Soru

Semavi Kitapların Tahrif Edilmesi / Kur'ân'ın Tahrif edilememesinin Hikmeti

Allah, Tevrat, Zebur ve İncil'in tahrif edileceğini biliyordu. Neden buna müsaade etti? Sonra da niçin Kur’ân-ı Kerim gibi mucizevi bir kitap indirmiştir? Üstelik Kur'ân'ın diğer kitapar gibi bozulamayacağını söylüyor. Öyleyse niçin Kur’ân’ı Kerim'i daha önce göndermemiştir? Bu konuyu izah eder misiniz?

Tarih: 22.07.2024 11:18:13

Cevap

Sorunuzu şu şekilde anlıyoruz:

Önce gelen kitapların tahrif edileceği Allah tarafından biliniyordu. Kur’ân-ı Kerim’in Allah tarafından muhafaza edileceği ve bozulamayacağı da âyetle sabit.[1] Madem öyle, Kur’ân-ı Kerim'i bozamayacaklarsa niçin önce O’nu göndermemiştir?

Öncelikle şunu ifade edelim; Allah’ın bir şeyi bilmemesi mümkün değildir! Evvelce olmuş olan ve sonra olacak olan her şeyi her yönüyle bilir.  Zira O Âlimdir.

Allah da insanlar da bilir, ancak insanların ilmi sınırlı, Allah'ın ilmi ise sınırsızdır. İnsan gaybı, gizliyi ve geleceği bilemez. Allah ise bilir. İnsan, ancak Allah'ın lütfettiği öğrenme yeteneği sayesinde yine Allah'ın bildirdiği kadarını bilebilir. Allah'ın ilmi, ezelîdir, ebedîdir. O, her şeyi ilmiyle kuşatmıştır.

Burada karıştırılan ince detay şurasıdır; O’nun bilmesi ile meydana gelen olaylar aynı değerlendiriliyor. Bir şeyi bilmek başka, yapmak başkadır. Allah’ın bir şeyi bilmesi başka bir şey, o şey ile ilgili muamelesi başka bir şeydir.  Bunu şöyle bir misal ile izah edelim:

Takvim yapraklarında güneşin ne zaman nerede doğacağı/batacağı yazılıdır. Astronomi ilmi ile meşgul olanlar güneşin hareketlerini gözlemleyerek öğreniyor ve bunları kayıt altına alıyorlar. Şimdi biz güneşin hareketlerini yazdıkları için güneş bu şekilde doğup batıyor mu diyeceğiz? Yoksa güneşin hareketlerini izlemişler, kayıt altına almışlar ve o yazılan saatlerde güneş bu şekilde doğup batıyor mu diyeceğiz? Elbette “güneşin hareketlerini takip edip kayıt altına aldıkları için takvim yapraklarına yazmışlar” diyeceğiz.

İşte, Cenâb-ı Hakk ezelî ilmiyle her şeyi nasıl olacaksa öylece bildiği için yazıyor. Yazdığı için öyle olmuyor. Allah, böyle yazdığı için, bu şekilde olacaktır diye bir durum söz konusu değildir. Eğer öyle olursa insan bir ağaç gibi veya bir robot gibi olurdu. İradesi kalmazdı. O zaman mesuliyet de olmazdı. Yani kendi iradesiyle yaptığı şeylerin sorumlusu insanın kendisidir.

Biz bu durumu şunun için izah etmiş olduk; evvelce yazılan suhuf ve kitapların tahrif olacağını Rabbimiz ezelî ilmiyle biliyor fakat kullarının bu kötü fiili yapıp yapmayacağı hususunda onları serbest bırakıp imtihan ediyor.

İmtihan, bütün insanların bu dünyaya gönderilme sebebidir. Yüce Allah, insanların bu imtihanda sınıfta kalmamaları için kopya verir gibi bütün sorular ve cevapların yazılı olduğu suhuf, kitap ve bu kitaplarda bulunanları tarif edici yüksek şahsiyetli peygamberleriyle kullarına yardımcı olmuştur. Ancak kulları hem cahillik hem de zalimlik yaparak Allah’ın bu yardımına gözlerini kapamışlardır. Hangi insan olursa olsun samimi olarak kendi vicdanına sorsa, yaptığı hatayı bilir!

“O biliyor o halde neden engel olmuyor?” sorusunun cevabı işte bu imtihan meselesidir!

Yeri gelmişken sualinizde bulunan şu kısma da cevap verelim:

Madem öyle, insanlar Kur’ân-ı Kerim'i bozamayacaklarsa niçin önce O’nu göndermemiştir?

Zaman sınıfından ötürü hükümlerin icra ve tatbiki başka başka olmuştur.

Zaman sınıfından kastettiğimiz ise şöyledir:

a) İlk çağlar:

İlkokul gibi de diyebiliriz. Dünya'da ilk çağlarda yaşayan insanlar elbette içinde bulundukları şartlara göre bir nizam kurulmalıydı ve bu böyle olmuştur. Biraz tecrübe kazanan insanlar için bu tecrübe ve mükemmelleşme ilerledikçe bu defa ortaokul mesabesine terakki etmişlerdir.

b) Ortaokul:

Bu dönem daha çok peygamberlerin gelmesi ve gönderilen ilâhî mesajların yaygınlaşmasıyla bütün insanların biraz daha terakki etmesine sebep olmuştur.

c) Lise dönemi:

Bu dönemde de toplumların şekillenmesi, yeni buluşlar ve sosyal hayatın bir düzen içine girerek insanlar için adalet, rahmet, yardım gibi kavramlarla daha çok sistematik bir gerekliğin ortaya çıktığını tarihlerden öğreniyoruz.

d) Üniversite dönemi:

Bu dönem ise Kur’ân-ı Kerim’in gönderildiği günden şu içinde bulunduğumuz asırlara işaret eder. Zira ilim, fen, teknoloji gibi insanların yer yüzünde var olduklarından beri en yüksek bir mevkie çıktığı bir zamandır. İşte hangi zamanda, hangi kural ve düzen ile insanlar rahatlayabilecek ise, ilâhî kelamların mesajı da buna göre gönderilmiştir. Yani Kur’ân-ı Kerim bu sebeplerden dolayı ilk önce gönderilmemiştir.

Peki Kur’ân-ı Kerim’in tahrif imkânı var mı?

Bu mümkün değildir! Kur’ân-ı Kerim’in bozulamayacağının iki sebebi vardır. Bunlar:

1. Âyetle sabittir; Cenâb-ı Hak Kur'ân-ı Kerim'in bozulmayacağını Hicr suresi 9. âyette şöyle ifade eder. "Muhakkak ki o Zikr’i (Kur’ân’ı) biz indirdik ve muhakkak onu koruyucu olan da elbette biziz! "

2. O’nu ezber eden hafızlar, nazil olduğu günden kıyamete kadar varlıklarıyla Kur’ân-ı Kerim’in muhafazasına devam ediyorlar. Hem bu durum diğer kitaplar için hiç yapılmamıştır! Hafızların bütün dünyada ve farklı dil ve milletlerden olmalarına rağmen Kur’ân-ı Kerim'i ezber ederek muhafazasına çalışmaları da gösteriyor ki Kur’ân’da bir değişim asla olamaz! Belki bu yönüyle şunu da ifade etmek yerinde olur: Kur’ân için Müslümanlar canını verir ama ona el ve dil uzatılmasına asla müsaade etmezler.

Bunlarla birlikte İbn Cerir et-Taberî yukarıdaki âyeti “Biz muhakkak ki Kur’ân’ı koruyup içine onun aslında bulunmayan bir ifadenin, bir yanlışın karışmasını veya hükümlerinde, hadlerinde, farzlarında bir eksiklik meydana getirilmesini engelleyeceğiz” şeklinde açıklamıştır. Âyetteki korumayı münhasıran gelecekte vuku bulması muhtemel bir müdahaleye karşı koruma şeklinde anlayan bu yorum, müfessirlerin ve diğer âlimlerin büyük çoğunluğunca da kabul görmüştür. Buna göre daha önceki kutsal kitapların mâruz kaldığı ve genellikle tahrif terimiyle ifade edilen eksilme, değişme, bozulma, kaybolma gibi haller Kur’ân’ın başına gelmeyecek; Kur’ân, Peygamber Efendimize (sav) geldiği şekliyle kıyamete kadar varlığını ve orijinalliğini koruyacaktır. Çünkü Kur’ân’ı Resulüne indiren Allah (c.c.), onu koruyacağını da vaad etmiştir ve O’nun vaadi haktır, kesindir.

Hem önceki gönderilen kitaplar Kur’ân gibi ezber edilmemişlerdir.

İncil Hz. İsa (a.s.)’ın kendi zamanında iki kapak arasına alınamamış, havariler İncili tebliğ etmiş, zamanla kendini bu işte mahir zanneden Hristiyan âlimler o kadar çok İncil yazmışlar ki yüzlerce olduğu ifade ediliyor ve bu durumda çok kafa karışmasına sebep olduğu için bunların çoklarını kaldırıp 4 kitaba iktifa etmişlerdir.

İşte bu durum Kur’ân için söylenemez! Zira ilk zamanlarından şu zamana kadar harf harf ezber edilmiş bir kitaptır Kur'ân. Bu yönüyle Kur’ân, Arapça lafzıyla asla değiştirilemez!

Kur’ân-ı Kerim ve diğer kitapların arasında şöyle farklıklar vardır:

Evvelki mukaddes kitapların kopya olarak ve birbirinden farklı ifadelerle sayıca çokluğu,

Sözlü anlatımla manalarının değiştirilmesi,

Bu konuda kendini otorite olarak kabullendirmeye çalışanların yaptığı zulümler sebebiyle Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerim'i her haliyle mucize olarak göndermiştir.

Bediüzzaman Hazretleri bu konuyu şöyle izah eder:

1- Tevrat, İncil ve Zebur’un ibâreleri, Kur’ân gibi i’câzları (mucize) olmadığından,

Yani Yüce Allah, Tevrat, İncil ve Zebur gibi semavi kitaplarının yazılarını Kur’ân-ı Kerim'de olduğu gibi, mucizeli olarak göndermemiştir. Bunun bir sebebi belki de kullarının yapacağı zulmü iyi bildiğinden bunu Kur’ân-ı Kerim'e yapmış olsalar helak olmalarına sebep kabul edecekti. Hikmeti gereği evvelki kitaplar ne Kur’ân gibiler ne de ümmet olarak bizim gibiler. En doğrusunu Allah bilir.

2- Hem mütemâdiyen tercüme tercüme üstüne olduğundan, pek çok yabânî kelimeler içlerine karıştı.

Evvelki gelen kitapların, Kur’ân-ı Kerim'de yapıldığı gibi ezberlemek ya da kâtiplerin o an yazması gibi bir durum olmamıştır. Bu sebepten gelen emirler sürekli dilden dile anlatılır ve tercümesi de anlatan kişiye göre değişirdi.[2]

3- Hem müfessirlerin sözleri ve yanlış tevilleri (izahları), onların âyetleriyle iltibas edildi (karıştırıldı).

Yukarıda izah ettiğimizi gibi âyetleri aktaranların kendi sözleri ve yanlış izahları da Allah’ın emriymiş gibi anlayanlar oldu.

4- Hem bazı nâdanların (haddini bilmezlerin) ve bazı ehl-i garazın (art niyetlilerin) tahrifatı (bozmaları) da ilâve edildi.

Şu surette o kitaplarda tahrifat, tağyirat (bozulma ve değişmeler) çoğaldı.

Hattâ Şeyh Rahmetullah-i Hindî allâme-i meşhur, kütüb-ü sâbıkanın (önceki kitapların) binler yerde tahrifatını (bozulmalarını), keşişlerine ve Yahudi ve Nasâra ulemasına isbat ederek, iskât etmiş (susturmuş).[3]

Kur’ân her yönüyle mucizedir. Diğer kitap ve suhuflar böyle değildi ve Allah’ın muradı hem de hikmeti böyle olmuştur.

Kur’ân, ilk vahiyden son vahye kadar Peygamberimiz (a.s.m.) ve birçok sahabeler tarafından harfi harfine ezber edilmiş ve bu konuda kâtipler yani yazıcı memurlar vazifelendirilmiştir. Diğer kitaplarda böyle bir şekillenme olmamıştır.

Kur’ân-ı Kerim'in hayatımıza tanzimini Hz. Peygamber (a.s.m.) bizzat yaşamış, ortaya koymuş ve O’nu özellikle Medine’ye geçtikten sonra devlet sistemi haline getirmiştir. Önceki kitaplarda da buna benzer bir uygulama olmuş olsa da etrafındaki insanlar kendi menfaatlerinden vaz geçememiş, ilâhî kelama kendi menfaatleri doğrultusunda mana vermişlerdir. Bu durum 14 asırdır Kur’ân için söylenemez.

Ancak şu kadarı var ki günümüzde 'Mealci akım' ya da oryantalist gruplar Kur’ân-ı Kerim'in lafzını değil, manasını meal ile çarpıtmaya çalışıyorlar.

https://risale.online/soru-cevap/kutsal-kitaplarin-tahrifi


[1] Hicr Suresi, 9. Ayet

[2] Din bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VII (2007), sayı:3, s, 160.(Kur’ân-ı Kerîm ile Diğer Semâvî Kitapların/Sayfaların Karşılaştırmalı Kısa Bir Tarihi. Muhammed Hamidullah (Çev: Bahattin Dartma)

[3] Risale-i Nur Külliyatı, Altınbaşak Neşriyat, Zülfikar, Shf. 291,292


Yorum Yap

Yorumlar