap âyetleri bulunduğundan, İslâm âlimleri Kur’ân’dan tefe’ül yapılmasını uygun görmemişlerdir.
[5] Risale-i Nur’da çokça geçen ‘Sözler’ tabiri; Sözler Mecmuası için değil çoğunlukla tüm Risale-i Nur külliyatını ifade etmek için kullanılmaktadır. Zira bütün risaleler, 33 adet Sözlerin içinde yer almaktadır.