Sekizinci Lema’da geçen şu cümleleri izah eder misiniz?
Acaba hiç mümkün müdür ki, sultânü’l-evliyâ makamını ihrâz etmiş ve hamiyet-i İslâmiye ile zamanındaki padişahları titretmiş,
Önceki cümlelerde gerek şahsî kemalâtı gerekse Allah katındaki yüksek mertebesi anlatılan Abdulkadir Geylani Hazretleri; Allah’a hamd ederek “Benim ayağım bütün evliyaların omuzundadır.” Demiş ve “Evliyaların Sultanı” makamına sahip olduğunu ifade etmiştir. Ve böylesine yüce ve şerefli bir makama layık olduğunu yaşantısıyla da ortaya koymuştur. Böyle olmakla beraber, Şeyh Geylani Hazretlerinin hayatı boyunca İslâm’ın değerlerini koruma, anlatma ve yaşatma adına öyle bir gayreti ve çabası olmuştur ki, zamanındaki padişahları dahi etkilemiş ve onları titretmiştir.
ve kuvve-i kudsiyesiyle mâzî ve müstakbeli hazır gibi izn-i İlâhî ile görmüş ve memâtında dahi hayatındaki gibi dâimî tasarrufu bulunduğu tasdîk edilmiş olan bir kahramân-ı velâyet,
Gavs-ı Azam Hazretleri, Cenâb-ı Hakk'ın hususi yardım ve ikramlarına nail olmuş ve Allah katında kutsallık ve saygınlık kazanarak evliyaların kahramanı olmuş çok seçkin bir şahsiyettir. Bu mukaddes ve yüce olan manevi kuvvetiyle geçmiş ve gelecek zamanları, Allah’ın izniyle hazır zaman gibi görmüştür.
Gavs-ı Azam Hazretlerinde Allah’ın “Hayy” ismi öyle parlak bir surette tecelli edip görünmüştür ki, vefatından sonra tasarrufu[1] devam etmiştir. Şeyh Geylani’nin (ks) vefatından sonra dahi sanki hayattaymış gibi tasarruf ve himmetinin devam ettiği hakikati, Allah’ın pek çok velî kulları tarafından da kabul edilip tasdik edilmiştir.
bu asrımıza ve bu asır içindeki kemâl-i acz ve zaaf ile Kur’ân’ın hizmetinde çalışan ve insafsız düşmanların hücumuna ma‘rûz ve teselli ve te’mîne muhtaç bîçâre Kur’ân’ın hâdimlerine ve talebelerine lâkayd kalabilir mi? Hiç mümkün müdür ki, bizimle münâsebetdâr olmasın?
Allah’ın izniyle geçmiş ve geleceği hazır gün gibi görüp vefatından sonra tasarrufu devam eden ve evliyaların sultanı olup harika kerametler gösteren Abdulkadir Geylani Hazretleri, hiç mümkün müdür ki içinde yaşadığımız dehşetli asırda Kur’ân ve sünnete karşı yapılan şiddetli saldırılardan haberdar olmasın. Bu saldırılara karşı iman ve Kur’ân hakikatlerini canları pahasına muhafaza, müdafaa ve yayma hizmetini hayatlarının en mühim gayesi edinip bu uğurda insafsız düşmanların şiddetli baskı ve zulümlerine maruz kalan Risale-i Nur talebelerini görmesin? Haşa, elbette Allah’ın izniyle görmüştür ve alakadar olmuştur.
Zira Risale-i Nur talebeleri, bu belalı asırda hem gayet az hem de maddeten zayıf ve kuvvetsiz olup teselli ve güvenceye çok muhtaç oldukları bir zamanda, Gavs-ı Azam Hazretlerinin Nur talebelerini görüp cesaretlendirmesi, yüreklendirmesi ve onlardan övgüyle bahsetmesi, elbette O’nun şanındandır.
Sekiz, dokuz, belki on beş kuvvetli delilden kat‘-ı nazar, ednâ bir işaret kelâmında bulunsa, bize baktığına delâlet eder. Hafî bir işaret etse, kâfîdir. Çünki makam iktizâ ediyor. Mutâbık-ı muktezâ-yı hâldir ve münâsebet kavîdir.[2]
Şeyh Geylani Hazretlerinin bu asra bakarak Bediüzzaman Hazretlerinden ve Nur Talebelerinden haber verdiğine dair 15 kadar kuvvetli delilin olduğu, önceki sayfalarda izah edilmişti. Velev ki tüm bu deliller görmezden gelinip dikkate alınmasa, Hz. Gavs’ın (ks) sözlerinde Nur Talebelerine ve Üstadlarına dair küçücük bir işaret bulunsa hatta gizli ve perdeli bir ifade bile olsa yeterlidir, denilebilir. Çünkü makam onu gerektiriyor ve hale uygun olan durum budur ve irtibatı da kuvvetlidir.
Yani Şeyh Geylani (ks) tarafından haber verilen hadiselerle Nur Talebelerinin manevi mücadelesi birbirine uygun düşmektedir. Nasıl ki kalabalık bir mescitte bir kişi ayağa kalkıp hareket etse sonra bir kişi “Ey Kardeşim. Bana bak!” diye bir söz söylese elbette makamın gereği olarak en önce hareketli şahıs bakar. Öyle de Hazret-i Gavs (ks) ile bu asırdaki fitne ve şerlere karşı canla başla mücadele eden Risale-i Nur talebeleri arasında çok sıkı bir alaka bulunmaktadır. Bu durumda Şeyh Geylani Hazretlerinin haber verdiği kişilerin Hz. Üstad ve Nur Talebeleri olduğu açıktır.
İlgili metnin baş kısımlarının izahı için lütfen bakınız;
https://risale.online/soru-cevap/sekizinci-lema-izah-33
[1] Tasarrufa sözlükte, “İdare ile kullanmak, sarf etmek, tutum, sahip olmak, idare etmek, sahiplik, kullanma hakkı” manaları verilmiş. Seyyid Şerif Cürcani Hazretleri, Ta’rîfât namındaki ıstılah kitabında tasarrufun tasavvufî manasını şöyle açıklar: “Bir velinin hayatta iken veya ölümünden sonra, Allah'a nazı geçmesi dolayısıyla, dünya işlerinden bazılarını düzene koymasına ve kendisine baş vuranların arzularını yerine getirmesine derler.” Şehitlerin de tasarruflarının devam ettiklerine dair pek çok rivâyetler ve yaşanmış hadiseler vardır. Vefatından sonra hayatta oldukları gibi tasarrufları Allah’ın velî kulları tarafından kabul edilen üç büyük evliyanın en büyüğü Hazret-i Gavs-ı Geylânî’dir. Diğerleri; Hayat Bin Kays el- Harrânî ve Ma’ruf-i Kerhî Hazretleri’dir. Her velinin tasarrufu görülebilir. Fakat bu bahsi geçen zâtlar, öldükten sonra kerâmetleri ve tasarrufları çok görüldüğü ve çok meşhur oldukları için söylenmiştir. Yoksa bu söz, diğer evliyaların vefatından sonra tasarruf ve kerâmet sâhibi olmadıklarını göstermez.