Soru

Kutsal Kitapların Tahrifi

Neden Kur'an'dan önceki kitaplar değiştirildi. Allah'ın sözü değiştirilebilir mi?

Tarih: 10.12.2020 23:41:18
Okunma: 3815

Cevap

Evvela şunu ifade edelim: Cenâb-ı Hak Kur’an-ı Kerim’i koruyup muhafaza edeceğini bizzat kendisi taahhüt etmiştir." Muhakkak ki o Zikr’i (Kur’an’ı) biz indirdik ve muhakkak onu koruyucu olan da elbette biziz! " [1] bundan dolayı Kur’an-ı Kerim asla değiştirilemez!

Bu vaat diğer kitaplar için yapılmamıştır. Demek oluyor ki insanların müdahalesi ile tahrifin önü açıktır.

Kur’an için vaade sebep olan şey ise, diğer İlahî Kelamlara insanların bizzat müdahalesi o kadar fazla olmuş ki Kur’an-ı Kerim bundan dolayı da ayrı bir ehemmiyet kazanmıştır. Bu konunun başkaları tarafından çokça hem sû-i istimal edilmesi ve tam olarak anlaşılmamasından dolayı da biraz uzunca izah edeceğiz.

Öncelikle Tahrif yani değiştirilme konusunu ele alalım.

TAHRİFİN BOYUTU VE ŞEKLİ

Kur’an-ı Kerim açısından, muhatabın metinleri lafızda tahrif ettikleri konusunda elde mevcut kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Aksine ayetlerde sık sık “işitme”[2], “konuşma”[3] kavramları ile ilişkili ifadeler bulunmaktadır. Bu durumda tahrifin sözlü olarak yapıldığına işaret etmektedir.

Ayrıca ifadelere dikkatlice bakıldığında tahrifin muzari (geniş veya şimdiki) zaman kipi ile yapıldığı görülecektir. Bu tahrifin devamlı bir süreç içerisinde veya o an içerisinde yapıldığını gösterir. Yani yazıya geçirilmesinden sonraki bir döneme ait bir tahrif girişimidir veya bir davranış biçimi şeklinde sürmektedir.

Mesela Bakara suresi 75. ayette “Onların size inanmalarını mı umuyorsunuz? Halbuki onlardan bir grup vardır ki Allah’ın Kelamını dinlerler, onu anladıktan sonra, bunu bile tahrif ederler.” Buyurulmaktadır. Görüldüğü gibi işitme ve tahrif muzari fiille anlatılmıştır. Ayet vahyin indiği dönemde vuku bulan bir hadiseden bahsediyor. Ayrıca tahrif olayının vukuu anında, işittikleri “Allah Kelamı” olma niteliğine de haiz olduğu görülmektedir.

Tahrifin yazılı metinle ilgili olmadığına ilişkin bir diğer ayette Nisa Suresi 46. Ayettir. Yahudilerden öyleleri vardır ki kelimeleri yerlerinden tahrif ediyorlar. Dillerini eğip bükerek ve dini taşlayarak, “işittik isyan ettik”, “Dinle, dinlemez olası” , “Raina” diyorlar. Eğer onlar, “işittik ve itaat ettik”, “Dinle ve bize bak” deselerdi, elbette kendileri için daha iyi olurdu…”.Ayetinin hemen başındaki (min) edatı tahrif eylemini yapanları sınırlamaktadır. Bu ayette de yine “Tahrif” Muzari (şimdiki zaman ve geniş zaman) fiil kipi ile anlatılmıştır.

Ayrıca “kelimeyi yerinden tahrif etmek” ise kendi anlamının dışında bir anlama gelecek şekilde, söyleniş tarzlarının vurgularını bozmaktadır.[4]  Birçok müfessir bu anlama gelecek şekilde ayeti tefsir etmişlerdir.

Bir rivayete göre Yahudilerden bazıları, Hz. Peygamber ve Müslümanlarla konuşurken kullandıkları bazı kelimeleri, dillerini eğip bükerek, kendi dillerinde kötü anlama gelecek biçimde söyleyip, böylece görünüşte güya iltifat, gerçekte ise hakaret etmek istemişler, (Semi’na ve Ata’na) yerine (Semi’na ve Asayna ) demişlerdi. Ehli kitabın söylediği bu ifade “Tesniye” ( Arapçada bir kelimenin iki şeye işaret etmesi hali) ayetteki Semi’na ve Asina; işittik uydukifadesinin karşılığıdır. Ancak Yahudiler dillerini eğip bükerek, fonetiğini değiştirmek suretiyle (yani sesteki farklı vurgularla) farklı şekilde telaffuz etmişlerdir. Onlara göre ve Asinayı ve Asayna şeklinde söylenmiştir. Arapça’da “isyan ettikanlamındaki bu kelime, İbranicede ise “yaptık” demektir. [5]  Yahudiler (vesma’) yerine (vesma’ ğayra musmaı’n) demişler, ( ve’n -Zurna) yerine de (Raina) demişler. Ayetin devamında ( leyyen bi elsinetihim) buyurularak yaptıklarının dili eğip bükmek şeklinde olduğu vurgulanmaktadır.

Yahudilerin dillerini eğip bükerek yaptıkları bu tahrif şekli bir başka ayette yine ifade edilmektedir: “Onlardan bir grup var ki Kitapta olmayan bir şeyi size Kitaptan sanasınız diye dillerini eğip bükerler. Ve  “O, Allah katındandır” derler. Oysa o , Allah katından değildir. Bile bile Allah’a karşı yalan söylerler.” [6]  Bu ayetten, bir grup Yahudi cemaatinin kasten sözleri yanlış telaffuz ederek, yerlerini değiştirerek dili eğip bükmek suretiyle tahrif yaptıkları anlaşılmaktadır.

Tahrif ile ilgili ayetleri incelediğimizde, Yahudilerden bazılarının, tavır ve davranışlarından bahsettiğini görürüz. Yahudiler Müslümanları kandırmak için bazı sözleri kendi kitaplarının ayetlerine benzeterek söyledikleri gibi Müslümanların kullandıkları sözleri de kurnazca başka anlamlara gelecek biçimde tahrif ederek söylemişlerdir.

Kur’an-ı Kerim’e göre tahrif” ayetlerde belirtildiği gibi kelimeleri söylerken dil oyunlarına başvurma şeklinde görülmektedir.

Kur’an-ı Kerim bu kitapları kaynak ve metin kritiği metotlarına tabi tutarak, geçersizliklerini veya bozulmuşluklarını ispatlamıyor. Bu tür ayetlerde, sadece ehli kitabın Allah’ın kelamına karşı sergiledikleri tavır ve davranışları dile getiriyor. [7] Dolayasıyla İlahi Kelamların tahrif olmuş kısmı daha çok onların manaları ile ilgilidir. İlahi Kelamdan daha ziyade yorumların insanların kafasını karıştırdığı ya da şahsi menfaatleri için ayetlere mana vererek çıkar peşinde olanların yüzünden tahrif vukuu bulmuştur. İlahi mesajlar fert veya toplumun hayatını düzene koymak için vardır. Bu düzen bazen birilerinin-ki bunlar genelde üst tabakada bulunanlar olmuşlar, işlerine gelmeyen ayetlerin ifade ettiği hakiki anlamını başka bir mana vermeye çalışarak tahrife sebep olmuşlardır. İşte onların bu yaptıklarına niçin müsaade edilmiş denilirse: Allah kullarını imtihan için yer yüzüne göndermiş ve bunun gereği olarak da onların yapmak istediği şeylere müdahale etmemiştir. Şu an DNA ile oynayıp neredeyse bütün bitkileri bozan, hayvanların yaratılışlarına aykırı tahrif ve tahrip gerçekleştiren yine insanoğlu değil mi?!

Nitekim günümüzde de bazı gruplar Kur’an-ı Kerim içinde aynını yapmaya çalışıyorlar. Ayetteki İlahi mesajı kendi anladıkları şekliyle ifade etmeye çalışıyorlar. Bu konuda ehemmiyetinden ötürü kısa bir izah yapmak istiyoruz:

İlahi Kelama mana vermeye çalışanların şu ilimleri bilmesi şarttır:

1- Lügat ilmi

2- Nahiv ve Sarf (Gramer, Dil bilgisi)

4- Kıraat İlmi

5- Akaid ve Kelam İlmi

6- Usul-i Fıkıh İlmi

7- Usul-i Tefsir İlmi

8- Usul-i Hadis ve Hadis İlmi

9-Tarih ve Sosyoloji gibi, beşer toplumlarının maruz kaldıkları durumları konu edinen ilimler. [8] Özet olarak verdiğimiz bu maddelerde geçen ilimlere vakıf olmadan “ayetlerin ifade ettiği tam mana budur.” demek doğru değildir. Maalesef bugün Meal okuyarak çok kişi Ayetleri tabir edip yanlışa sapabiliyor ya da saptırıyorlar!

Bu hususta bakınız sevgili Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri şöyle buyurmuştur: “Dindar bir adam, din muhabbeti için: ‘Hak böyledir, hakîkat budur, Allah’ın emri böyledir’ der. Yoksa, Allah’ı kendi keyfine konuşturmaz. Hadsiz derece haddinden tecâvüz edip (haddini aşıp), Allah’ın taklîdini yapıp, O’nun yerinde konuşmaz!” [9] işte bu zamanda çok kişi var ki dindarlık kisvesi altında (haşa) Allah’ı kendi keyiflerine göre konuşturuyorlar. Bu hususa da dikkat etmek lazım.

Şimdi bu konuda bir de tarihsel sürece bakmak lazım. Zira tarihte bu olayların cereyan ettiği durum bizim zannettiğimiz gibi olmayabiliyor. Konun içerisinde de bahsedeceğiz ama burada da zikretmekte fayda var. Tahrif olmuş mukaddes kitaplar gönderildikleri anda ezber edilmemiş, iki kapak arasına alınmamış ve dilden dile geçerek tebliğ olunmuşlar. Kur’an ise böyle değildir!

Şimdi tarihsel süreci izah edelim.

Mukaddes kitaplarda Tarihsel süreç:

1. Tevrat 
“Kanun, Şeriat” manasına gelen Tevrat, Musa as’a indirilmiş kutsal kitaptır. Tevrat bu gün Eski Ahit denilen kitabın yalnızca bir bölümünü oluşturur. Tevrat Musa (a.s) zamanında indiği gibi kalmamış, zamanla tahrif olmuştur. 

Musa (a.s) zamanında Tevrat, tek nüsha idi. Ezberleme geleneği yoktu. Çoğaltılmamıştı. Ancak 3 veya 7 senede bir ahit sandığından çıkarılıp halka okunması Hz. Musa(a.s) tarafından vasiyet edilmiştir.[10]

İ.Ö. 605 yılında Buhtunnasır, Kudusü işgal edince bütün Tevrat nüshalarını yaktı.

Muhammed Hamidullah şöyle der: Buhtunnasır Filistin’e hücum edip Kudüs’ü işgal edince Tevrat’ın bütün yazmalarını bir araya toplayıp yaktı. Yüz sene sonra (ortaya çıkan) Peygamber Azrâ (Üzeyir (a.s) onları ezberlediğini söyledi ve (tekrar) yazdırdı.

Sonra Romalılar, Antiokhos’un komutasında Filistin’e geldiler ve Tevrat’ın nüshalarını tekrar yok edip ortadan kaldırdılar. Bunun neticesinde Yahudiler onu yeniden ortaya koydular. Ancak (onların bu işi) hangi esasa göre (yaptıklarını) bilmiyoruz!

Daha sonra Romalılar, Titos’un komutasında tekrar geldiler ve Tevrat’ın buldukları nüshalarını bir kez daha ortadan kaldırıp yok ettiler. Halen elimizde bulunan (Tevrat nüshası/nüshaları) üçüncü kez ortaya konmuş olan (bu) nüshadan olup Yahudilerin buna nasıl sahip oldukları bilinmemektedir. (Bu itibarla) Tevrat’ta, aslında olmayan şeylerin bulunması ve önceki şeklinde bulunan kısımların noksanlaştırılmış olması yadırganmamalıdır.

Ancak, burada bunun geniş izahı lazımdır. Her ne olursa olsun onda (Tevrat’ta), Yahudilerin amcasının oğulları içinden “büyük bir nebînin (geleceği) müjdesi” vardır.[11]

Tevrat’ın yakılması, yok edilmesi, kaybolması, sonra tekrar bulunması, o zamanlarda kitap istinsahının zor oluşu, yazanların sehven veya kasten bazı ibareleri eklemeleri, çıkarmaları gibi durumlar Tevrat’ın bozulmasını netice vermiştir. Tevrat’ın tahrif edildiği bazı Yahudi ve Hristiyanlarca da itiraf edilmiştir.

Tevrat’ın tahrif edildiğine dair pek çok misal verilebilir. Mesela: Allah’ın 6 günde kâinatı yaratıp 7. gün istirahat ettiği, Hz. Yakup’un Allah’la güreştiği ve Allah’ı yendiği, Musa (a.s)’ın kardeşi ve bir peygamber olan Harun (a.s.)’ın altından buzağıyı yapıp insanları buna ibadete davet ettiği, Lût (a.s)’ın kızlarının babalarını sarhoş ettikleri, Davud (a.s)’ın zina ettiği gibi çirkin olaylar açıkça Tevrat’ın tahrif edildiğini gösterir. Bu konuda örnekleri çoğaltmamız mümkündür.[12]

2. Zebur 

Zebur, Allah tarafından Davud (a.s)’a indirilmiş bir kitaptır. Bir ayette “Davud’a da Zebur’u vermiştik.” (Nisa, 163) buyrulur. Zebur hakkında Kur’an ve sünnette fazlaca bir tafsilat verilmemiştir. Zebur da Tevrat gibi bugün Eski Ahit denilen kitabın bir bölümünü oluşturur. 

3. İncil
“Müjde” manasına gelen İncil, İsa (a.s)’a indirilmiş kutsal kitaptır.

İsa (a.s) kendisine vahyedilen İncil’i insanlara tebliğ etmiş, fakat onun tebligatı yazıya geçirilmemişti. Onun Sema’ya kaldırılmasından sonraki dönemlerde Hristiyanlar arasında ihtilaflar çıktı. O’na bir peygamber diyenler olduğu gibi, ifrat edip ilah olduğunu, Allah’ın oğlu olduğunu savunanlar da oldu. Teslis inancını Hristiyanlığa sokan Pavlos’un bu konuda büyük tesiri vardır. Çok sonraları şifahi olarak anlatılan şeyler yazıya geçirildi. Fakat şifahi olarak anlatılan bu rivayetler birbirinden çok farklıydı ve bu yüzden onlarca İncil nüshası ortaya çıktı. İskenderiye kilisesi papazı olan Arius, İsa (a.s)’ın bir insan olduğunu, ilah olmadığını kabul ediyordu.

Miladi 300 yıllarının başında onun bu inancını kabul eden insanlar oldukça çoktu. Roma İmparatoru Konstantin putperest iken Hristiyanlığı kabul etti. Fakat o teslis inancını savunuyordu. Hristiyanlar arasındaki ihtilafı kaldırmak amacıyla miladi 325 yılında İznik’te 2048 piskoposu topladı. Bu toplantı tarihlere İznik konsili olarak geçti. Bunlar içinde Pavlos’un fikrinde olan 318 kişi vardı. Kral Konstantin, teslis inancını kabul ettiğinden, azınlık olan 318 kişiyi destekledi ve 40-50 İncil içinden teslis inancına uygun Matta, Markos, Luka ve Yuhanna isimlerini taşıyan 4 İncil seçildi, diğer İnciller yasaklandı.[13]

Muhammed Hamidullah, şöyle der: [Kilise 60’dan fazla İncil içinden yalnızca dördünü kabul eder]. Ancak bunları, kimin, ne zaman, kimin emri ile ve hangi kritere (esasa) göre seçtiğine dair herhangi bir bilgimiz yoktur. Fransız tarihçi Volter’in, papazların/rahiplerin, çeşitli müelliflere ait bütün İncilleri kilisede idarî/resmî görevlilerin masası üzerinde topladıklarına, sonra masayı salladıklarına, masanın üzerinde kalanları gerçek, yere düşenleri ise sahte olarak kabul ettiklerine dair söylediklerinin doğru olduğunu bilmemekteyiz.

Onların her birinde Faraklît’in (yani peygamberimiz Ahmed’in/Muhammed’in) bir peygamber olarak geleceğinin) müjdesi vardır.[14]

Bu 4 İncil’in seçilmesinden sonra diğer İnciller yasaklandı. İsa (a.s)’ın bir İlah olmadığını söyleyenler aforoz edildi veya cezalandırıldı. Zamanla teslis anlayışı bütün Hristiyanlar arasında yaygınlaştı ve Arius’un savunduğu Allah’ın birliği ve İsa (a.s)’ın peygamber olduğu anlayışı unutuldu. Böylelikle Hristiyanlık, bozulmuş oldu.
Peki eski kitapların Tahrif edilmesi söz ve anlatımla olmuşsa, o kitapların neden hükmü kitap olarak devam etmedi de Kur’an-ı Kerim gönderildi?

Bu konuda şöyle söyleriz: Her asır ve topluluk kendi şartlarına göre terbiye edilmesi gerekir. Zira bu durum hem kişisel hem ailevi hem de sosyal bir zorunluluktur. Cenâb-ı Hak, kullarına zaman sınıfına göre muamele etmiştir. Bu kısmın daha iyi anlaşılması için okul eğitimi misalleriyle anlatacağız.

Zaman sınıfından kastettiğimiz ise şunlardır:

a) İlk çağlar: ilk okul gibi de diyebiliriz. Dünya da ilk çağlarda yaşayan insanlar elbette içinde bulundukları şartlara göre bir nizam kurulmalıydı ve bu böyle olmuştur. Biraz tecrübe kazanan insanlar için bu tecrübe ve mükemmelleşme ilerledikçe bu defa ortaokul mesabesine terakki etmişlerdir.

b) Orta okul: bu dönem daha çok peygamberlerin gelmesi ve gönderilen İlahi Mesajların yaygınlaşmasıyla bütün insanların biraz daha terakki etmesine sebep olmuştur.

c) Lise dönemi: Bu dönemde de toplumların şekillenmesi, yeni buluşlar ve sosyal hayatın bir düzen içine girerek insanlar için adalet, rahmet, yardım gibi kavramlar la daha çok sistematik bir gerekliğin ortaya çıktığını tarihlerden öğreniyoruz.

d) Üniversite dönemi: bu dönem ise Kur’an-ı Kerim’in gönderildiği günden şu içinde bulunduğumuz asırlara işaret eder. Zira ilim, fen, teknoloji gibi insanların yer yüzünde var olduklarından beri en yüksek bir mevkie çıktığı bir zamandır. İşte hangi zamanda, hangi kural ve düzen ile insanlar rahatlayabilecek ise, İlahi Kelamların mesajı da buna göre gönderilmiştir.

Peki Kur’an-ı Kerim’in tahrif imkânı var mı?

Bu mümkün değildir!

Kur’an-ı Kerim’in bozulamayacağının iki sebebi vardır bunlar:

1. Ayetle sabittir, Cenâb-ı Hak Kur'an-ı Kerimin bozulmayacağını Hicr, 9.Ayette şöyle ifade eder." Muhakkak ki o Zikr’i (Kur’an’ı) biz indirdik ve muhakkak onu koruyucu olan da elbette biziz! "

2. O’nu ezber eden Hafızlar, nazil olduğu günden kıyamete kadar varlıklarıyla Kur’an-ı Kerim’in muhafazasına devam ediyorlar. Hem bu durum diğer kitaplar için hiç yapılmamıştır! Hafızların bütün dünyada ve farklı dil ve milletlerden olmalarına rağmen Kur’an-ı Kerimi ezber ederek muhafazasına çalışmaları da gösteriyor ki Kur’an’da bir değişim asla olamaz! Belki bu yönüyle şunu da ifade etmek yerinde olur: Kur’an için Müslümanlar canını verir ama ona el ve dil uzatmazlar, uzatanlara da müsaade etmezler.

Bunlarla birlikte İbn Cerir et-Taberî yukarıdaki âyeti “Biz muhakkak ki Kur’an’ı koruyup içine onun aslında bulunmayan bir ifadenin, bir yanlışın karışmasını veya hükümlerinde, hadlerinde, farzlarında bir eksiklik meydana getirilmesini engelleyeceğiz” şeklinde açıklamıştır. Ayetteki korumayı münhasıran gelecekte vuku bulması muhtemel bir müdahaleye karşı koruma şeklinde anlayan bu yorum, müfessirlerin ve diğer âlimlerin büyük çoğunluğunca da kabul görmüştür. Buna göre daha önceki kutsal kitapların mâruz kaldığı ve genellikle tahrif terimiyle ifade edilen eksilme, değişme, bozulma, kaybolma gibi haller Kur’an’ın başına gelmeyecek; Kur’an, Peygamber’e geldiği şekliyle kıyamete kadar varlığını ve orijinalliğini koruyacaktır. Çünkü Kur’an’ı resulüne indiren Allah (c.c.), onu koruyacağını da vaad etmiştir ve O’nun vaadi haktır, kesindir.

Hem önceki gönderilen kitaplar Kur’an gibi ezber edilmemişlerdir.

İncil Hz. İsa (a.s.)’ın kendi zamanında iki kapak arasına alınamamış, havariler İncili tebliğ etmiş, zamanla kendini bu işte mahir zanneden Hristiyan alimler o kadar çok İncil yazmışlar ki yizlerce olduğu ifade ediliyor ve bu durumda çok kafa karışmasına sebep olduğu için bunların çoklarını kaldırıp 4 kitaba iktifa etmişlerdir. Mesela bu durum Kur’an için söylenemez! Zira ilk zamanlarından şu zamana kadar harf harf ezber edilmiş bir kitaptır. Bu yönüyle Kur’an Arapça lafzıyla asla değiştirilemez!

Kur’an-ı Kerim ve diğer kitapların arasında da şöyle farklıklar vardır:

Evvelki Mukaddes kitapların kopya olarak ve birbirinden farklı ifadelerle sayıca çokluğu,

Sözlü anlatımla manalarının değiştirilmesi,

Bu konuda kendini otorite olarak kabullendirmeye çalışanların yaptığı zulümler sebebiyle Cenâb-ı Hak Kur’an-ı Kerimi her haliyle mucize olarak göndermiştir.

Bu konuda da Bediüzzaman Hazretleri şunları izah eder:

1- Tevrat, İncil ve Zebur'un ibareleri; Kur'an gibi mucize olmadığından.

2- Hem mütemadiyen tercüme tercüme üstüne olduğundan, pek çok yabanî kelimeler içlerine karıştı.

3- Hem müfessirlerin sözleri ve yanlış tevilleri (izahları), onların ayetleriyle iltibas edildi (karıştırıldı).

4- Hem bazı nâdanların (haddini bilmezlerin) ve bazı ehl-i garazın (art niyetlilerin) tahrifatı (bozmaları) da ilâve edildi.

Şu surette o kitaplarda tahrifat, tağyirat (bozulma ve değişmeler) çoğaldı. Hattâ Şeyh Rahmetullah-i Hindî (allâme-i meşhur) kütüb-ü sâbıkanın (önceki kitapların) binler yerde tahrifatını (bozulmalarını), keşişlerine ve Yahudi ve Nasara ülemasına isbat ederek, iskât etmiş (susturmuş). İşte bu kadar tahrifatla beraber, şu zamanda dahi meşhur Hüseyin-i Cisrî (Rahmetullahi Aleyh) o kitablardan yüz ondört delil, nübüvvet-i Ahmediyeye dair (Peygamberimiz’in delillerini) çıkarmıştır. "Risale-i Hamîdiye"de yazmış.  [16]

Kur’an her yönüyle mucizedir. Diğer kitap ve suhuflar böyle değil dir.

Kur’an, ilk vahiyden son vahye kadar Peygamberimiz (a.s.m.) ve birçok sahabeler tarafından harfi harfine ezber edilmiş ve bu konuda katipler yani yazıcı memurlar vazifelendirilmiştir. Diğer kitaplarda böyle bir şekillenme olmamıştır.

Kur’an-ı Kerimin hayatımıza tanzimini Hz. Peygamber (a.s.m.) bizzat yaşamış, ortaya koymuş ve O’nu özellikle Medine’ye geçtikten sonra devlet sistemi haline getirmiştir. Önceki kitaplarda da buna benzer bir uygulama olmuş olsa da etrafındaki insanlar kendi menfaatlerinden vaz geçememiş, İlahi Kelama kendi menfaatleri doğrultusunda mana vermişlerdir. Bu durum 14 asırdır Kur’an için söylenemez. Ancak yukarıda ifade ettiğimiz Mealci akım ya da oryantalist gruplar Kur’an-ı Kerimin Lafzına değil, manasını meal ile çarpıtmaya çalışmışlardır ve maalesef halen devam etmektedir.


[1] Hicr,14/9.

[2] Maide, 5/43.

[3] Bakara, 2/75.

[4] Nisa, 4/46.

[5] Bkz. İbn Kesir, Tefsiri’l-Kur’ani’l-Azim, c.II, s. 284, İstanbul 1992.

[6] Âl-i İmran 78

[7] İstanbul Ünv.İlahiyat Fak.Arş.Gör.Necmettin Gökkır, Kur’an-ı Kerim Açısından İlahi Kitapların Tahrif Meselesi Tez Çalışması… tam metin için  https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/10091

[8] Daha Geniş Malumat için… https://islamansiklopedisi.org.tr/tefsir

[9] Mektûbât, 26. Mektûb, 112

[10] Prof. Günay Tümer, Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, Ocak y, Ank. 1988, S, 127

[11]  Kur’an-ı Kerîm İle Diğer Semâvî Kitapların/Sayfaların Karşılaştırmalı Kısa Bir Tarihi. Muhammed Hamîdullah (Çev: Bahattin Dartma)

[12] Bkz, Prof. Günay Tümer, Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, Ocak y, Ank. 1988, S, 126, 127
[13] Ebû Zehra, Hristiyanlık Üzerine Konferanslar, Fikir y, 1978, İst, s, 230. Bu 4 İncil’lerin hiçbiri İsa as’ın dili olan İbranice değil, Latince yazılmıştı ve dördü de İsa as’ın hayat hikayesi (biyografisi) şeklindeydi.

[14] Kur’an-ı Kerîm İle Diğer Semâvî Kitapların/Sayfaların Karşılaştırmalı Kısa Bir Tarihi. Muhammed Hamîdullah (Çev:BahattinDartma)

[15] Bkz. Zülfikar, 19. Mektub Mucizat-ı Ahmediye Risalesi


Yorum Yap

Yorumlar