Bediüzzaman Hazretleri’nin Rumî tarihle 1293 doğumlu olduğu kendi pek çok beyanıyla ve resmî belgeyle kesin olduğundan yakın zamana kadar, bunun karşılığı olan Miladî 1877 doğumlu olduğu daha yaygın bir şekilde ifade ediliyordu. Çünkü 1293’ün -son üç ayı hariç- ilk dokuz ayı 1877’ye denk gelmektedir. Fakat son zamanlarda yayınlanan bazı çalışmalarda ise Üstad’ın 1878 doğumlu olduğu görüşü daha çok dillendirilmeye başlandı. Gerekçe olarak ise 1921 yılında İstanbul’da Osmanlı Nüfus idaresince kendisine verilen ve Üstad Bediüzzaman Hazretlerine ait nüfus bilgilerini gösteren resmî belgedeki doğum tarihi olarak 1293 Rumî ile birlikte 1295 Hicrî tarihinin verilmiş olmasıdır.
Peki, 1295 Hicrî, dolayısıyla 1878 miladî tarihi acaba gerçeği tam olarak yansıtıyor mu?
Bediüzzaman Hazretlerinin Miladî 1877 doğumlu olduğunu gösteren deliller bu resmî belgen çok daha güçlüdür. En büyük delil, Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin Sikke-i Tasdik-i Gaybi eserinde tam beş farklı yerde bizzat kendisinin Arabî (hicrî) 1294 tarihinde dünyaya geldiğini beyan etmesidir. H. 1294 ise tam olarak M. 1877 ile örtüşmektedir. Bediüzzaman Hazretlerinin Sikke-i Tasdik-i Gaybi eserindeki beyanları şu şekildedir:
Hem فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْش۪ي بِه۪ فِي النَّاسِ tenvîn ve şeddeli nûn iki nûn ve بِه۪ deki telaffuz edilen (ي) sayılmak cihetiyle, bin iki yüz doksan dört (m. 1877) eder ki, velâdetinin ve hayatının birinci senesidir. 1
Demek bin iki yüz doksan dörtte (m. 1877) dünyaya gelecek bir mürîdi, bu مُر۪يد۪ي lafzında muraddır.2
O tarih Rûmî hesab ile olsa, Said’in mebde’-i tufûliyetine, eğer Arabî tarihiyle olsa (m. 1877), velâdet zamanına tevâfuk ediyor. 3
Aynen evvelki fıkra ile tam tevâfuk edip, her birisi fitne-i âhir zamanın hem başlangıcı tarihine ki, bin iki yüz doksan dörttür (m. 1877), hem tenvîn ile beraber o fitnenin en karanlıklı zamanı olan bin üç yüz kırk dört (m. 1926) tarihine; ve fitnelerin içinde mahfûziyetle beraber pek çok çalkanan bîçâre Said’in hem târîh-i velâdetine, hem işkenceli târîh-i esâretine tevâfuk ediyor. 4
İnşâallâh, senin her şeyinde ve her işinde uzun bir zamanda, yani tufûliyet zamanından tâ ihtiyârlığın vaktine kadar ve işkenceli esâretine kadar, yani bin iki yüz doksan dörtten (m. 1877) tâ bin üç yüz kırk beşe (m. 1927) kadar, belki altmış dörde (m. 1945) kadar ve daha ziyâde bir zamana kadar Allah’ın izniyle ve kuvvetiyle senin imdâdına yetişeceğim” demektir. 5
O halde resmî nüfus tezkiresindeki 1295 tarihini nasıl izah etmek gerekiyor?
Bunun cevabı, bir birine zıt olan iki hükümden hangisi daha güçlü ise onun esas alınıp zayıf olanın tevil edilmesi metoduyla verilebilir. Dolayısıyla biz burada -daha mutemed olduğunu düşündüğümüz- Bediüzzaman Hazretleri’nin kendi beyanlarını esas alıp resmî yazıyı tevil etmek durumundayız. Bunun iki cihetle tevili mümkündür:
Resmî vesikada hem Rumî 1293 tarihi, hem de Hicrî 1295 tarihi birlikte yazılmıştır. Bediüzzaman Hazretleri de kendi beyanlarında Rumî 1293 tarihini vermektedir. Bunda bir ihtilaf yoktur. Fakat Üstad, doğum tarihi için Hicrî 1294 derken resmî belge 1295 demektedir. Muhtemeldir ki, o dönemde resmî kayıtlarda esas olarak Rumî takvim kullanıldığından Üstad’ın beyanıyla -veya eski bir kayıttan- 1293 Rumî bilgisini alan memur, bunun Hicrîsi olarak 1294 yerine 1295 yazarak hata etmiştir. Resmî bir nüfus kaydında böyle bir yanlışın olması mümkün mü denilirse, evet mümkün, hatta vâkidir deriz. Çünkü aynen buna benzeyen ve hatta daha büyük bir hatayı 1906 tarihli resmî nüfus tescil kayıtları yine Üstad Hazretleri’nin doğum tarihini 1888-1889 vermekle yapmıştır ki çok açık bir hatadır. Tam on sene fark var!
Başka bir ihtimal de; o dönemde Üstad Bediüzzaman’la birlikte kalıp hizmetlerini gören yeğeni Abdurrahman’ın Üstad’a vekâleten Nüfus Dairesi’ne gidip bu belgeyi doldurtmuş olmasıdır. Rumî 1293’lü oluşu zaten bilinen Üstad’ın, Hicrî 1295’li olduğu bilgisini, orada kendisine sorulması üzerine zannî bir bilgiye dayanarak vermiş olabilir. Çünkü Rumî 1293’ün çoğu Hicrî 1294 içinde yer alsa da, son üç ayı Hicrî 1295 içinde yer almaktadır. Yani karıştırılmaya gayet müsait bir durum söz konusudur.
Netice olarak Bediüzzaman Hazretleri gibi yüksek dehasıyla meşhur bir zat beş defa Hicrî- Arabî 1294 tarihinde doğduğunu beyan ederken, doğumundan 44 sene sonra üstelik memleketinde değil İstanbul’da verilen bir belgeye dayanarak (ve o belgedeki tarihi kendi ifadesidir farz ederek) kendi açık beyanlarını ve bu beyanların dayandığı gaybî işaretleri bir tarafa bırakmanın isabetli bir tercih olmadığı kanaatini taşıyoruz.
Bediüzzaman Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Hayrat Neşriyat, Isparta 2016, s. 66
Bediüzzaman Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Hayrat Neşriyat, Isparta 2016, s. 146
Bediüzzaman Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Hayrat Neşriyat, Isparta 2016, s. 163
Bediüzzaman Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Hayrat Neşriyat, Isparta 2016, s. 164-165
Bediüzzaman Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Hayrat Neşriyat, Isparta 2016, s. 165

