Soru

Evrimin İslam İnancına Tersliği

Evrim teorisinin islam akidesi bakımından mahzurları nelerdir? Risale-i Nur'da evrim ele alınmış mıdır?

Tarih: 17.03.2009 00:00:00
Okunma: 10401

Cevap

Evrim teorisinin neredeyse tamamı İslam akidesine terstir.

1-Allah’ın varlığını inkâr eder.
2-Her şeyi Allah’ın yarattığını inkâr eder.
3-İlk yaratılan insanların Adem (as) ve Havva vâlidemiz olduklarını inkâr eder.
4-Bütün insanların Adem ve Havva’dan türediklerini inkâr eder.
5-İslam dinini, Kur’an’ı, Hz. Peygamber (asm)’ı inkâr eder.

Bu saydığımız maddelerin tamamı küfür ve dalalettir.
Bu teorinin, dikkate alınacak mantıklı, ilmî, kayda değer hiçbir tarafı yoktur. Tamamen hayal ürünü senaryolardan ibarettir.
Hulasa olarak, canlıları Allah’ın yaratmadığını, hayatın tesadüfler sonucu ortaya çıktığını ve canlı türlerin birbirinden ayrışarak çoğaldıklarını iddia ederler.
Kimsenin görüp şahid olmadığı, hiçbir delili olmayan şeyleri, bir gerçekmiş gibi tasvir ederler. Meselâ, “önceden dünyanın atmosferi farklıydı. Bu şartlarda bir şimşek çaktı ve tesadüfen ilk canlı hücre oluştu” gibi efsanelere inanırlar. Ortaya koydukları safsataların, fen bilimlerine aykırı çok yönleri ortaya konularak onlarca dahi çürütülmüştür. Bir sürü demagojiden ibaret dinsiz bir felsefedir.

Fikir daha başlarken çürüktür.
1-Böyle bir olayın yaşandığına dair hiçbir delil yoktur. Tamamen senaryodur.
2-Olağanüstü karmaşık ve mükemmel yapılarla dolu bir hücrenin bir yıldırım düşmesi sonucu oluşması tamamen akıl dışı bir vehimdir.
3-Farz-ı muhal ortaya çıkan ilk hücre, cansız, hava su ve topraktan oluşmuştur. Bu cansız maddelerin toplamının kendiliklerinden canlanmasına hiçbir imkân yoktur.
4-Bahsedilen atmosfer şartlarında ortaya çıkacak bir hücrenin canlı kalması da mümkün değildir.

Fikrin sonraki her kademesi de bir sürü bilim dışı senaryolara dayanmaktadır ve yine bilim adamlarınca çürütülmüştür.
Bütün senaryolara ayrı ayrı cevap vermek belki fen bilimcilerinin işidir ve gerekli cevaplar da verilmiştir. Asıl üzerinde durulması gereken şey, olağanüstü sanat harikaları olan ve ancak sonsuz bir ilim ve kudret gerektiren canlıların tesadüfler sonucu ve kendiliğinden ortaya çıkmasının akıl dışı bir hayal ürünü oluşudur.
Hayatımızda bolca tesadüflerle karşılaşırız ve bunların % 99’u ya manasız şeylerdir, ya da bozucu şeylerdir. Mesela, bilgisayarın klavyesine basarken hep harfleri seçerek basarız. Ara sıra, tesadüfen başka harflere bastığımızda yazı bozulur ve Word programı hemen altını kırmızı çizerek bozulduğunu haber verir. Ya da masadan kalkarken dirseğimiz tesadüfen yandaki su bardağına çarpar ve masa üstündeki evraklar perişan olur. Yani kısacası, hiç birimiz tesadüflerle dolu bir hayat yaşamak istemeyiz ve hayatımızı bir düzen içinde sürdürmeye çalışırız.
Tesadüfün hâli bu iken, evrimciler kalkıp diyorlar ki şu evren ve içindeki her şey ve her canlı sürekli isabet ettiren ve mantıklı işler yapan tesadüflerin sonucudur diyorlar. Biz de diyoruz ki, sizin o dediklerinize tesadüf denilmez. Onlar, imtihan sırrı gereği kendini göstermeyen ama varlığından elçileri ve kitapları vasıtasıyla haber veren bir yaratıcının harikulade işleridir.

Evrimin dayandığı asıl kavram, tesadüf ve kendi kendine oluştur. Bu yüzden Risale-i Nur’da tesadüfen, ya da kendi kendine oluşun imkânsızlığını anlatan bütün deliller evrim teorisini çürütmektedir. Risale-i Nur’un yazıldığı yıllarda bu felsefe bugünkü kadar meşhur olmuş ve en avam insanların dahi kulağına gitmiş durumda değildi. Bundan dolayı olsa gerektir ki, Üstad Hazretleri Evrim Teorisinden ismiyle hiç bahsetmez. Fakat kökünü kurutacak derecede kuvvetli delillerle yaratılışı isbat eder ve tesadüfün imkânsızlığını vurgular.

Risale-i Nur’da evrimi çürütecek mahiyette pek çok bahis vardır. Tabiat Risalesi, baştan sona kadar evrimi ve tabiatçı, maddeci felsefeyi çürütür. Meselâ bir vücudun kendi kendine ve içindeki zerrelerin çalışmalarıyla varlığını devam ettiremeyeceğini şöyle anlatır:
“Ey muannid münkir (inatla inkâr eden)! Senin enaniyetin (benliğin) seni o kadar ahmaklaştırmış ki, yüz muhali (imkânsızlığı) birden kabul etmeyi, bir derece hükmediyorsun. Çünki sen mevcudsun. Ve basit bir madde ve camid (cansız) ve tegayyürsüz (değişimsiz) değilsin. Belki, daima teceddüdde (yenilenmekte) olarak, gayet muntazam bir makine ve hârika ve daima tahavvülde (başkalaşan) bir saray gibisin.

Senin vücudunda her vakit zerreler (atomlar, en küçük yapı taşları) çalışıyorlar. Senin vücudun kâinatla, hususan rızık münasebetiyle, hususan beka-i nev'i (türün devamı) itibariyle alâkadardır ve alış-verişi vardır. Senin vücudunda çalışan zerreler, o münasebatı bozmamak ve o alâkadarlığı kırmamak için dikkat ediyorlar. Öylece ihtiyatla ayaklarını atıyorlar. Güya bütün kâinata bakıyorlar. Senin münasebatını kâinatta görüp öyle vaziyet alıyorlar. Sen zahirî ve bâtınî (beş duyu ve içteki) duygularınla, o zerrelerin, o hârika vaziyetine göre istifade edersin.

Eğer sen vücudundaki zerreleri, Kadîr-i Ezelî'nin (ezelî kudret sahibi olan Allah’ın) kanunuyla hareket eden küçücük memurları veya bir ordusu; veya kalem-i kaderin (kader kaleminin) uçları, herbir zerre bir kalem ucu veya kalem-i kudretin noktaları, herbir zerre bir nokta olduğunu kabul etmezsen;

o vakit senin gözünde çalışan herbir zerreye öyle bir göz lâzım ki, senin mecmu-u cesedinin her tarafını görmekle beraber, münasebetdar olduğun bütün kâinatı dahi görecek bir gözü ve bütün senin mazi ve müstakbel (geçmiş ve gelecek) ve nesil ve aslın ve anasırının (seni oluştıtan unsurların) menbalarını (kaynaklarını) ve rızkının madenlerini bilecek, tanıyacak yüz dâhî kadar bir akıl vermek lâzım geliyor. Senin gibi bu mes'elelerde zerre kadar aklı olmayanın bir zerresine bin Eflatun kadar bir ilim ve şuur vermek, bin derece divanece bir hurafeciliktir!..”

Zerre Risalesi, şu kâinatın ve bütün canlıların temel yapı taşları olan zerrelerin, yani atomların kendi başına ve tesadüfen hareket etmediklerini çok güzel delillerle isbat eder. Bir bahsi şöyledir:

“Evet nasılki bir acemî, ham, âmi, âdi, hem kör bir adam Avrupa'ya gitse; bütün fabrikalara, tezgâhlara girse, üstadane (usta gibi) kemal-i intizam ile herbir san'atta, herbir binada işler, öyle eserler yapar ki nihayet derecede hikmetli, san'atlı, herkesi hayrette bırakıyor. Zerre miktar şuuru olan bilir ki: O adam, kendi başı ile işlemiyor, belki bir üstad-ı küll (her şeyi bilen bir usta), ona ders verir, işlettirir.
Hem nasılki bir kör, âciz, yerinden kalkamıyor, basit bir kulübeciğinde oturmuş bir adam bulunuyor. Halbuki o kulübeciğe bir dirhem gibi küçük bir taş, kemik ve pamuk gibi birer madde veriliyor. Halbuki o kulübecikten batmanlarla şeker, toplarla çuha, binlerle mücevherat, gayet san'atlı, murassaatlı libaslar (süslü elbiseler), lezzetli taamlar (yemekler) çıkıp gelse; zerre miktar aklı olan demeyecek mi ki: "O adam, gayet mu'cizekâr bir zâtın menşe-i mu'cizatı (mucizelerinin kaynağı) olan fabrikasının bir mandalı veyahut miskin bir kapıcısıdır."
Aynen öyle de: Havanın zerreleri, herbiri birer mektubat-ı Samedaniye (İlâhî birer yazı), birer antika-i san'at-ı Rabbaniye (Rabbin antika sanatı), birer mu'cize-i kudret (kudret mucizesi), birer hârika-i hikmet (ilim ve hikmet harikası) olan nebatat ve eşcar (bitkiler ve ağaçlar), ezhar ve esmardaki (çiçekler ve meyvelerdeki) harekât ve hidematları (hareket ve hizmetleri); bir Sâni'-i Hakîm-i Zülcelal'in (haşmetli, hikmetli işler yapan bir sanatkârın), bir Fâtır-ı Kerim-i Zülcemal'in (güzellik ve ikram sahibi bir yaratıcının) emir ve iradesiyle hareket ettiğini;
ve toprağın zerreleri dahi herbiri birer ayrı makine ve tezgâh, birer ayrı matbaa, birer ayrı hazine, birer ayrı antika ve Sâni'-i Zülcelal'in (haşmetli sanatkârın) esmasını (isimlerini) ilân eden birer ayrı ilânname (duyuru) ve kemalâtını (mükemmel sıfatlarını) söyleyen birer ayrı kaside hükmünde olan o tohumcuklarının, o çekirdeklerinin sünbüllerine, ağaçlarına menşe' ve medar (kaynak ve sebeb) olmaları; Emr-i Kün Feyekûn'e mâlik (ol deyince her şey olan), her şey emrine müsahhar (boyun eğen) bir Sâni'-i Zülcelal'in emriyle, izniyle, iradesiyle, kuvvetiyle olması; iki kerre iki dört eder gibi kat'îdir.”
Ayrıca 32. Söz’deki, şirki ibtal eden 1. Mebhasi, Pencereler Risalesi’ni, Ayetü’l Kübrâ Risalesi’ni bütün küfür ve dalalet felsefeleriyle birlikte evrimi de çürüten risaleler arasında sayabiliriz.


Etiketler

Alâkalı Sorular

Yorum Yap

Yorumlar