Kastamonu Lahikası 254. Sayfada geçen bu cümleleri ve devamındaki kısmı izah eder misiniz?
"Risale-i Nur'un şahs-ı mânevîsi ve o şahs-ı mânevîyi temsil eden has şakirtlerinin şahs-ı mânevîsi 'Ferid' makamına mazhar oldukları için, değil hususî bir memleketin kutbu, -belki ekseriyet-i mutlaka ile- Hicaz'da bulunan kutb-u âzamın tasarrufundan hariç olduğunu ve onun hükmü altına girmeye mecbur değil. Her zamanda bulunan iki imam gibi, onu tanımaya mecbur olmuyor.
Ben, eskide, Risale-i Nur'un şahs-ı mânevîsini, o imamlardan birisini zannediyordum. Şimdi anlıyorum ki, Gavs-ı Âzam'da, kutbiyet ve gavsiyetle beraber, 'Ferdiyet' dahi bulunduğundan, âhir zamanda, şakirtlerinin bağlandığı Risale-i Nur, o Ferdiyet makamının mazharıdır. Bu gizlenmeye lâyık olan bu sırr-ı azime binaen Mekke-i Mükerremede dahi -farz-ı muhal olarak- Risale-i Nur'un aleyhinde bir itiraz kutb-u âzamdan dahi gelse, Risale-i Nur şakirtleri sarsılmayıp, o mübarek kutb-u âzamın itirazını iltifat ve selâm suretinde telâkki edip, teveccühünü de kazanmak için, medâr-ı itiraz noktaları o büyük Üstadlarına karşı izah ile, ellerini öpmektir."[1]
İZAH:
Kutbiyyet, kendi çevresinde bulunan evliyaların üzerinde tasarrufu olan bir velîlik makamıdır. Kutubların en büyüğüne Kutb-ul A'zam denir.
Gavsiyyet, ehl-i îmânın maddî manevî sıkıntılarına yardım eden bir velâyet makamıdır.
Ferdiyet ise, bütün evliyalar Kutb-u A'zama bağlı olduğu halde, onun tasarrufu altında bulunmayan büyük bir velâyet makamıdır. Hz. Üstad, Risâle-i Nur'un ferdiyet makamı sahibi olduğunu ifade etmektedir.
Tasavvuf ıstılahı olarak ferdiyet, kuvvetli bir cezbe ile hakîkate eren zâtlara denir. Bu zâtlar mümkün olan vusül mertebesinin sonuna kadar giderler. Bu tarz bir vusül, irşâd kutbuna da nasip olmaz. Bundan dolayıdır ki ferdiyet makamı sahibi zâtların kutuplardan üstün olduğu söylenmiştir.
Bediüzzaman Hazretlerine göre ferîd/ferd/ferdiyet, Kutb-u A’zamın tasarrufu ve hükmü altına girmeye muhtaç değildir. Ferîd, Kutb-u A’zamı tanımaya da mecbur değildir. Gavs-ı A’zam şeyh Abdulkadir Geylânî Hazretleri kutbiyet, gavsiyet ve ferdiyet makamı sahibidir.
Hz. Üstad, zamanında Abdulkadir-i Geylânî Hazretlerine verilen bu makamın, ahir zamanda O’nun şakirtleri olan Risâle-i Nur talebelerinin şahs-ı manevîsine de verildiğini ifade etmektedir.
Evet, bu zamanda Risâle-i Nur ve talebeleri ferdiyet makamına mazhar olmuşlardır. Zira ferdiyetin harika haleti şu asırda Nur dairesinde görünmektedir. Bunun için Nur talebeleri Kutb-u A'zam’ın hükmü altına girmeye mecbur değildir.
Çünkü ferdiyet makamına mazhar olan Risâle-i Nur’un şahs-ı manevîsi, en yüksek bir makamda îmân hizmetini vermektedir. Nasıl ki olağanüstü hallerde bazı özel görevler için yetkilendirilen geniş yetki sahibi olan gruplar vardır. Padişah nâmına dahi tasarrufta bulunabilirler. Aynen öyle de bu dehşetli ahir zamanda ümmetin selâmeti ve hidâyeti için, Risâle-i Nur’un şahs-ı manevisi görevlendirilmiştir.
Ferdiyet makamında bulunan zât, kimseden ders almadan, doğrudan Allah (cc) ve Rasûlünden (sav) feyiz almaktadır. Asrımızda ise dehşetli bir zaman olması dolayısıyla “ferdiyet makamı” ancak îmân hizmeti veren yüksek ve nuranî bir cemaatin şahs-ı manevîsine mazhar olabilmektedir.
Bu açıdan bakıldığında Nur talebeleri ferdi olarak veya şahsi kabiliyet bakımından ferdiyet makamında değildirler. Lâkin Risâle-i Nur'a olan bağlılığı ve cemaatin manevî gücüne dayanma açısından ferdiyet makamındadırlar. Bir askerin şahsî güç bakımından bir insan gücü kadar, ama askerlik bakımından bir milyonluk ordu gücüne sahip olduğu gibi.
Bediüzzaman Hazretlerinin şahsı da, Risâle-i Nur'un kalbine sünuhât olarak ilham edildiği ve bu şahs-ı manevîyi ilk olarak teşkil eden Zât olduğu için, bu makama mazhardır diyebilirz. Fakat Risâle-i Nur'daki mektuplara baktığımızda, kendisi her fırsatta tevâzu göstererek bu ve benzeri makamları reddetmiş, hepsini Risâle-i Nur'un şahs-ı manevîsine vermiştir.
Metinde geçen "Her zamanda bulunan iki imam gibi" cümlesinin izahı için lütfen bakınız;
https://risale.online/soru-cevap/her-zamanda-bulunan-iki-imam-hakkinda
[1] Bediüzzaman Said Nursi, Kastamonu Lahikası, Hayrât Neşriyat, Isparta 2015, s.254