Ayetül kübra ismi doğru bir isim midir? Üstad neden ayetül kübra demiş?
Üstad hazretleri bu risalenin ifade-i meramında bu ismi (Ayet-ül Kübra ve Asa-yı Musa) İmam-ı Ali(r.a) tarafından verildiğini şu ifadelerle bildirmektedir.
Bu risâlenin öyle bir ehemmiyeti var ki, İmâm-ı Ali Radıyallâhü Anh kerâmet-i gaybiyesinde bu risâleye “Âyetü’l-Kübrâ” ve “Asâ-yı Mûsâ” nâmlarını vermiş. Risâle-i Nûr’un risâleleri içinde buna hususî bakıp nazar-ı dikkati celbetmiş. (şualar-1, 94)
"El-Âyet-ül Kübra"nın bir hakikî tefsiri olan bu Âyet-ül Kübra Risalesi, Hazret-i İmam'ın (R.A.) tabirince, "Asâ-yı Musa" namında "Yedinci Şua" kitabıdır. (şualar-1, 95)
Aynı eserin başında bu risalenin İmam-ı Ali(r.a.) ile evliyanın gaybî işaretlerine mazhar olduğunu ve bu risalenin makbuliyetine işaretler olduğunu ifade etmektedir.
Elhak, bu risâlenin İmâm-ı Ali’nin (ra) ve evliyânın gaybî işaretleriyle makbûliyetine imza basmalarına tam lâyık bulunduğunu aynelyakîn derecesinde bildim.(şualar-1, 93)
Konuyla ilgili bilgileri üstad hazretleri değişik eserlerinde malumatlar vermektedir. Bunların bir kısmını aynen aşağıya iktibas ediyoruz.
Üçüncü Kelime: لَا شَر۪يكَ لَهُ ’dür. Bundaki hüccete gayet kısa bir işaret şöyledir: Âyetü’l-Kübrâ Şuâ‘ının ma‘deni, üstâdı, esası ve Âyetü’l-Kübrâ nâmında olanقُلْ لَوْ كَانَ مَعَهُٓ اِلٰهَةٌ كَمَا يَقُولُونَ اِذًا لَا بْتَغَوْا اِلٰي ذِي الْعَرْشِ سَب۪يلاً -ilâ âhirihî- âyet-i ekberidir. Yani, “Eğer şerîk olsa idi ve başka parmaklar îcâda ve rubûbiyete karışsa idiler, intizâm-ı kâinât bozulacaktı.” (isra:42) ve devamındaki ayetlerdir. (şualar-2, 570)
İkinci Remiz: Kur'anın El-Âyet-ül Kübra'sı olan تُسَبِّحُ لَهُ السَّموَاتُ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُ وَ مَنْ فِيهِنَّ وَ اِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ nin hakikat-ı kübrasını ve tefsir-i ekberini gösteren ve ramazan-ı şerifin ilhamî bir hediyesi bulunan Yedinci Şua risalesine Hazret-i İmam-ı Ali (R.A.) Mektubat'a işaretten sonra Lem'alar'a işaret içinde Şualar'a bakarak وَ بِاْلآيَةِ الْكُبْرَى اَمِنِّى مِنَ الْفَجَتْ deyip ilm-i belâgatça "müstetbeat-üt terakib" ve "maariz-ül kelâm" denilen mana-yı zahirînin tebaiyetiyle ve perdesinin arkasıyla müteaddid karinelerin kuvvetine göre işaret eder. (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 102)
Yedinci Remiz: Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahü Anh, nasılki
وَ بِاْلآيَةِ الْكُبْرَى اَمِنِّى مِنَ الْفَجَتْ
وَ بِحَقِّ فَقَجٍ مَعَ مَخْمَةٍ يَا اِلهَنَا
وَ بِاَسْمَائِكَ الْحُسْنَى اَجِرْنِى مِنَ الشَّتَتْ
حُرُوفٌ لِبَهْرَامٍ عَلَتْ وَ تَشَامَخَتْ
وَ اسْمُ عَصَا مُوسَى بِهِ الظُّلْمَةُ انْجَلَتْ
diye birinci fıkrasıyla Yedinci Şua'a işaret etmiş…
der-akab وَ اسْمُ عَصَا مُوسَى بِهِ الظُّلْمَةُ انْجَلَتْ kelâmıyla dahi, Risale-i Hurufiyeyi takib eden ve El-Âyet-ül Kübra'dan…
Evet وَ بِاْلآيَةِ الْكُبْرَى kelimesiyle Yedinci Şua'a işareti, kuvvetli karineler ile isbat edildiği gibi; aynı kelime, diğer bir mana ile elhak Risale-i Nur'un âyet-i kübrası hükmünde ve ekser risalelerin ruhlarını cem'eden ve Arabî bulunan Yirmidokuzuncu Lem'aya bu kelâm, "müstetbeat-üt terakib" kaidesiyle ona bakıyor, efradına dâhil ediyor. Öyle ise; Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahü Anh dahi bu fıkradan ona bakıp işaret eder diyebiliriz.
Hazret-i Ali Radıyallahü Anh kendi lisanını, büyük tehlikelerde bulunan müellifin hesabına istimal ederek; وَ بِاْلآيَةِ الْكُبْرَى اَمِنِّى مِنَ الْفَجَتْ yani "Yâ Rab! Beni kurtar. Eman ve emniyet ver." diye dua etmesiyle, tam tamına Eskişehir hapishanesinde i'dam ve uzun hapis tehlikesi içinde te'lif edilen Yirmidokuzuncu Lem'anın ve sahibinin vaziyetine tevafuk karinesiyle, kelâm zımnî ve işarî delalet ettiğinden diyebiliriz ki; Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahü Anh dahi, bundan ona işaret eder.
بَدَئْتُ بِبِسْمِ اللّهِ رُوحِى بِهِ اهْتَدَتْ اِلَى كَشْفِ اَسْرَارٍ بِبَاطِنِهِ انْطَوَتْ
Kelamıyla risalelerin başı ve Birinci Söz olan Bismillah Risalesine baktığı gibi; Kasem-i Câmi-i Muazzama'nın âhirinde, risalelerin kısm-ı âhirleri olan son Lem'alara ve Şualara; hususan bir âyet-i kübra-yı tevhid olan Yirmidokuzuncu Lem'a-i Hârika-i Arabiye ve Risale-i Esma-i Sitteye ve Risale-i İşarat-ı Huruf-u Kur'aniyeye ve bilhâssa şimdilik en âhir Şua olan ve asâ-yı Musa gibi dalaletlerin bütün manevî sihirlerini ibtal edebilen bir mahiyette bulunan ve bir manada Âyet-ül Kübra namını alan risale-i hârikaya bakıyor gibi bir tarz-ı ifade görünüyor. Ve madem birtek mes'elede bulunan emareler ve karineler, mes'elenin vahdeti haysiyetiyle birbirine kuvvet verir ve zaîf bir münasebetle bir taraşşuh dahi menbaa ilhak edilir. (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 111-113)
Ayrıca bakınız:
/soru-cevap/risalelerdeki-tefekkur