19. Mektub’un "Dokuzuncu İşareti'ni" cümle cümle izah eder misiniz?
Dokuzuncu İşaret:
On Dokuzuncu Mektubun Dokuzuncu Nükteli İşareti
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın envâ‘-ı mu‘cizâtından birisi de, ağaçların insanlar gibi emrini dinlemeleri ve yerinden kalkıp yanına geldikleridir ki,
Resul-i Ekrem (asm)’ın mucizelerinin çeşitlerinden birisi de ağaçların insanlar gibi Peygamberimizin emrini dinlemeleri ve yerlerinden kalkıp yanına gelmeleridir.
şu mu‘cize-i şeceriye, mübârek parmaklarından suyun akması gibi ma‘nen mütevâtirdir. Müteaddid sûretleri var. Ve çok tarîklerle gelmiştir.
Ağaçlarla ilgili olan bu mucize, Sevgili Peygamberimizin mübarek parmaklarından suyun akması gibi manevi mütevâtir derecesindedir. Birçok şekilde gerçekleşmiş ve birçok rivayet kanalından bizlere kadar ulaşmıştır.
Evet, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın emri için ağaç yerinden çıkıp yanına gelmesi, sarîhan mütevâtir denilebilir.
Evet, ağaçların Resul-i Ekrem (asm)’ın emriyle yerlerinden çıkıp Efendimizin yanına kadar gelmesi; hadis ilminin derecelendirme ölçütlerine göre sarihan mütevatir[1] denilebilir.
Çünkü meşâhîr-i sıddîkîn-i Sahâbeden Hazret-i Alî, Hazret-i ibn-i Abbâs, Hazret-i ibn-i Mes‘ûd, Hazret-i ibn-i Ömer, Hazret-i Ya‘lâ ibn-i Mürre, Hazret-i Câbir, Hazret-i Enes ibn-i Mâlik, Hazret-i Büreyde, Hazret-i Üsâme ibn-i Zeyd ve Gaylân ibn-i Seleme gibi Sahâbeler, her biri kat‘iyet ile aynı mu‘cize-i şeceriyeyi haber vermiş.
Çünkü, sadakatiyle meşhur sahâbelerden olan Hz. Ali, Hz. Abdullah İbn-i Abbas, Hz. Abdullah İbn-i Mesud[2], Hz. Abdullah İbn-i Ömer, Hz. Ya’lâ İbn-i Mürre[3], Hz. Cabir b. Abdullah, Hz. Enes b. Malik, Hz. Büreyde[4], Hz. Üsame b. Zeyd[5], Gaylan ibn-i Seleme[6] gibi sahâbelerin her biri kesin olarak ağaçlarla ilgili mucizeleri haber vermişler.
Tâbiînin yüzer imamları, mezkûr Sahâbelerden her bir Sahâbeden ayrı bir tarîk ile o mu‘cize-i şeceriyeyi nakletmişler. Âdetâ muzaaf tevâtür sûretinde bize nakletmişler.
Tabiin zamanında yetişen yüzlerce imamlar, adı geçen sahâbelerin her birinden ayrı bir rivayet yoluyla bu ağaçlarla ilgili mucizeleri adetâ iki kat tevatür derecesinde bizlere kadar nakletmişler.
İşte şu mu‘cize-i şeceriye, hiçbir şübhe kabul etmez bir tevâtür-ü ma‘nevî-i kat‘î hükmündedir.
İşte ağaçlarla ilgili bu mucizeleri, hiçbir şüpheye yer olmayacak şekilde manevî tevatür kesinliğindedir.
Şimdi o mu‘cize-i kübrânın tekerrür ettiği halde, birkaç sahîh sûretlerini birkaç misâl ile beyân edeceğiz.
Şimdi şu büyük mucizenin çok ayrı şekillerde tekrar etmiş olan numunelerinden sadece birkaç sıhhatli misallerini beyan edeceğiz.
Birinci Misâl:
Ağaçlarla ilgili mucizelerin birinci misali:
Başta İmâm ibn-i Mâce ve Dârimî ve İmâm-ı Beyhakî nakl-i sahîhle Hazret-i Enes ibn-i Mâlik’den ve Hazret-i Alî’den ve Bezzâr ve İmâm-ı Beyhakî Hazret-i Ömer’den haber veriyorlar ki, üç Sahâbe demişler:
Başta imam İbn-i Mâce[7] ve Dârimî[8] ve İmam Beyhakî sıhhatli bir şekilde naklettiklerine göre, Hz. Enes b. Malik ve Hz. Ali’den, hadis alimlerinden Bezzâr[9] ve İmam Beyhakî Hz. Ömer’den haber veriyorlar ki, bu üç sahabe şöyle demişler:
“Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, küffârın tekzîbinden müteessir olarak mahzûn idi.
Resul-i Ekrem (asm) kafirlerin kendisini yalanlamasından ötürü oldukça etkilenmiş, üzgün ve hüzünlü haldeydi.
Dedi: يَا رَبِّ اَرِن۪ٓي اٰيَةً لَٓا اُبَال۪ي مَنْ كَذَّبَن۪ي بَعْدَهَا -Enes’in rivâyetinde, Hazret-i Cebrâîl hazır idi- Vâdi kenarında bir ağaç vardı.
Bu hüzünle, “Ey Rabbim! Bana öyle bir ayet göster ki, bundan böyle beni yalanlayanlara aldırmayayım” diye dua etti. Hz. Enes’ten gelen rivayette Hz. Cebrail[10] (as) Efendimiz (asm)’ın yanındaydı. Efendimizin o an bulunduğu vadinin kenarında bir ağaç vardı.
Hazret-i Cebrâîl’in i‘lâmıyla Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm o ağacı çağırdı. Tâ yanına geldi. Sonra, ‘Git’ dedi. Tekrar gitti. Yerine yerleşti.”
Resul-i Ekrem (asm), Hz. Cebrail’in bildirmesiyle vadi kenarında bulunan o ağacı yanına çağırdı. Ağaç yerinden çıkıp Efendimizin yanına kadar geldi. Sonra Efendimiz (asm) o ağaca -tekrar yerine- git dedi. Ağaç, tekrar gitti. Yerine yerleşti.
İkinci Misâl:
Ağaçlarla ilgili ikinci misal:
Allâme-i Mağrib Kādî Iyâz Şifâ-yı Şerîf’de ulvî bir senedle, doğru ve sağlam bir an‘ane ile, Hazret-i Abdullâh ibn-i Ömer’den haber veriyor ki:
Endülüs Emevî’nin en âlim kişisi olan Kadı İyâz[11], Şifa-yı Şerif adlı eserinde gayet yüksek bir rivayet senediyle, doğru ve sağlam bir an’ane (falan falandan o da filan kişiden) Hz. Abdullah b. Ömer’den haber veriyor ki:
Bir seferde Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın yanına bir bedevî geldi.
Bir seferde Resul-i Ekrem (asm)’ın yanına bir çöl bedevisi geldi.
Ferman etti: اَيْنَ تُر۪يدُ “Nereye gidiyorsun?” Bedevî dedi: “Ehlime.” Ferman etti: هَلْ لَكَ اِلٰي خَيْرٍ مِنْ ذٰلِكَ “Ondan daha iyi bir hayır istemiyor musun?” dedi. Bedevî dedi: “Nedir?” Ferman etti: اَنْ تَشْهَدَ اَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَحْدَهُ لَا شَر۪يكَ لَهُ وَاَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ Bedevî dedi: “Bu şehâdete şâhid nedir?” Ferman etti: هٰذِهِ الشَّجَرَةُ السَّمُرَةُ “Vâdi kenarındaki ağaç şâhid olacak!”
Peygamberimiz (asm) o adama “Nereye gidiyorsun? dedi. Adam, “aileme gidiyorum” dedi. Efendimiz (asm), “Ondan daha iyi bir hayır istemiyor musun?” dedi. Adam, “nedir?” dedi. Efendimiz (asm); “Tek başına Allahtan başka ilah olmadığına, onun şeriki bulunmadığına ve Muhammed’in O’nun kulu ve resulü olduğuna şehadet etmendir” diye buyurdu. Adam, “-yapmamı istediğin bu- şehadete şahit nedir?” diye sordu. Efendimiz (asm), “Vadi kenarındaki ağaç (bu sözüme) şahit olacak” dedi.
İbn-i Ömer der ki: “O ağaç, yerinden sallanarak çıktı. Yeri şakk etti, geldi. Tâ Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın yanına.
Olaya şahit olanlardan Abdullah İbn-i Ömer (ra) bu hadise hakkında der ki; “O ağaç, sallanarak yerinden çıktı. Yeri yararak Efendimizin yanına kadar geldi.”
Üç def‘a Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm o ağacı istişhâd etti. Ağaç da sıdkına şehâdet etti. Emretti, yine yerine gidip yerleşti.”
Resul-i Ekrem (asm), üç defa o ağacı sözüne şahit etti. Ağaç da Efendimizin sözünün doğruluğuna şahitlik etti. Sonra Efendimiz (asm)’ın emri üzerine o ağaç tekrar yerine gidip yerleşti.
Hazret-i Büreyde İbni'l-Hasîbi’l-Eslemî tarîkinde, nakl-i sahîh ile Büreyde dedi ki:
Bu hadiseyi rivayet edenlerden Büreyde İbn-i Hasibi’l Eslemî’den gelen rivayet yolunda sıhhati kesin olarak nakledildiğine göre Büreyde şöyle dedi:
“Biz Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın yanında iken bir seferde bir a‘râbî geldi. Bir âyet, yani bir mu‘cize istedi.
“Biz bir seferde Resul-i Ekrem (asm) ile beraber iken yanımıza arabî (çölde hayat geçiren) biri geldi. Efendimizden bir âyet yani davasının hak olduğuna dair bir mucize istedi.
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etti: قُلْ لِتِلْكَ الشَّجَرَةِ رَسُولُ اللّٰهِ يَدْعُوكِ Bir ağaca işaret etti. Ağaç, sağa ve sola meylederek köklerini yerden çıkarıp huzûr-u Nebevîye geldi. اَلسَّلَامُ عَلَيْكَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ dedi.
Resul-i Ekrem (asm) o adama “(Vadi kenarındaki) şu Semure ağacı (şahit olacak)tır” diye buyurdu. Yakında bulunan bir ağaca işaret etti. Ağaç, sağa ve sola eğilerek köklerini yerden çıkarıp tâ Peygamber Efendimizin huzuruna kadar geldi. “Selam senin üzerine olsun ey Allah’ın peygamberi!” dedi.
Sonra a‘râbî dedi: ‘Yine yerine gitsin.’ Emretti, yerine gitti. A‘râbî dedi: ‘İzin ver sana secde edeyim.’ Dedi: ‘İzin yok kimseye.’ Dedi: ‘Öyle ise senin elini ayağını öpeceğim.’ İzin verdi.”
Sonra o adam, “Emret yine yerine gitsin” dedi. Efendimiz emretti, o ağaç da yerine gitti. Adam bu defa Efendimize, “izin ver sana secde edeyim” dedi. Efendimiz (asm) “kimseye izin yok” dedi. Adam, “öyle ise senin elini, ayağını öpeceğim” dedi. Efendimiz (asm), adamın elini öpmesine izin verdi.”
Üçüncü Misâl:
Ağaçlarla ilgili mucizelerin üçüncü misali:
Başta Sahîh-i Müslim, kütüb-ü sahîha haber veriyorlar ki,
Başta İmam Müslimin sahihi olmak üzere sahih hadis kitapları haber veriyorlar ki,
Câbir diyor: “Biz bir seferde Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ile beraber idik. Kazâ-yı hâcet için bir yer aradı. Settâreli bir yer yoktu. Sonra gitti, iki ağaç yanına. Bir ağacın dalını tuttu, çekti. Ağaç itâat ederek beraber gitti. Öteki ağacın yanına getirdi.
Hz. Cabir b. Abdullah şöyle diyor: “Biz bir seferde Resul-i Ekrem (asm) ile beraberdik. Tuvalet ihtiyacını gidermek için uygun bir yer aradı. Örtülü bir yer yoktu. Sonra bir ağacın yanına gitti. Bir dalından tuttu, çekti. Ağaç Efendimize itaat ederek beraberinde gitti. Öteki ağacın yanına kadar getirdi.
Mutî‘ devenin yularını tutup çekildikte geldiği gibi, o iki ağacı o sûrette yanyana getirdi. Sonra dedi: اِلْتَئِمَا عَلَيَّ بِاِذْنِ اللّٰهِ Yani üstüme birleşiniz.’ dedi.
İtaatkâr bir devenin yularını tutup çekildiğinde geldiği gibi o iki ağacı yan yana getirdi. Sonra o ağaçlara “Üstüme birleşiniz” dedi.
İkisi birleşerek settâre oldular. Arkalarında kazâ-yı hâcet ettikten sonra onlara emretti. Yerlerine gittiler.”
İki ağaç birleşerek örtülü bir alan oluşturdular. Efendimiz (asm) tuvalet ihtiyacını giderdikten sonra o iki ağaca yerlerine gitmelerini emretti. Yerlerine gittiler.
İkinci bir rivâyette, yine Hazret-i Câbir der ki:
Bu olayla ilgili ikinci bir rivayette, yine Hz. Cabir b. Abdullah der ki:
“Bana emretti ki: يَا جَابِرُ قُلْ لِهٰذِهِ الشَّجَرَةِ يَقُولُ لَكِ رَسُولُ اللّٰهِ اِلْحَق۪ي بِصَاحِبَتِكِ حَتّٰٓي اَجْلِسَ خَلْفَكُمَا Yani ‘O ağaçlara de: Resûlullâh’ın hâceti için birleşiniz.’ Ben öyle dedim. Onlar da birleştiler.
Resul-i Ekrem (asm) bana, “Ey Cabir! Şu ağaca, Allah’ın peygamberi sana, arkadaşınla birleş, ta ki arkanıza oturayım buyuruyor de!” diye emretti. Yani “o ağaçlara, Allah’ın elçisinin hacetini gidermesi için birleşiniz de” dedi. Ben de öyle dedim. O ağaçlar birleştiler.
Sonra ben beklerken Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm çıkageldi. Başıyla sağa, sola işaret etti. O iki ağaç yerlerine gittiler.”
Sonra ben uygun bir yerde beklerken Resul-i Ekrem (asm) ihtiyacını gidermiş olarak çıkageldi. Başıyla sağa ve sola işaret etti. O iki ağaç yerlerine gittiler.
Dördüncü Misâl:
Ağaçlarla ilgili mucizelerin dördüncü misali:
Nakl-i sahîh ile Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın cesur kumandanlarından ve hizmetkârlarından olan Üsâme Bin Zeyd der ki:
Sıhhatli bir şekilde nakledildiğine göre Resul-i Ekrem (asm)’ın kumandan tayin ettiği cesur sahabelerinden ve hizmetkârlarından olan Usame b. Zeyd (ra) şöyle der:
“Bir seferde Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ile beraber idik. Kazâ-yı hâcet için hâlî, settâreli bir yer bulunmuyordu.
“Bir seferde Resul-i Ekrem (asm) ile beraberdik. Tuvalet ihtiyacını gidermek için gözlerden uzak ve örtülü bir yer bulunmuyordu.
Ferman etti ki: هَلْ تَرٰي مِنْ نَخْلٍ اَوْ حِجَارَةٍ
Bize “Hurma ağacı veya taş cinsinden bir şeyler görüyor musun?” diye emretti.
Dedim: ‘Evet, var.’ Emretti ve dedi: اِنْطَلِقْ وَقُلْ لَهُنَّ اِنَّ رَسُولَ اللّٰهِ يَاْمُرُكُنَّ اَنْ تَاْت۪ينَ لِمَخْرَجِ رَسُولِ اللّٰهِ وَقُلْ لِلْحِجَارَةِ مِثْلَ ذٰلِكَ Yani ‘Ağaçlara de ki: Resûlullâh’ın hâceti için birleşiniz. Ve taşlara da de: Duvar gibi toplanınız.’
"Evet, var” dedim. Şöyle dedi: “Git onlara de ki, Allah’ın Resulü size, ihtiyaç için çıkacağı yere gelmenizi emrediyor. Taşlara da bunun aynısın söyle” buyurdu. Yani “ağaçlara de ki: Allah Resulünün ihtiyacını giderebilmesi için birleşiniz. Ve taşlara da duvar gibi toplanınız de” diye emretti.
Ben gittim, söyledim. Kasem ediyorum ki, ağaçlar birleştiler. Ve taşlar duvar oldular.
Ben de gittim ve Efendimizin emrini ağaçlara ve taşlara söyledim. Kasem (yemin) ediyorum ki, ağaçlar birleştiler ve taşlar duvar oldular.
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm hâcetinden sonra yine emretti. قُلْ لَهُنَّ يَفْتَرِقْنَ Benim nefsim kabza-i kudretinde olan Zât-ı Zülcelâl’e kasem ederim, ağaçlar ve taşlar ayrılıp yerlerine gittiler.”
Resul-i Ekrem (asm) ihtiyacını giderdikten sonra yine, “Onlara söyle ayrılsınlar” diye emretti. Nefsim kudret elinde bulunan ve celal sahibi olan Allah’a yemin ederim. Ağaçlar ve taşlar ayrılıp yerlerine gittiler.
Şu Hazret-i Câbir ve Üsame’nin beyân ettiği iki hâdiseyi, aynen Ya‘lâ ibn-i Mürre ve Gaylân ibn-i Selemeti’s-Sakafî ve Hazret-i ibn-i Mes‘ûd, Gazve-i Huneyn’de aynen haber veriyorlar.
Hz. Cabir ve Hz. Üsame’nin beyan ettikleri ağaçlarla ilgili bu iki mucizenin aynısını Ya’l’a İbn-i Mürre ve Gaylan İbn-i Seleme ve Hz. Abdullah b. Mes’ud ‘Huneyn gazvesinde gerçekleşti’ diye haber veriyorlar.
Beşinci Misâl:
Ağaçlarla ilgili mucizelerin beşinci misali:
İmâm-ı ibn-i Fûrek ki, kemâl-i ictihâd ve fazlından kinâye olarak ‘Şâfiî-i Sânî’ ünvanını alan allâme-i asır, kat‘î haber veriyor ki:
İmam İbn-i Fûrek,[12] yaptığı mükemmel içtihatlar ve yüksek dereceli faziletinden dolayı ikinci imam Şafii unvanını almış. Kendi asrının en âlim kişisi olmuş. İmam Fûrek kesin olarak haber veriyor ki:
“Gazve-i Tâif’de Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm gece at üstünde giderken uykusu geliyordu. O halde iken bir sidre ağacına rast geldi. Ağaç ona yol verip atını incitmemek için iki şıkk oldu.
“Resul-i Ekrem (asm) Taif Gazvesinde geceleyin at üstünde giderken uykusu geliyordu. O halde iken bir sidre ağacına rast geldi. Ağaç, Efendimizi incitmemek için ikiye yarılıp ona yol verdi.
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm hayvan ile içinden geçti. Tâ zamanımıza kadar o ağaç iki ayak üstünde, muhterem bir vaz‘iyette kaldı.”
Resul-i Ekrem (asm) at üstünde uykulu haldeyken yarılan o ağacın içinden geçti. Hatta o ağaç tâ zamanımıza kadar iki ayak üstünde Efendimize yapmış olduğu hürmet haliyle zamanımıza kadar kaldı.”
Altıncı Misâl:
Ağaçlarla ilgili mucizelerin altıncı misali:
Hazret-i Ya‘lâ tarîkinde nakl-i sahîh ile haber veriyor ki:
Hz. Ya’lâ’dan gelen rivayette kesin olarak nakledildiğine göre Ya’lâ haber veriyor ki:
“Bir seferde ‘Talha’ veya ‘Semure’ denilen bir ağaç geldi. Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın etrafında tavâf eder gibi döndü. Sonra yine yerine gitti.
“Bir seferde Talha veya Semure denilen bir ağaç, Resul-i Ekrem (asm)’ın yanına geldi. Tavaf eder gibi Efendimizin etrafında döndü. Sonra tekrar yerine gitti.”
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etti ki: اِنَّهَا اسْتَاْذَنَتْ اَنْ تُسَلِّمَ عَلَيَّ Yani ‘O ağaç Cenâb-ı Hakk’dan istedi ki, bana selâm etsin.’”
Resul-i Ekrem (asm) buyurdu ki, “O ağaç Cenâb-ı Hak'tan istedi ki, bana selam etsin.”
Yedinci Misâl:
Ağaçlarla ilgili mucizelerin yedinci misali:
Muhaddisler, nakl-i sahîh ile İbn-i Mes‘ûd’dan beyân ediyorlar ki, İbn-i Mes‘ûd dedi:
Hadis âlimleri, kesin olarak İbn-i Mesud (ra)’dan naklediyorlar ki: İbn-i Mesud şöyle dedi.
“Batn-ı Nahl denilen nâm-mevki‘de, Nusaybîn ecinnîleri ihtidâ için Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a geldikleri vakit, bir ağaç o ecinnîlerin geldiklerini haber verdi.”
Batn-ı Nahl[13] adı verilen bir yerde Nusaybin cinleri iman etmek, İslamiyet’le şereflenmek için Resul-i Ekrem (asm) Efendimizin yanına geldikleri vakit, orada bulunan bir ağaç o cinlerin geldiklerini haber verdi.”
Hem İmâm-ı Mücâhid, o hadîsde İbn-i Mes‘ûd’dan nakleder ki:
Hem İmam Mücâhid,[14] aynı hadisi Abdullah İbn-i Mesud (ra)’dan rivayet ederken şöyle der:
“O cinnîler bir delil istediler. Resûl-ü Ekrem Aleyhis-salâtü Vesselâm bir ağaca emretti. Yerinden çıkıp geldi. Sonra yine yerine gitti.” İşte cin tâifesine birtek mu‘cize kâfî geldi.
Nusaybin cinleri Peygamber Efendimizden -peygamberliğini ispat için- bir delil istediler. Resul-i Ekrem (asm) orada bulunan bir ağaca emretti. Ağaç yerinden çıkıp geldi. Sonra emretti tekrar yerine gitti. İşte o cin topluluğuna Peygamber Efendimizin bir tek mucizesi yeterli geldi. -bu mucize karşısında son peygamber olduğuna kanaat edip iman ettiler.-
Acaba bu mu‘cize gibi bin mu‘cizât işiten bir insan îmâna gelmezse, cinnîlerin يَقُولُ سَف۪يهُنَا عَلَي اللّٰهِ شَطَطًا ta‘bîr ettikleri şeytanlarından daha şeytan olmaz mı?
Acaba ağaçla ilgili bu mucize gibi Efendimizin peygamberliğine delil olan bin civarında mucize işiten bir insan imana gelmezse; cinlerin Kur’ân’da “Bizim sefih (alçak) olanımız (yani İblis) Allah hakkında saçma şeyler söylüyormuş” tabiriyle zikrettikleri şeytanlardan daha şeytan bir duruma düşmez mi?
Sekizinci Misâl:
Ağaçlarla ilgili mucizelerin sekizinci misali:
Sahîh-i Tirmizî nakl-i sahîh ile Hazret-i ibn-i Abbâs’dan haber veriyorlar ki, İbn-i Abbâs dedi ki:
İmam Tirmizî sahih adlı hadis kitabında sıhhatli ve kesin olarak Hz. Abdullah İbn-i Abbas’tan haber veriyor ki; İbn-i Abbas şöyle dedi:
“Resûl-ü Ekrem Aleyhis-salâtü Vesselâm bir a‘râbîye ferman etti: اَرَاَيْتَ اِنْ دَعَوْتُ هٰذَا الْعِذْقَ مِنْ هٰذِهِ النَّخْلَةِ اَتَشْهَدُ اَنّ۪ي رَسُولُ اللّٰهِ Ben bu ağacın şu dalını çağırsam, yanıma gelse, îmân edecek misin?’ ‘Evet’ dedi.
Resul-i Ekrem (asm) bir arabiye (çöl adamına) şöyle buyurdu. “Ben bu hurma ağacının şu dalını çağırsam, benim Allah’ın resulü olduğuma şahitlik eder misin?” Yani ben bu ağacın şu dalını çağırsam, o dal emrime itaat edip yanıma gelse, -benim Allah’ın peygamberi olduğuma- iman edecek misin?” Adam, “evet” dedi.
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm çağırdı. O urcûn, ağacının başından kopup Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın yanına atladı, geldi. Sonra emretti, yine yerine gitti.”
Resul-i Ekrem (asm) o ağacın dalını yanına çağırdı. O urcun yani eğik dal bağlı olduğu ağacından kopup Peygamber Efendimizin yanına atlayıp geldi. Sonra Efendimiz (asm) yerine gitmesini emretti, o da yerine gitti.
İşte bu sekiz misâl gibi çok misâller var. Çok tarîklerle nakledilmişler.
İşte buraya kadar açıklanmış olan sekiz misal gibi aslında ağaçlarla ilgili mucizelerin daha çok misalleri var. Birçok rivâyet yolundan bize kadar ulaştırılmışlar.
Ma‘lûmdur ki, yedi-sekiz urgan toplansa, kuvvetli bir halat olur.
Herkesçe bilinir ki; yedi sekiz urgan bir araya toplansa çok kuvvetli bir halat olur.
Binâenaleyh, şu en meşhur sıddîkîn-i Sahâbeden böyle müteaddid tarîklerle ihbâr edilen şu mu‘cize-i şeceriye, elbette tevâtür-ü ma‘nevî kuvvetindedir. Belki tevâtür-ü hakîkîdir.
Bununla beraber, ağaçlarla ilgili olan ve sahabenin sadakatiyle, ilimdeki titizliğiyle meşhur olanlarından birçok rivayet kanalından haber verilen şu mucizeler; elbette manevi tevatür kuvvetindedir. Yani anlatımları farklı olsalar da böyle vakaların birçok defa gerçekleştiğinde şüphe yoktur ve muhakkaktır. Hatta ağaçlarla ilgili mucizelerin bütünü hakiki tevatür derecesindedir.
Zaten Sahâbeden sonra Tâbiînin eline geçtiği vakit, tevâtür sûretini alır.
Zaten bu hadisler, sahabe gibi doğruluk için seve seve hayatını ve her şeyini verecek olan bir topluluktan onların halis birer talebesi olan tabiinin ellerine geçtiği vakit, tevatür derecesini kazanır. Yani yalan olma ihtimali olmaksızın ve kesintisiz şekilde bir nesilden diğerine aktarılan bilgi demektir.
Hususan Buhârî, Müslim, İbn-i Hibbân, Tirmizî gibi kütüb-ü sahîha, tâ zaman-ı Sahâbeye kadar o yolu o kadar sağlam yapmışlar ve tutmuşlar ki, meselâ Buhârî’de görmek, aynı Sahâbeden işitmek gibidir.
Özellikle de Buhârî, Müslim, İbn-i Hıbban,[15] Tirmizî gibi imamların sahih hadis kitapları, ta sahabe zamanına kadar o rivâyet yollarını o denli sağlam yapmışlar ve öylesine sıkı tedbirler almışlar ki, mesela bir hadisi İmam Buhârî’nin sahih adlı kitabında görmek tıpkı sahabeden işitmek gibidir. O derece şüpheden uzaktır.
Acaba o Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a ağaçlar -misâllerde göründüğü gibi- onu tanıyıp, risâletini tasdîk edip, ona selâm ederek ziyaret edip, emirlerini dinleyerek itâat ettiği halde,
Acaba ağaçlarla ilgili mucize misallerinde göründüğü üzere Resul-i Ekrem (asm)’a ağaçlar bile Onu tanıyıp, peygamberliğini tasdik edip, onu ziyaret edip ve selam ederek, emrettiği anda emrine itaat ettiği halde,
kendilerine insan diyen bir kısım câmid akılsız mahlûklar onu tanımazsa, îmân etmezse, kuru ağaçtan çok ednâ odun parçası gibi ehemmiyetsiz, kıymetsiz olarak ateşe lâyık olmaz mı?[16]
Kendileri insan diyen bazı donuk varlıklar gibi akılsız olan akılsızlar Hz. Muhammed (asm)’ı tanımazsa, onun getirdiği dine iman etmezse, kuru ağaçlardan çok daha aşağı derecede kıymetsiz, önemsiz olarak ateşe atılmaya layık hale gelmez mi?
[1] Sarih Mütevâtir, Lafzî mütevâtir de denilir. “Bir hadis-i şerifin yalan üzerine birleşmeleri mümkün olmayan bir topluluk tarafından kelime ve ibarelerinin olduğu gibi korunarak nakledilmesine” denilir.
[2] Abdullah b. Mesud, sahabedendir. Sahabe arasında ilmi, takvası ve sâlih ameliyle temayüz eden yedi Abdullah’tan biridir. Fakir bir ailenin çocuğuydu ve küçüklüğünde çobanlık yaptı. 6. Müslümandır. Kâbe’de açıktan Kur’ân okuyan ilk kişidir. Habeşistan hicretlerine iştirak etti. Bütün savaşlara katıldı. Bedir günü yaralı halde bulduğu Ebû Cehil’i öldürdü. Efendimizin evine rahatlıkla girip çıkma izni verilen biriydi. Efendimizin yakın hizmetinde yer alır, çok güzel Kur’ân okurdu. Efendimizin kendisinden Kur’ân dinlediği müstesna kişilerden biridir. Güzel ahlak bakımından Efendimize en çok benzeyen sahabe olduğu kabul edilirdi. Hz. Ömer döneminde Kûfe kadılığına tayin edildi. İçinde İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin de bulundu Kûfe ekolünün baş imamıdır. Hz. Osman’ın davetiyle Medine’ye döndü ve kısa süre sonra burada vefat etti. Resul-i Ekrem (asm) onun hakkında: “Eğer onlara danışmadan bir emir (yönetici) tayin etseydim, İbn Ümmü Abd’i (İbn Mesud’u) tayin ederdim” (Tirmizî, “Menâḳıb”, 38) buyurmuştur. Kur’ân’ı şu dört kişiden öğreniniz diye tavsiye ettiği dört kişiden biri Abdullah b. Mesud’dur.
[3] Ya’lâ İbn-i Mürre, sahabedendir. Hudeybiye seferine ve dolayısıyla bu sefer sırasında yapılan Rıdvan biâtına iştirak etti. Hayber, Mekke’nin fethi, Hevâzin ve Taif seferlerinde Efendimizin yanında saf tuttu. Ashabın faziletiyle mümtaz olanlarından biriydi. Mûte savaşında ordu habercisiydi.
[4] Büreyde b. Husayb, sahabedendir. Efendimizin hicret yolu üzerinde bulunan Eslem kabilesine mensuptur. Hicret esnasında Efendimizin davetine icabet edip Müslüman olmuş ve muhafızlığını yapmış, kısa zaman sonra da Medine’ye hicret etmiştir. Bedir ve Uhud müstesna bütün savaşlara katıldı. Efendimizin katipliğini yapan ve zekât amili olarak görev verdiği kimselerdendi. Hz. Osman zamanında Horasanın fethine katıldı. Hicri 62 yılında vefat edişine kadar Merv bölgesinde yaşadı. Horasan civarında en son vefat eden sahabe odur.
[5] Üsame b. Zeyd, Allah resulünün sevdiği kişi olarak anılan sahabe. Hicretten 8 yıl önce Mekke’de doğdu. Babası, Efendimizin azatlısı Zeyd b. Harise annesi ise Efendimizin dadısı Ümmü Eymen’dir. Efendimiz (asm), bir dizine torunu Hasan’ı diğer dizine onu oturtup “Allah’ım ben bunları seviyorum, sen de sev!” derdi. Yaşının küçüklüğü sebebiyle Bedir ve Uhud savaşlarına katılamadı. Mûte savaşına babasının emrinde iştirak etti. Babasının şehadetini gözüyle gördü. Mekke’nin fethinde Efendimizle beraber Kâbe’ye girdi. Huneyn savaşında Efendimizin yanından ayrılmayan birkaç sahabeden biriydi. Veda haccında da Bilal-i Habeşi (ra) ile yine Efendimizin yanı başındaydı. Efendimizin vefatından hemen önce teşkil ettiği ordunun kumandanıydı. Hz. Ali’yle beraber Efendimizin cenaze hizmetlerini yaptı. Efendimizden sonra bir süre Şam civarında ve ardından Medine’de yaşadı. Hicri 54 yılında vefat etti.
[6] Gaylan İbn-i Seleme, sahabedendir. Sakif kabilesine mensuptur. Hikmetli sözleri, bilge kişiliği ve şiirleriyle tanınmıştır. Cahiliye döneminde Sakif kabilesine komutanlık yapıp savaş kazandı. Taif’in fethinden sonra Müslüman oldu. Şair ve diplomat sahâbelerden biriydi.
[7] Muhammed İbn-i Mâce, Kütüb-i Sitte’nin altıncı kitabı olarak kabul edilen “Sünen” adlı hadis kitabının müellifi olan hadis alimi. Hicri 209 yılında günümüz İran sınırları içerisinde yer alan Kazvin şehrinde doğdu. Henüz 15 yaşında iken hadis öğrenmeye başladı. Zamanın ilim merkezleri olan Kûfe, Basra, Vâsıt, Şam, Mısır, Mekke, Medine ve Nişabur’u ilim tahsili için dolaştı. En meşhur eseri İslam alimleri tarafından en sağlam altıncı hadis kitabı kabul edilen ‘Es-Sünen’ adlı hadis kitabıdır. Sîkâ bir râvî olan ve çok güçlü bir hafızaya malik olan İmam İbn-i Mâce, hicri 273 yılı ramazan ayında vefat etti.
[8] Dârimî, ‘Es-Sünen’ adlı hadis kitabıyla meşhur olan hadis alimidir. Temim kabilesinin Dârim koluna mensuptur. Hicri 181 yılında Semerkant’ta doğdu. İlim tahsili için Hicaz, Mısır, Kûfe, Şam, Irak, Horasan gibi ilim merkezlerini dolaştı. İbn-i Mâce hariç Kütüb-i Sitte müellifleri onun talebeleri arasındadır. Oldukça sade ve zâhidâne bir hayat yaşadı. Hicri 255 yılında Merv’de vefat etti.
[9] Ahmed b. Amr b. Abdülhalik el-Bezzâr. Müsned tarzı hadis kitabı bulunan hadis alimidir. Hadis ilmini öğrenmek için ilim Merkezlerini dolaşan hadis alimlerinin aksine bildiği hadisleri daha çok kişiye anlatabilmek için İsfahan, Remle, Mekke, Mısır, Şam, Bağdat gibi beldeleri dolaştı. Tohumcu anlamına gelen lakabını nasıl aldığı bilinmemektedir. 80 yıllık ömrünü hadis öğrenmek ve öğretmeye adadı. Remle’de vefat etti.
[10] Hz. Cebrâil, Kur’ân’da beş ayrı şekilde adı geçen, diğer meleklerin kendisine mutlak itaat ettiği, ‘şerefli ve güvenilir bir elçi’ olarak tanımlanan melektir. Dört büyük melekten biri olup peygamberlere vahiy getirmekle görevlidir. Efendimiz ilk vahyin ardından onu bütün afakı kaplamış olarak gördü. Birkaç defa Efendimiz (asm)’ın huzurunda insan suretinde bulunmuş ve sahabe kendisini bizzat görmüştür. Hz. Hamza Onu gökteki haliyle görmüş ama takat getiremeyip bayılmıştır. Yahudi ve Hristiyan kaynaklarında adı Gabriel olarak geçer.
[11] Kadı İyâz, 1083 yılında Cebelitarık boğazında bulunan Septe (Ceuta) de doğdu. Çeşitli alimlerden temel dini ilimleri tahsil etti. 30 yaşlarında iken hadis ilmini ilerletmek için Endülüs’e (Günümüz İspanya’sı), Mürsiye’ye (günümüz Murcia) ve ardından Kurtuba’ya (günümüz Cordoba) gitti. 100 civarında alimden ilim tahsil etti. Doğduğu Septe şehrine geri döndü ve 16 yıl boyunca kadılık yaptı. Şehirlerine saldıran Muvahhitlere karşı halkıyla beraber şehrini savundu ve başarılı oldu. Çok sayıda talebe yetiştirdi. 1149 yılında Marakeş’te vefat etti. Bid’at ve hurafelerden uzak, zâhidâne bir yaşantı sürdü. Dininden taviz vermeyişi ve talebelerine karşı tevazuuyla tanınırdı. 40 civarında eser telif etti. Bunların en meşhur ve en muteber olanı, Eş-Şifa adlı siyer kitabıdır. Bu eser, Hz. Üstadın siyer noktasında atıfta bulunduğu ve sitayişle bahsettiği yegâne eserlerden biridir.
[12] İbn-i Fûrek, 941 yılında İsfahan’da doğdu. İlk dönem tahsilini İsfahan’da tamamladı. Ardından, Bağdat’a ve sonra da Basra’ya gitti. Kelâm ilminde derinleşti. 30 yaşlarında İsfahan’a geri döndü ve ehl-i sünnet itikadını kuvvetle savundu. Rey şehrinde yaptığı başarılı münazaralar sebebiyle işkence gördü ve Şiraz’a sürgün edildi. 40 yaşlarında Nişabur’a gitti. Burada hadis ilmine eğildi ve ardından adına yapılan medresede İslam ilimleri okutup yüzlerce talebe yetiştirdi. 1013 yılında Gazneli Sultan Mahmud’un daveti üzerine Gazne’ye gitti. Burada yaptığı ilmi münazaralarda üstün başarı gösterdi. Kelâm, fıkıh, usul-i fıkıh, tefsir, tasavvuf, tabakât ve nahiv ilimlerinde eserler verdi. 1015 yılında Nişabur’da vefat etti. Hz. Üstad, onun hakkında “allame-i asır: Zamanının en alim kişisi” olarak bahseder.
[13] Batn-ı Nahl, Mekke’nin güneyinde Taif yolu üzerinde bulunan ve Mekke’nin meyve-sebze ihtiyacını karşılayan bağlık, bahçelik bir vadi.
[14] Mücâhid b. Cebr, tabiindendir. Hicri 21 yılında doğdu. Kays b. Saib adlı sahabenin kölesiydi. Kur’ân’a dair ilk ilimleri ondan aldı. Hadis, tefsir ve fıkıh ilimleri başta olmak üzere Hz. Ali, İbn-i Mesud, Sa’d b. Ebu Vakkas, Ebu Hüreyre, Hz. Ayşe, İbn-i Ömer ve İbn-i Zübeyr gibi birçok sahabeden istifade etti. Hayatının büyük bölümünde Kur’ân’ı anlamak için çalıştı. Tefsir alimlerinin en seçkinlerinden biri olarak 82 yaşında Mekke’de vefat etti. Özellikle İbn-i Abbas’tan aldığı tefsir ilmini kayda geçirmiş ve talebelerine de kaydettirmiştir.
[15] İbn-i Hıbban, hadis ve fıkıh alimidir. Hicri 277 yılında günümüz Afganistan ülkesi Sicistan bölgesinde doğdu. İlk ilim tahsilini doğduğu Büst ve civarında yaptı. 23 yaşlarında iken Taşkent, Horasan, Maveraünnehir, Irak, Hicaz, Şam, Mısır gibi ilim merkezlerini dolaştı. Birçok alimden istifade etti. Semerkant ve Nesâ’da kadılık yaptı. Semerkant’ta adına yaptırılan Suffe’de 330 yılına kadar hadis okuttu. Ardından Nişabur’a geçerek burada da hadis imla ettirdi. O zaman henüz 13 yaşlarında olan büyük hadis alimlerinden Hâkim en Nisaburî baş talebeleri arasındaydı. 354 yılında doğduğu yerde vefat edip hadis medresesine defnedildi. İlmi kadar takvasıyla da tanınmış seçkin bir İslam alimiydi. Hadis Hafızı ve Horasan’ın hadis şeyhi gibi ibarelerle anılır. Hadislerin sıhhatini belirlemede, cerh ve tadil ilimlerinde otoritedir. Sahih isimli hadis kitabı en meşhur hadis eserlerinden biridir.
[16] Said Nursi, Zülfikâr, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 257-60