Soru

"Birinci İşaret: Suâl: Şeytanların kâinâtta îcâd cihetinde hiçbir medhalleri olmadığı, hem Cenâb-ı Hak rahmet ve inâyetiyle ehl-i hakka tarafdâr olduğu, hem hak ve hakîkatin câzibedâr güzellikleri ve mehâsinleri, ehl-i hakka müeyyid ve müşevvik bulunduğu, hem dalâletin müstekreh çirkinlikleri ehl-i dalâleti tenfîr ettikleri halde, hizbüşşeytanın çok def‘a ehl-i hakka galebe etmesinin hikmeti nedir? Ve ehl-i hak, her vakit şeytanların şerrinden Cenâb-ı Hakk’a sığınmasının sırrı nedir?"

13. Lema'nın 1. İşareti'nin sualini ve cevabını cümle cümle izah eder misiniz? 

Tarih: 23.02.2025 21:10:53

Cevap

ON ÜÇÜNCÜ LEM‘A

Hikmetü’l-İstiâze

13. Lem’a Hikmetül İstiaze Risalesi, şeytandan Allah’a sığınmanın hikmetlerini anlatan bir risale olup 1933-1934 yıllarında Barla'da telif edilmiştir.

Bu risalenin metodu; sual ve cevap tarzındadır. Bu risalede "Şeytandan Allah'a sığınma nasıl olur?" "Bu mesele nasıl anlaşılabilir?" "Hakikati nedir?" ‘’Şeytanın verdiği vesveselerden kurtuluş yolları’’ gibi yirmiye yakın sorunun cevabı izah edilmektedir.

Bediüzzaman Hazretlerinin bu risaleye verdiği kıymete gelince; Üstadımız 13. Lem’ada geçen 13 adet işareti, insî ve cinnî şeytanların şerlerinden Allah’a sığınmada sağlam bir kale olan "Nas suresinin" anahtarları olarak kabul ediyor.  

اَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ  sırrına dâirdir.

Kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığınmanın[1] sırlarına dairdir.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahman rahim olan Allah'ın adıyla [2]

 وَقُلْ رَبِّ اَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاط۪ينِ.  وَاَعُوذُ بِكَ رَبِّ اَنْ يَحْضُرُونِ 

"Ve de ki: “Rabbim! Şeytanların vesveselerinden sana sığınırım. “Rabbim! (Onların) yanımda bulunmalarından dahi sana sığınırım.”[3]

Şeytandan istiâze sırrı on üç işaret ile yazılacak. O işaretlerin bir kısmı, müteferrik bir sûrette, Yirmialtıncı Söz gibi bir kısım risâlelerde beyân ve isbat edildiğinden, burada yalnız icmâlen bahsedilecek.

Bu risalede, şeytandan Allah’a sığınmanın sırları ve sebepleri 13 işaret ile izah edilecektir. O işaretlerin bir kısmı farklı şekillerde Yirmi Altıncı Söz olan “Kader Risalesi” gibi bazı risalelerde izah ve ispat edilmiştir. Bundan dolayı bu risalede bu konulardan kısaca bahsedilecektir.

Birinci İşaret: Suâl: Şeytanların kâinâtta îcâd cihetinde hiçbir medhalleri olmadığı, hem Cenâb-ı Hak rahmet ve inâyetiyle ehl-i hakka tarafdâr olduğu, hem hak ve hakîkatin câzibedâr güzellikleri ve mehâsinleri, ehl-i hakka müeyyid ve müşevvik bulunduğu, hem dalâletin müstekreh çirkinlikleri ehl-i dalâleti tenfîr ettikleri halde, hizbüşşeytanın çok def‘a ehl-i hakka galebe etmesinin hikmeti nedir? Ve ehl-i hak, her vakit şeytanların şerrinden Cenâb-ı Hakk’a sığınmasının sırrı nedir?

Birinci İşaret: Şeytanlar, insanlar ve diğer varlıklar gibi yaratılmış varlıklardır. Varlıkların yaratılmasında şeytanların hiçbir müdahalesi yoktur. Yani şeytanlar da diğer varlıklar gibi hiçbir şeyi yaratamazlar. Hem Allah (c.c), rahmet ve yardımıyla her daim hak yolunda olan Müslümanlara taraftardır. Hem îmân ve İslâm hakikatlerinin insanı kendine çeken cazip güzellikleri vardır. Bu güzellikler, inananları manen destekler ve şevke getirir. Aynı zamanda haktan ve istikametten sapmanın tiksindirici çirkinlikleri İman ve İslâm’dan ayrılanları nefret ettirdiği halde çoğu zaman inkârcıların îmân edenlere üstün gelmesinin hikmeti nedir? Ehl-i Hak olan mü’minlerin her vakit şeytanların şerrinden Allah’a sığınmasının sebebi nedir?

Elcevab: Hikmeti ve sırrı şudur ki: Ekseriyet-i mutlaka ile dalâlet ve şer, menfîdir, tahrîbdir, ademîdir, bozmaktır.

Çoğunlukla dalalet yani hak ve hakikatten sapma ve şerler; bir şeyi inkâr etmek, bozmak, yıkmak ve bazen de eylemsizlik halidir. Evet dalalet ve şerler; bazen teklif edilen îmân ve ibadet gibi esasları kabul etmemek, yapması gereken vazifelerini yapmamak, bazen de az bir işle çok büyük yıkım ve zararlara sebep olmaktır. 

Ademîlik ise, yoklukla ilgilidir. Yani bazı şerler herhangi bir fiil ve icraat yapmayarak meydana gelir. Mesela kişinin namaz kılmayarak büyük günah işlemesi için herhangi bir şey yapmasına gerek yoktur.   Veya bir geminin dümeninin çevrilmesi gereken yerde çevrilmemesi büyük zararlara sebep olur.

"Ekseriyet-i mutlaka ile hidayet ve hayır, müsbettir ve vücudîdir ve imar ve tamirdir"

Hidayet (Hak, doğru ve istikamet üzere olma) ve hayır; genellikle olumludur, bir şeyi varlık sahasına çıkarma, imar ve tamir etmedir. Aynı zamanda hidayet ve hayır; vücudîdir, yani varlıkla ilgilidir, bir şeyler yapmakla olabilir. Mesela îmân etmek, namaz kılmak, bir binayı yapmak bir fiil ve icraatın ortaya konmasıyla mümkündür.

Bu cümlede ‘ekseriyet yani çoğunlukla’ ifadesi kullanılarak bu durumun istisnalarının olabileceği ifade edilmiştir. Bazen hidayet ve hayırlar tahrip, bozmak, bir şeyi yok etmek gibi görünebilir. Fakat hakikatte tahrip ve bozmak gibi görünen o şeyde imar ve tamir vardır. Mesela, cihad esnasında bir düşmanı öldürmek veya düşmanla savaşırken bir askerin şehit olması görünüşte olumsuz ve bir şeyi ortadan kaldırmak olduğu halde, hakikatte ise hayırdır, tamirdir. Bu şekilde fitnenin önü alınmış, din, namus ve vatan korunmuş olur.

Herkesçe ma‘lûmdur ki: Yirmi adamın yirmi günde yaptığı bir binayı, bir adam bir günde tahrîb eder. Evet bütün a‘zâ-yı esâsiyesinin ve şerâit-i hayatiyesinin vücûduyla vücûdu devam eden insanın hayatı, Hâlik-ı Zülcelâl’in kudretine mahsûs olduğu halde, bir zâlim bir uzvunu kesmesiyle, hayata nisbeten ademî olan mevte, o insanı mazhar eder.

Herkes tarafından bilinir ki; yüzlerce adamın aylarca çalışarak ancak yapabildiği bir binayı, bir adam bir günde hatta birkaç dakika içinde tahrip edip yıkabilir. Veya insanın hayatının devam etmesi için; kalp, beyin, ciğer, böbrek gibi hayat için gerekli olan bütün uzuvların varlığıyla ve hayatın devamı için gerekli olan güneş, hava, su, yiyecek ve içecek gibi binlerce gerekli olan şartların bir arada eksiksiz bulunmasıyla mümkündür.

Bütün bu şartların yaratılması ve bir araya getirilmesi ancak nihayetsiz büyüklük sahibi olan Allah’ın kudretiyle mümkündür. Halbuki zalim bir insan, birinin hayatî bir uzvunu keserek o insanın hayatına son verip hayata nispeten yokluk hükmünde olan ölümüne sebep olabilir. 

Onun içindir ki اَلتَّخْر۪يبُ اَسْهَلُ   durûb-u  emsâl hükmüne geçmiştir. İşte bu sırdandır ki, ehl-i dalâlet, hakîkaten zayıf bir kuvvetle pek kuvvetli ehl-i hakka bazen gālib oluyor.

Ehl-i dalaletin mesleği tahrip ve bozmak olduğundan, “Tahrip (bozmak, yıkmak) çok kolaydır”[4] ata sözü hükmüne geçmiştir. Bu sırdan dolayı ehl-i dalalet yani kâfirler, münafıklar ve bozguncular gibi hak yoldan sapmış olanlar, gerçekte çok az bir kuvvetle veya bazen hiçbir kuvvet kullanmayarak ehl-i hak olan mü’minlere galip oluyorlar.

Fakat ehl-i hakkın öyle muhkem bir kal‘ası var ki, onda tahassun ettikleri zaman, o müdhiş düşmanlar yanaşamazlar ve bir halt edemezler.

Fakat hak yolunda olan Müslümanların öyle sağlam bir kalesi vardır ki; ona sığındıkları zaman, çok az kuvvetle büyük yıkımlara ve zararlara sebep olan düşmanlar, hak yolunda olan Müslümanlara yanaşamazlar ve hiçbir zarar veremezler.

Eğer muvakkat bir zarar verseler, وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّق۪ينَ  sırrıyla ebedî bir sevab ve bir menfaatle o zarar telâfî edilir.

Eğer geçici bir zarar verseler de bu zarar dünyaya ait bir zarar olur. “(Güzel) âkıbet ise, takvâ sâhiblerinindir.”[5] Sırrıyla kaybettiği mal, makam ve can gibi geçici dünya menfaatlerine karşılık bu zarar, ahirette kazanacağı ebedi cennet ile telafi edilir.

O kal‘a-i metîn, o hısn-ı hasîn ise, şerîat-ı Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm’dır ve sünnet-i Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm’dır.[6]

İnsî ve cinnî şeytanlardan gelebilecek saldırılara karşı sağlam ve kuvvetli korunma yeri ise, Peygamber Efendimizin (sav) şeriatı olan Kur’ân’ın emirlerine ve sünnetin ölçülerine göre yaşamaktır.


[1] Ebu Davut, c.5, sh. 140.

[2] Fatiha, 1/1.

[3] Müminun, 23/97,98.

[4] Arabî ibâre

[5] Kasas, 28/83.


Yorum Yap

Yorumlar