Soru

Âl-i İmran 26 ve İnşikak 1-5. Âyetlerin Tefsiri / Yer ve Göğün Allah'a İtaati / 25. Söz

Risâle-i Nur Külliyatında 25. Söz'de Âl-i İmran Suresi 26. âyet ve sonrasında gelen İnşikak Suresinin 1-5. âyetlerini Bediüzzaman Hazretleri nasıl tefsir etmiştir? Buradan nasıl dersler çıkarmıştır? Detaylı olarak izah eder misiniz?

Ayrıca şuunat-ı ilâhiye, tecelliyât-ı ilahiye, tasarruf-u rabbaniye, icraat-ı rabbaniye gibi kavramları örneklendirir misiniz? Kumandan-ı azam örneğinde ne anlatılmak isteniyor? 

Tarih: 25.12.2024 00:49:33

Cevap

Sorularınıza sırasıyla cevap vermeye çalışalım.

Öncelikle 25. Söz'de, sizin sorduğunuz bölümde Üstad Bediüzzaman Hazretleri genel olarak Kur’ân-ı Kerim'in üslûbunun harika olmasından bahsetmektedir. Bunu, ilgili bölümde şu cümlelerle ifade etmiştir:

''Üslûbundaki bedâat-i hârikadır. Evet, Kur’ân’ın üslûbları hem garibdir, hem bedî‘dir, hem acîbdir, hem mukni‘dir. Hiçbir şeyi, hiçbir kimseyi taklîd etmemiş, hiç kimse de onu taklîd edemiyor. Nasıl gelmiş, öyle o üslûblar tarâvetini, gençliğini, garâbetini dâimâ muhâfaza etmiş ve ediyor.'' [1]

Âl-i İmrân 26. âyetin meali şöyledir: ''(Habîbim, yâ Muhammed!) De ki: “Ey mülkün (gerçek) sâhibi olan Allah! Dilediğine mülkü verirsin, dilediğinden de mülkü çeker alırsın! Hem dilediğini azîz edersin, dilediğini de zelîl kılarsın! (Her) hayır (ancak senin) elindedir! Şübhesiz ki sen, herşeye hakkıyla gücü yetensin! (Haşiye)[2]

Haşiye : “İşte şu âyet, Cenâb-ı Hakk’ın, nev‘-i beşerin hayât-ı ictimâiyesindeki tasarrufâtını şöyle gösteriyor ki, izzet ve zillet, fakr ve servet doğrudan doğruya Cenâb-ı Hakk’ın meşîetine (dilemesine) ve irâdesine bağlıdır. Demek kesret-i tabakātın (sebebler âleminin) en dağınık tasarrufâtına (işlerine) kadar, meşîet ve takdîr-i İlâhiye iledir, tesâdüf karışamaz. "[3]

Risale-i Nur Külliyatı içerisinde yer alan 25. Söz, özellikle Allah’ın isimleri, sıfatları ve kâinatın tevhid hakikatleri üzerinde yoğunlaşır. Bu bölümde Âl-i İmrân Suresi’nin 26. âyeti ve İnşikâk Suresi’nin 1-5. âyetleri çeşitli yönlerden ele alınır.

Âl-i İmrân Suresi 26. Âyet; Allah’ın mutlak hükümranlığı ve kudreti üzerinde durur. Bediüzzaman Hazretleri, bu âyeti Allah’ın rububiyetine (her şeyin sahibi ve yöneticisi olmasına) bir delil olarak zikreder. Kâinatta görülen sürekli değişim, Allah’ın mülkünde dilediği gibi tasarrufta bulunduğunu gösterir. Bediüzzaman Hazretleri, özellikle insanın sahip olduğu kabiliyetin, yetkilerin ve mülklerin aslında bir emanet olduğunu, gerçek mülk sahibinin Allah olduğunu vurgular. Âyet, insanın acziyetini ve kulluğunu hatırlatarak, tevhide ve teslimiyete bir davettir.

Ayrıca ilgili âyeti Allah’ın şuunatı, fiilleri ve sıfatları bağlamında açıklar. Mülkün Allah’a aidiyeti ve Allah’ın bu mülkte istediği gibi tasarruf ettiği üzerinde durur. İnsan, bu hakikati idrak ettiğinde, Allah’ın iradesine teslim olmanın huzurunu hisseder.

İnşikâk Suresi 1-5. Âyetler

1,2. Gök inşikāk ettiği (yarıldığı) ve Rabbi(nin emri)ne kulak verip de, (bu itâate) lâyık kılındığı zaman!

3,4,5. Yer uzatıl(ıp dümdüz yapıl)dığı, içindekileri atıp boşaldığı ve Rabbi(nin emri)ne kulak verip de, (o da bu itâate) lâyık kılındığı zaman! [4]

Bu âyetler, kıyamet sahnelerini ve kâinatta meydana gelecek büyük değişiklikleri tasvir eder. Göklerin yarılması ve yerin içindekileri dışarı atması gibi tasvirler, Allah’ın mutlak kudretine işaret eder. Bediüzzaman Hazretleri, bu âyetleri tefsir ederken özellikle şu noktalara vurgu yapar:

Kâinatın itaatkâr bir memur oluşu: Âyetlerde geçen "kulak verip itaat ettiği zaman" ifadesi, göklerin ve yerin Allah’ın emrine boyun eğdiğini gösterir. Kâinatın bir kitap gibi olduğunu ve her şeyin Allah’ın kelamını dinleyip uyguladığını ifade eder.

Kıyamet ve haşir hakikati: Bu âyetler, kıyametin başlangıcıyla birlikte kâinatın, Allah’ın iradesine uygun olarak bir düzen değiştireceğini ve yeni bir âlem yaratılacağını haber verir. Bediüzzaman Hazretleri, bu süreci Allah’ın adaletinin ve rahmetinin bir tecellisi olarak açıklar. Her şeyin bir hikmetle yaratıldığı gibi, son bulması da hikmet ve adalete dayalıdır. 

Kâinattaki emanetin iadesi: Yer ve gök, Allah’ın birer emaneti olarak varlıklarını sürdürürler. Kıyamet günü, bu emanetin Allah’a iade edilmesi anlamına gelir. Bediüzzaman Hazretleri, bu noktada insanın da bir emanetçi olduğunu ve bu emanetlerinden hesaba çekileceğini belirtir.

25. Söz’deki Vurgu Genel Hatlarıyla Şöyledir:

Bediüzzaman Hazretleri bu âyetleri, Allah’ın sıfatları ve kâinatta tecelli eden hikmetleri açıklamak için bir delil olarak kullanır. Özellikle şu noktalara dikkat çeker:

Kudret ve azamet: Allah’ın kâinattaki tasarrufları, O’nun sınırsız kudretini ve azametini gösterir. Bu, hem âlemin yaratılışında hem de kıyamet sahnelerinde açıkça görülür.

İnsan ve kâinat arasındaki ilişki: İnsan, kâinatın bir özeti ve küçük bir modeli olarak yaratılmıştır. Bu yüzden, kâinatta meydana gelecek büyük hadiseler, insanın kendi varlığına da bir ayna olur.

Tevhit ve teslimiyet: Bu âyetler, insanı Allah’a teslimiyete davet eder. Çünkü her şey Allah’ın iradesine bağlıdır ve O’na aittir.

Üstad Bediüzzaman, bu tefsiriyle muhataplarını hem tefekküre hem de imanını kuvvetlendirmeye yönlendirir. Bu âyetlerde geçen hakikatlerin, insanın hem dünyadaki vazifesini hem de ahiret yurdunu düşünmesi için bir uyarı olduğunu belirtir.

Sorunun ikinci kısmı: Şuunatı ilâhiye, tecelliyât-ı ilâhiye, tasarruf-u rabbâniye, icraatı rabbâniye kavramlarını örneklendirir misiniz?

Bediüzzaman Hazretlerinin eserlerinde sıkça kullandığı şuunat-ı ilâhiye, tecelliyat-ı ilâhiye, tasarruf-u rabbaniye ve icraatı rabbaniye gibi kavramlar, Allah’ın kâinatta sürekli tecelli eden sıfatlarını, fiillerini ve emirlerini anlamak için kullanılan terimlerdir. Bu kavramların her biri Allah’ın sınırsız kudretini, hikmetini ve her an yaratmaya devam eden iradesini ifade eder. Şimdi bunları hem genel anlamlarıyla hem de örneklerle açıklayalım:

1. Şuunat-ı İlâhiye (Allah’ın Şuunatı)

Şuunat lügat olarak, şe'n kelimesinin çoğulu olup işler, haller, keyfiyetler demektir. Şuun keilmesi de aynı manaya gelmektedir.

Istılah olarak şuunat ise, Cenabı Hakk'ın sıfatlarının kaynağı olan kudsi ve ilahi işler ve haller denilebilir. Şuunatın insandaki karşılığı, çok çeşitli kabiliyetler ve merhamet, adalet, sevmek gibi binlerce hissiyat(hisler) oluyor. Kabiliyet veya hissiyat gibi tabirler Cenabı Hak için kullanılması uygun olmadığından bunların hepsi şuunat olarak ifade ediliyor.

 https://risale.online/soru-cevap/suunat-nedir

2. Tecelliyat-ı İlâhiye (Allah’ın Tecellileri)

"Tecelli", Allah’ın isim ve sıfatlarının yarattığı varlıklar üzerinde yansımasıdır. Kâinatta gördüğümüz her şey, Allah’ın bir isminin veya sıfatının bir tecellisidir.

Örnek:

Rahmetin tecellisi: Baharın gelişiyle kâinatın canlanması, yağmurun yağması, toprakların yeşermesi Allah’ın Rahman ve Rahîm isimlerinin bir tecellisidir.

Kudretin tecellisi: Göklerdeki galaksilerden bir atomun çekirdeğine kadar tüm varlıklar, Allah’ın Kadir isminin tecellisi ile meydana gelmişlerdir.

3. Tasarruf-u Rabbaniye (Allah’ın Yönetimi ve Tasarrufu)

"Rabbanî tasarruf", Allah’ın kâinattaki her şeyi idare etmesi, her varlık üzerinde hüküm sahibi olması ve her an yaratmaya devam etmesidir. Allah, kâinattaki her şeyi hikmeti ve iradesiyle yönetir.

Örnek:

Bir ağacın meyve vermesi: Allah’ın tasarrufuyla, toprağa atılan bir çekirdek zamanla büyür, meyve verir ve bir nimet olarak insana sunulur.

İnsan bedenindeki düzen: İnsan vücudundaki hücrelerin, organların ve sistemlerin mükemmel uyumu, Allah’ın tasarrufunun bir yansımasıdır.

4. İcraat-ı Rabbaniye (Allah’ın İcraatları)

"İcraat-ı rabbaniye", Allah’ın kâinatta her an gerçekleştirdiği fiiller ve yaratma faaliyetleridir. Kâinatın her an yeniden yaratılması ve sürekli değişim içinde olması, Allah’ın icraatlarının bir göstergesidir.

Örnek:

Güneşin her sabah doğması ve batması: Bu, Allah’ın icraatıdır; O’nun bir kanunu ile işler. Güneş kendi başına hareket edemez.

Yağmurun yağması, bitkilerin büyümesi: Allah’ın doğrudan müdahalesiyle meydana gelen olaylardır. Bu icraatlar, sürekli bir düzen içinde gerçekleşir.

Sorunun üçüncü kısmı: Kumandan-ı azam örneğinde ne anlatılmak isteniyor?

Öncelikle kumandan-ı azam örneğin geçtiği bölümü buraya alalım:

‘‘Gök ve zeminin Cenâb-ı Hakk’ın emrine karşı derece-i inkıyâd ve itâatlerini şöyle âlî bir üslûb ile beyân eder ki: Nasıl bir kumandan-ı a‘zam, mücâhede ve manevra ve ahz-ı asker şu‘beleri gibi, mücâhedeye lâzım işler için iki dâireyi teşkîl edip açmış. O mücâhede, o muâmele işi bittikten sonra, o iki dâireyi başka işlerde kullanmak ve tebdîl ederek isti‘mâl etmek için, o kumandan-ı a‘zam o iki dâireye müteveccih olur. O dâireler, her birisi hademeleri lisânıyla veya nutka gelip kendi lisânıyla der ki: “Ey kumandanım! Bir parça mühlet ver ki, eski işlerin ufak tefeklerini, pırtı-mırtılarını temizleyip dışarı atayım, sonra teşrîf ediniz. İşte atıp senin emrine hazır duruyoruz. Buyurun, ne yaparsanız yapınız. Senin emrine münkādız. Senin yaptığın işler, bütün hak, güzel, maslahattır.” Öyle de, semâvât ve arz, böyle iki dâire-i teklif ve tecrübe ve imtihân için açılmıştır. Müddet bittikten sonra, semâvât ve arz, dâire-i teklîfe âit eşyâyı emr-i İlâhiyle bertarâf eder. Derler: [Yâ Rabbenâ! Buyurun, ne için bizi istihdâm edersen et. Hakkımız sana itâattir. Her yaptığın şey de haktır.] İşte cümlelerindeki üslûbun haşmetine bak, dikkat et.’’

Kumandan-ı Azam Örneği

Metindeki "kumandan-ı azam" (yüce kumandan) örneği, Allah’ın kâinattaki tasarruflarını daha anlaşılır kılmak için yapılmış bir benzetmedir. Kumandan, askerleri üzerinde tam bir otoriteye ve tasarrufa sahiptir; onların görevlerini belirler, planlar ve uygular. Aynı şekilde, Allah da kâinatta her varlığı, her olayı ve her durumu kendi iradesiyle düzenler. Bu örnekle şu hakikatler vurgulanır:

Kâinat bir ordu gibidir: Gökler, yerler, canlılar ve cansızlar Allah’ın "askerleri" gibidir. Hepsi O’nun emrine boyun eğer ve hikmetle yaratılmıştır.

Her şeyin bir görevi vardır: Kâinattaki her varlık, Allah’ın bir emriyle hareket eder. Hiçbir şey tesadüfen olmaz.

Allah’ın emirlerine itaat: Kumandanın askerleri nasıl mutlak bir şekilde itaat ederse, kâinattaki tüm varlıklar da Allah’a itaat eder. Gökler ve yer bu yüzden kıyamet günü, "Emrine hazırız!" diyerek itaatlerini ifade eder.

Kumandan örneğiyle asıl anlatılmak istenen, Allah’ın kâinattaki mutlak hâkimiyetini ve tasarrufunu insana idrak ettirmektir. Bu örnek, şu hakikatlere dikkat çeker:

Kâinat Allah’ın kontrolündedir: Gökler ve yer, sadece birer maddi yapı değildir. Hepsi Allah’ın emriyle var olmuş, O’nun hikmetine uygun olarak hareket ederler.

Teslimiyetin gerekliliği: Gökler ve yer bile Allah’a mutlak bir şekilde itaat ediyorsa, insan da Allah’a teslim olmalı ve O’nun hükmüne boyun eğmelidir.

Kâinat bir imtihan yeridir: Gök ve yer, insanın sorumluluklarını yerine getirmesi için yaratılmıştır. Bu imtihan sona erdiğinde, kâinatta yeni bir düzen kurulacaktır.

Sonuç olarak, Bediüzzaman Hazrteleri bu örnekle Allah’ın şuunatını, tecelliyatını, tasarrufunu ve icraatlarını somutlaştırarak, insanı kâinat üzerinde tefekküre ve Allah’a teslimiyete davet eder.

Yukarıda zikrettiğimiz gibi Allah’ın kâinat üzerindeki tasarrufları, bir kumandanın askerler üzerindeki tasarrufuna benzetilerek anlatılmaktadır. Şimdi ise metinde geçen fikirleri ana hatlarıyla ve insana bakan taraflarıyla şöyle özetleyebiliriz:

1. Gök ve yerin "dâire-i teklif ve imtihan" için yaratılması

Üstad Bediüzzaman, göklerin (sema) ve yerin (arz) Allah’ın emriyle kurulmuş bir düzen olduğunu belirtir. Bu düzenin, insan ve diğer mahlûkat için bir imtihan alanı olduğunu ifade eder. Allah, bu düzeni yaratmış ve belirli bir süreye kadar bu düzenin devamını murad etmiştir. Bu süre, dünya hayatının ve teklif (sorumluluk) döneminin sona ermesiyle bitecektir.

2. Gök ve yerin bir kumandana benzetilmesi

Bediüzzaman Hazretleri, burada Allah’ı bir kumandan-ı a'zam (yüce kumandan) olarak tasvir eder. Kumandan, askerlerini farklı görevler için nasıl organize eder ve onları çeşitli işlerde kullanırsa, Allah da kâinatta yaratılmış her şeyi kendi emriyle bir düzen içinde işletir. Gökler ve yer, birer hademe (hizmetkâr) gibi Allah’ın emrine boyun eğer ve O’nun iradesini kusursuz bir şekilde yerine getirir.

3. Teklif dönemi bittikten sonra düzenin değişmesi

Dünya ve kâinattaki bu düzen, bir imtihan ve teklif için açılmıştır. Ancak bu dönem sona erdiğinde, yani kıyamet gerçekleştiğinde, gökler ve yer artık imtihan dönemine ait unsurları temizleyecek ve kendilerine verilen görevleri tamamlayacaktır. Bu süreçte, gök ve yerin Allah’a boyun eğdiği ve teslim olduğu şu cümlelerle ifade edilir:

“Ey Rabbimiz! Buyurun, ne için bizi istihdam ederseniz et. Hakkımız sana itâattir. Her yaptığın şey de haktır.”

Bu, göklerin ve yerin Allah’a mutlak bir şekilde teslimiyetini ve O’nun emirlerine hiçbir itirazsız boyun eğdiğini gösterir.

4. İnsana bir mesaj: Allah’a teslimiyet

Bu benzetmede gök ve yerin Allah’a olan itaatkârlığı, insan için bir ders ve mesaj içerir. Gökler ve yer gibi, insan da Allah’ın emirlerine boyun eğmeli, O’nun iradesine teslim olmalı ve O’nun yaptığı her şeyin hikmet dolu olduğunu idrak etmelidir. Kâinatın en büyük unsurları olan gök ve yer bile Allah’a böyle tam bir teslimiyet gösteriyorsa, insanın da kendisini bir kul olarak görmesi, kibirden sakınması ve Allah’ın emirlerini sorgusuz kabul etmesi gerekir.

5. Üslûbun haşmeti ve hikmetin güzelliği

Bediüzzaman Hazretleri, burada hem benzetmelerin zenginliği hem de kullanılan dilin etkileyiciliği ile dikkat çeker. Gök ve yerin "lisanıyla" Allah’a itaati ifade edişi, kâinatın canlı bir varlık gibi tasvir edilmesi, okuyanın bu hakikatleri daha derinden anlamasına ve hissetmesine vesile olur. Bu aynı zamanda, kâinattaki düzenin bir tesadüf değil, Allah’ın hikmet dolu tasarrufu olduğunu ortaya koyar.

Sonuç olarak;

Metinde, gök ve yerin Allah’ın mutlak hâkimiyeti altındaki varlıklar olduğu, bu düzenin bir imtihan için yaratıldığı ve kıyametle birlikte bu düzenin değişeceği anlatılmaktadır. Gök ve yerin itaatkârlığı, insanlara bir örnek olarak sunulmakta ve insanın da Allah’a karşı aynı derecede teslimiyet içinde olması gerektiği vurgulanmaktadır. Bu metin, tevhid (Allah’ın birliği) ve haşir (ahiret) hakikatlerini tefekkür etmeye davet yüksek eden bir derstir.

[1] Bediüzzaman Said Nursi, Zülfikar, Altınbaşak Neşriyat, Istanbul 2012, 87.sayfa

[2] Âl-i İmrân Suresi 26.ayet

[3] Hayrat Neşriyat Meali, Heyet, Isparta 2014, 52.sayfa

[4] Hayrat Neşriyat Meali, Heyet, Isparta 2014, 588.sayfa


Yorum Yap

Yorumlar