Soru

"Hâs dostlarına gelen musibetleri, tokat eseri deyip, hizmet-i Kur’âniyedeki fütûrları cihetinde bir itâb telakkî ediyorsun. Halbuki, sizlere ve hizmet-i Kur’âniyeye hakîkî düşmanlık edenler, selâmette kalıyorlar. Neden dosta tokat oluyor da, düşmana olmuyor?"

10. Lema'nın sonunda yer alan bu suali ve cevabını izah eder misiniz?

Tarih: 18.02.2025 03:53:08

Cevap

Suâl: Hâs dostlarına gelen musibetleri, tokat eseri deyip, hizmet-i Kur’âniyedeki fütûrları cihetinde bir itâb telakkî ediyorsun. Halbuki, sizlere ve hizmet-i Kur’âniyeye hakîkî düşmanlık edenler, selâmette kalıyorlar. Neden dosta tokat oluyor da, düşmana olmuyor?

Burada ismi zikredilen ağabeylerimiz saff-ı evvel olan kahraman talebeler olmakla beraber insaniyet cihetiyle bir kısım hata, noksan, ihmal veya ihtiyatsızlıklarına karşılık şefkat tokatları yemişlerdir. Halbuki başta Bediüzzaman Hazretleri olmak üzere has talebelerine dayanılmayacak derecede eziyet eden ve sıkıntı verenler neden cezasız kalıyorlar?

Elcevab: [1] اَلظُّلْمُ لَا يَدُومُ وَالْكُفْرُ يَدُومُ  sırrınca; dostların hatâları, hizmetimizde bir nevi‘ zulüm hükmüne geçtiği için, çabuk çarpılıyorlar. Şefkatli tokat yerler, aklı varsa, intibâha gelirler.

Hazret-i Üstad’ın buradaki tanımlaması çok dikkat çekicidir. Dostların hatası hizmeti aksatması sebebiyle bir cihette zulüm hükmüne geçmektedir. Zulüm devam etmemesinden dolayı cezası hemen gelmektedir.

Düşmanın ise, hizmet-i Kur’âniyeye zıddıyeti ve mümânaatı, dalâlet hesabına geçer. Bilerek veya bilmeyerek hizmetimize tecâvüzü, zındıka hesabına geçer. Küfür devam ettiği için, onlar ekseriyetle çabuk tokat yemiyorlar.

Ancak düşmanların hizmete vermiş oldukları sıkıntılar küfür hesabına geçmesi sebebiyle küfrün de devam etmesinden dolayı cezaları erteleniyor.

Nasıl ki küçük kabahatleri işleyenlerin, nâhiyelerde cezâları verilir. Büyük kabahatliler de büyük mahkemelere gönderilir. Öyle de ehl-i îmânın ve hâs dostların hükmen küçük hatâları, onları çabuk temizlemek için cezâları kısmen dünyada ve hem sür‘atle verilir. Ehl-i dalâletin cinâyetleri, o kadar büyüktür ki; cezâları kısacık hayat-ı dünyeviyeye sığışmadığından, muktezâ-yı adâlet olarak âlem-i bekādaki mahkeme-i kübrâya havâle edildiği için, ekseriyetle burada cezâya çarpılmıyorlar.

Ehl-i imanın esasında küçük olan hataları çoğunlukla bu dünyada cezalandırılır. Fakat küfür ehlinin cinayetlerinin cezası için bu dünya, adalete kâfi gelemediğinden ahirete bırakılıyor. Mahkeme-i kübraya havale ediliyor. 

İşte hadîs-i şerîfte اَلدُّنْيَا سِجْنُ الْمُؤْمِنِ وَجَنَّةُ الْكَافِر[2]ِ buyurulması, mezkûr hakîkate dahi işaret ediyor. Yani, dünyada mü’min, kısmen kusurlarının cezâsını gördüğü için, dünya onun hakkında bir dâr-ı cezâdır. Dünya, onların saadetli âhiretlerine nisbeten bir zindan ve bir cehennemdir. Ve kâfirler ise, madem cehennemden çıkmayacaklar; hasenâtlarının mükâfâtlarını kısmen dünyada gördüklerinden ve büyük seyyiâtları da te’hîr edildiği cihetle, onların âhiretlerine nisbeten dünya, cennetleridir.

Hadis-i şerifte mana olarak Sevgili peygamberimiz (sav), dünyayı mü'min için zindan, kâfir için cennet olarak tanımlamaktadır. Mü’minlerin bir kısım hatalarının cezasını Cenab-ı Hakk ahirete bırakmaksızın dünyada verir. Ahirette ise iyilikleri kötülüklerine galip geldiğinde kusurları affedilir. Bir kısım ehl-i iman başta Sevgili Peygamberimiz (sav) olmak üzere şüheda veya masum evlatlarının şefaatleri ile affedilirler. Ancak kafirlerin hiçbir şekilde affa liyakatleri yoktur. Bir kısım iyiliklerinin karşılığını da bu dünyada görmektedirler.

Yoksa mü’min bu dünyada dahi ma‘nen ve hakîkat nokta-i nazarında kâfirden çok ziyâde mes‘uddur. Âdetâ mü’minin îmânı, mü’minin ruhunda bir cennet-i ma‘neviye hükmüne geçiyor; kâfirin küfrü, kâfirin mâhiyetinde ma‘nevî bir cehennemi ateşlendiriyor.[3]

Buna rağmen mü’min imanıyla dünya hayatında zahiren şer bile olsa her şeyde rahmetin izini, özünü ve yüzünü gördüğünden mana cihetiyle hayır ve güzelliği bularak cismen tam olmasa bile ruhen cennet hayatı yaşar. Ancak kâfir için lezzetler bile ayrılığın acısı ile zehirlendiğinden bir üzüm yese binler kederi ruhunda daima yaşar.


[1] Feyzü'l Kadir, c. 2, s.107; Edebü'd-Dünya ve'd-Din, s. 117.

[2] Müslim, Zühd ve Rakaik, 2272; Tirmzi, Zühd, 562; Müsned-i Ahmed, 323.

[3] Lem’alar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 50.


Yorum Yap

Yorumlar