Soru

"İşte bu düstûra binâen, Şeyh-i Geylânî o meşhur kasîdesinde sarâhat derecesinde Hizbü’l-Kur’ân’dan bahsettiği gibi ‘Virdü’l-Işâ’ münâcâtında dahi mezkûr âyete istinâden Hizbü’l-Kur’ân’ın bir hâdimini tasrîhen ve arkadaşlarını işaret derecesinde haber veriyor. Gavs-ı A‘zam’ın (ks) istikbâlden haber verdiği nev‘inden meşhur Şeyhülislâm Ahmed-i Câmî (ks) dahi, İmâm-ı Rabbânî olan Ahmed-i Fârûkî’den (ks) haber verdiği gibi; Celâleddîn-i Rûmî (ks) Nakşibendîlerden haber vermiş. Daha bu nev‘den çok evliyâlar, vâkıa mutâbık haber vermişler. Fakat onların bir kısmı sarâhate yakın haber vermişler. Diğer bir kısmının haberleri ise, çendân bir derece mübhem ve mutlaktır. Fakat bahsettikleri zâtlar makam sâhibi ve büyük olduklarından, büyüklükleri ve taayyünleri cihetiyle o mübhem ihbâr-ı gaybîyi bil’istihkāk kendilerine almışlar..."

Sekiinci Lema'da geçen ilgili cümleleri devamıyla birlikte izah eder misiniz?

Tarih: 18.03.2025 11:45:42

Cevap

İşte bu düstûra binâen, Şeyh-i Geylânî o meşhur kasîde­sinde sarâhat derecesinde Hizbü’l-Kur’ân’dan bahsettiği gibi ‘Virdü’l-Işâ’ münâcâtında dahi mezkûr âyete istinâden Hizbü’l-Kur’ân’ın bir hâdimini tasrîhen ve arkadaşlarını işaret derecesinde haber veriyor.

İşte, bir önceki paragrafta izah edilen “Îmâ- Remiz- İşaret- Delâlet- Sarâhat” gibi kurallara dayanarak Abdulkadir Geylani Hazretleri, kerametlerle dolu beş satırlık meşhur kasîdesinde sarâhat derecesinde apaçık bir şekilde Kur’ân cemaatinden ve hizmetkârlarından yani Risale-i Nur Talebelerinden bahsedip onlardan haber vermektedir. Öyle de “Virdü’l-İşâ’’ münacatında da “Artık onlardan kimi şakidir, bedbahttır, kimi de saîddir, bahtiyârdır!”[1] âyetine dayanarak ebced hesabıyla birlikte, bu asırda Kur’ân’a hizmet eden nuranî bir cemaatin bir ferdi ve hizmetkârı olan Bediüzzaman Hazretlerini sarâhat derecesinde açıkça bildirmekle beraber talebeleri olan dava arkadaşlarını da işaret derecesinde gösterip onlardan haber vermektedir.

Gavs-ı A‘zam’ın(ks) istikbâlden haber verdiği nev‘in­den meşhur Şeyhülislâm Ahmed-i Câmî(ks) dahi, İmâm-ı Rabbânî olan Ahmed-i Fârûkî’den(ks) haber verdiği gibi; Celâleddîn-i Rûmî(ks) Nakşibendîlerden haber vermiş.

Allah’ın izniyle Abdulkadir Geylani Hazretlerinin gelecekten haber verdiği tarzda Şeyhülislâm Ahmed-i Câmî (ks)[2] asırlar öncesinden İmâm-ı Rabbânî Hazretlerinden, Celâleddîn-i Rûmî (ks) ise Nakşibendîlerden haber vermiştir.

Daha bu nev‘den çok evliyâlar, vâkıa mutâbık haber vermişler. Fakat onların bir kısmı sarâhate yakın haber vermişler.

Şeyhülislâm Ahmed-i Câmî (ks) ve Mevlana Celâleddîn-i Rûmî Hazretleri gibi çok evliyalar, Allah’ın izniyle bazı hadiseleri önceden haber vermişler ve haber verdikleri tarzda meydana gelmiştir. Ancak evliyaların bir kısmının gelecekten verdikleri haberler, neredeyse apaçık şekilde meydana gelmiştir.

Diğer bir kısmının haberleri ise, çendân bir derece mübhem ve mutlaktır. Fakat bahsettikleri zâtlar makam sâhibi ve büyük olduklarından, büyüklükleri ve taayyünleri cihetiyle o mübhem ihbâr-ı gaybîyi bil’istihkāk ken­dilerine almışlar.

Diğer evliyaların gelecekten verdikleri haberler ise, gerçi bir derece kapalı ve ucu açık olup net değildir. Fakat bahsettikleri zatlar yüksek makamlardaki seçkin şahsiyetlerdir. Bu zâtlar gerek manevi büyüklükleriyle gerekse kendilerinde ve hayatlarında ortaya çıkan özellikleriyle, evliyaların o kapalı gayba dair haberlerini bizzat hak ederek kendi üzerlerine almışlardır. Yani haber verilen kişinin kendileri olduğunu yaşantılarıyla göstermişlerdir

Meselâ, Ahmed-i Câmî demiş ki: “Her dört yüz sene başında mühim bir Ahmed gelir. Bin tarihi başındaki Ahmed en mühimmidir.” Yani o elfin müceddididir. İşte böyle mutlak bir sûrette söylediği halde, İmâm-ı Rabbânî’nin büyüklüğü ve teşahhusu, o haber-i gaybîyi kat‘î olarak kendine almış.

Meselâ, Molla Ahmed-i Câmî (ks) demiş ki: “Her dört yüz sene başında mühim bir Ahmed gelir. Bin tarihi başındaki Ahmed en mühimmidir.” İmam-ı Rabbânî Hazretleri hicrî ikinci bin yılının müceddidi olmasından dolayı “Müceddîd-i elf-i sânî” ünvanına da sahiptir. Evet, Ahmed Câmî (ks) bu sözünü net ve belirli bir şekilde söylemeyip bir derece kapalı ve serbest söylediği halde, İmam-ı Rabbani Hazretleri manevi büyüklüğü ve kendine has hizmetleriyle Ahmed Câmî’nin (ks) gayba dair haberini kesin olarak kendi üzerine almıştır.

Tarihî açıdan bakıldığında ise, Ahmed Câmî’den (ks) İmâm-ı Rabbânî Hazretlerine kadar 435 sene olup, bu zaman içinde evliyalar arasında bu denli manevi büyüklüğe sahip Ahmed isminde bir zat bulunmamaktadır. Şeyhülislâm Ahmed Câmî’nin (ks); “Benden sonra benim ismimde on yedi kişi gelir. Bunların sonuncusu bin tarihinden (hicrî) sonra olup, en büyüğü ve en yükseği O’dur” sözü de bu hususu kuvvetlendirmektedir.

Hazret-i Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî de Nakşibendî’den mübhem bir sûrette bahsetmiş. Fakat Nakşîlerin büyüklüğü ve yüksekliği ve teşahhusları, o haberi de bil’istihkāk kendilerine almışlar.

Yine Hazret-i Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî de Şah-ı Nakşibendî Hazretlerinden ve Nakşibendîlerden bir derece kapalı ve belirsiz olarak haber vermiş. Fakat Nakşîlerin manevi büyüklüğü, yüksekliği ve yaptıkları hizmetleri, o mübarek zatın gayba dair haberini layıkıyla kendi üzerlerine almışlardır. Böylece Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin haber verdiği kişilerin Nakşîler olduğu da açıkça anlaşılmıştır.

İşte bu kerâmetkârâne ihbâr-ı gaybî nev‘inden Gavs-ı A‘zam kuddise sırruhû dahi, Hizbü’l-Kur’ân’dan işârî bir sûrette haber verdiği gibi, Hizbü’l-Kur’ân’ın bir hâdimi olan bu bîçâre Said’i iki yerde sarâhaten haber veriyor.

İşte Şeyhülislâm Ahmed Câmî’nin (ks) ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Hazretlerinin Allah’ın izniyle keramet göstererek gayda dair haber verdikleri tarzda Abdulkadir Geylani Hazretleri de haber vermiştir. Şeyh Geylanî (ks), bu asırdaki Kur’ân cemaatinden ve hizmetkârlarından yani Risale-i Nur Talebelerinden işaret yoluyla bahsetmektedir. Hem bu asırda Kur’ân’a hizmet eden nuranî bir cemaatin bir ferdi ve bir hizmetkârı olan Bediüzzaman Hazretlerinden de -önceki sayfalarda izah edildiği üzere- iki yerde açıkça haber vermektedir.

Mübhem ve mutlak bırakmadığının sırrı şudur ki: Bu bîçâre Said, makam sâhibi olmamışken ve büyük değil iken ve mutlak ta‘bîri teşhîs edecek bir teşahhusu yokken, lütf-u İlâhî ile büyük bir makamın hizmetinde bulunmasıdır. Âdetâ bir nefer iken, müşîriyet makamı hizmetinde bulunmasıdır. İşte küçüklüğü ve ehemmiyetsizliği içindir ki, Hazret-i Gavs öteki evliyâya muhâlif olarak yalnız işaretle kalmayıp, sarâhat derecesinde parmağını onun başına basıyor.

Bediüzzaman Hazretleri, Abdulkadir Geylani Hazretlerinin kendisi hakkındaki haberlerini bazı evliyaların yaptıkları gibi bir derece kapalı ve belirsiz bırakmayıp açıkça ifade etmesinin sırrını şöyle ifade etmektedir:

Bu çaresiz Said, manevi yüksek bir makama ve şahsiyete sahip değilken ve Gavs-ı Azam’ın (ks) kesin, şüphesiz ve net tabirlerini kendi üzerinde gösterip o tarzda bir kimlik ve şahsiyet kazanmamışken sırf Allah’ın lütfu ve ihsanı ile büyük manevi bir makamın hizmetinde bulunmasıdır.  Âdetâ kendisi bir er iken mareşallik makamının hizmetinde vazife yapmasıdır. Öyle ki; ahir zaman fitnelerinin yaygın olduğu bu dehşetli asırda imana ve Kur’ân’a büyük hizmetler etmiş olması da bu gerçeği ispat etmektedir.

Bediüzzaman Hazretleri, Hazret-i Gavs’ın (ks) diğer evliyalardan farklı olarak kendisinden yalnızca işaret mertebesiyle değil de açık bir şekilde haber vermesini, kendisinin küçüklüğüne ve ehemmiyetsizliğine vermektedir. Hz. Üstad burada, mukaddes ve yüce olan Kur’ân davasına kıyasla kendi şahsiyetini önemsiz ve küçük görerek tevazu göstermektedir.

Evet, sergüzeşt-i hayatımda geçen ve çoğunu gizlediğim çok hârika vâkıalar var. Kendimi hiçbir vecihle kerâmete lâyık görmediğim için, onları bazen tesâdüfe, bazen da başka esbâba isnâd ediyordum. Şimdi kanâatim geliyor ki, o hârikalar Gavs-ı A‘zam’ın bir silsile-i kerâmetini teşkîl ediyorlar. Demek onun duâsıyla ve himmetiyle, ona kerâmeten ve bize ikrâm nev‘inden bir nevi‘ inâyet-i İlâhiyeye mazhar olmuşuz.[3]

Evet, Hz. Üstad’ın hayatında çoğunu insanlardan gizlediği çok harika ve olağanüstü hadiseler meydana gelmiştir. Bediüzzaman Hazretleri kendisini hiçbir şekilde keramete layık görmediğinden o harika olayları sebeplere ve tesadüfe dayandırıp çok dikkate almadığını ifade etmektedir.

Ancak Abdulkadir Geylani Hazretlerinin kendisi hakkındaki haberlerinden haberdar olduktan sonra tüm o harika olayların Hazret-i Gavs’ın (ks) peş peşe gerçekleşen harika kerametleri tarzında olduğuna tam kanaat getirmiştir. Ve Abdulkadir Geylani Hazretlerinin duası ve manevi yardımı ile O’na (ks) keramet olarak Hz. Üstad’a ve talebelerine ise İlâhî bir ikram olarak bir çeşit Allah’ın yardımına nail olmuşlardır.


[1] Hud sûresi, 105’ten

[2] Ahmed Câmî (ks): 441’de (1049) Horasan’ın Keşmir bölgesindeki Nâmek köyünde doğdu. Doğduğu yer olan Horasan’ın Nâmek köyüne nisbetle kendisine Ahmed-i Nâmekī denildiği gibi daha sonra yerleştiği Câm şehrinde meşhur olduğu için Ahmed-i Câm veya Ahmed-i Câmî de denilmiştir. Câmî, Sirâcü’s-sâʾirîn adlı eserinde bizzat anlattığına göre gençlik yıllarını avare ve ayyaş olarak geçirdi. Dost ve arkadaşları için düzenlediği bir işret meclisi sırasında karşılaştığı birtakım hârikulâde haller tövbekâr olmasına vesile oldu. Ailesini ve köyünü terk ederek Câm şehri civarındaki bir dağda inzivaya çekildi. On sekiz yıl boyunca devam eden inzivâ hayatında fıkıh, kelâm, hadis, tefsir, edebiyat ve tasavvuf sahalarında bilgi sahibi oldu. Vaaz vermek ve nasihat etmek üzere gittiği Serahs, Bâzcân, Herat, Merv, Bâharz ve Nîşâbur’da bulunan âlim ve emîrlerle tanıştı; dinî gerçeklerin yaygınlaşması ve halkın ahlâk bakımından düzelmesi için çaba gösterdi.  Câmî’nin eserleri genellikle tasavvuf, âdâb, mev‘iza ve nasihate dair olup sade ve basit bir üslûpla Farsça olarak kaleme alınmıştır. 10 Muharrem 536’da (15 Ağustos 1141) Câm şehri civarında Me’dâbâd köyündeki zâviyesinde vefat etmiş ve buraya defnedilmiştir. Uzun bir ömür süren Câmî’nin 300.000, bazı kayıtlara göre 600.000 kişinin hidayetine vesile olduğu rivayet edilir. Başlıca eserleri şunlardır: Miftâḥu’n-necât, Üns (Enîs)ü’t-tâʾibîn ṣırâṭu’llāhi’l-müstaḳīm, Ravżatü’l-müẕnibîn, Risâle-i Semerḳandiyye, Dîvân.


Alâkalı Sorular

Yorum Yap

Yorumlar