"Arşı ise (daha önce) su üstünde idi." tabiri ile murad nedir.? "Rahman arşa indi(istiva etti)" tabirinden anlaşılması gereken mana nedir?
Bu konular hakkında üstad Bediüzzaman şöyle demektedir:
Müteşabihat denilen Kur'ân-ı Kerim'in üslûbları, hem hakikatlere geçmek, hem de en derin incelikleri göstermek için, ilmi olmayan halkın gözlerine birer dürbün, birer gözlüktürler.
Hem halkın anlayışlarını saygı ile koruyup gözetme, hissiyatına hürmet etme, fikirlerine ve akıllarına göre konuşmak gerekmektedir. Nasıl ki bir çocukla konuşan, kendisini çocuklaştırır ve çocuğun anlaması için çocuk gibi konuşur.
Bu sırdan dolayıdır ki; edipler ve belagat ilminin üstadları büyük bir ölçüde ince hakikatleri tasavvur etmek ve dağınık manaları tasvir ve ifade etmek için istiare ve teşbihlere müracaat etmişlerdir. Müteşabihat dahi ince ve zor istiarelerin bir kısmıdır. Zira müteşabihat, ince hakikatlara suretlerdir.
Kur’anın üslubunda halka yapılan konuşmalardan alimler hisselerini alırlar. Aksi halde halk, yüksek konuşmaları anlamaktan mahrum kalır.
Hem halk, alıştıkları üslûblardan ve ifadelerin çeşitlerinden ve daima hayallerinde bulunan kelimelerden, anlamlardan ve ibarelerden bağımsız düşünemediklerinden, çıplak hakikatleri ve aklî meseleleri idrakte zorlanırlar. Anlayamazlar. Ancak o yüksek hakikatlerin, onların alışık olduğu ifadelerle anlatılması gerekmektedir. Fakat Kur'ânın böyle ifadelerinin hakikat olduğunu itikad etmemelidirler ki; Allah’ı cisim olarak algılama ve O’nun belli bir yönde olduğunu iddia etmek gibi imkansız ve batıl şeylere kapılmasınlar. Ancak o gibi ifadelere, hakikatlere geçmek için bir vesile nazarıyla bakılmalıdır.
Meselâ: Cenab-ı Hakk'ın kâinatın sahibi olup terbiyesiyle idare etmesinin içyüzü, bir saltanat örneği ile ve âlemin tedbirinde Rablığın mertebesini bir sultanın kendi ülkesini yönetmesi örneği ile anlatılmaktadır. Buna binaendir ki; "O Rahman (ki) arşa hükmetmiştir." (20/5) âyetinde kinaye yolu tercih edilmiştir.
Hisleri ve duyguları bu merkezde olan halka yapılan irşadlarda, belâgat ve irşadın gereği, insanların anlayışlarına göre olan tenezzülat-ı İlahiye, yani Cenab-ı Hakk'ın hitaplarında yaptığı tenezüller, insanların zihinlerini hakikatlerden ürkütmemek için İlahî bir okşamadır. Bunun için, üslûbunda muhatabın derecesine sözüyle inip öyle konuşan Kur’anî üslup, en derin bir bilgiye sahip filozoların fikirleriyle yetişemediği ilahi derin hakikatler ve Rabbanî sırlar müteşabihat suretinde bir kısım teşbihler ve temsiller ile en ümmi bir insana anlatır.
Kur'ân, bütün insanları ve cinleri imana davet eder. Hem hepsine iman derslerini verir, isbat eder. Öyle ise, en basit insanla en büyük bir deha omuz omuza, diz dize verip beraber Kur’anın dersini dinleyip istifade edecekler. Demek Kur'ân-ı Kerim, öyle semavi bir sofradır ki, binler muhtelif tabakada olan fikirler, akıllar, kalbler ve ruhlar o sofradan gıdalarını buluyorlar, müştehiyatını alıyorlar. Arzuları yerine gelir. Hattâ pek çok kapıları kapalı kalıp, istikbalde geleceklere bırakılmıştır.
Manzume-i şemsiye(güneş sistemi) ile Arz(dünya), dest-i kudretin(ilahi kudretin) madde-i esîriyeden(esir maddesinden) yoğurmuş olduğu bir hamur şeklinde imiş. Madde-i esîriye, mevcudata nazaran(varlıklara göre) akıcı bir su gibi mevcudatın aralarına nüfuz eden bir maddedir. “Arşı ise (daha önce) su üstünde idi” âyeti, şu madde-i esîriyeye işarettir ki, Cenab-ı Hakk'ın Arş'ı, su hükmünde olan şu esîr maddesi üzerinde imiş.
Esîr maddesi yaratıldıktan sonra, Sâni'in(her şeyi sanatla yaratan Allah’ın) ilk icadlarının tecellisine merkez olmuştur. Yani Sani-i zü'l-celal esîr maddesini halkettikten sonra, o esir maddesini cevahir-i ferd'e kalbetmiştir. Sonra bir kısmını kesif kılmıştır ve bu kesif kısımdan, meskûn olmak üzere yedi küre yaratmıştır. Arz da bunlardan biridir.