Sekizinci Lema’da geçen şu cümleleri izah eder misiniz?
"Beşinci Vecih: Üstâdımız kendisi söylüyor ki: “Ben sekiz-dokuz yaşında iken bütün nâhiyemiz ve etrafındaki ahâli Nakşî tarîkatinde idiler. Oraca meşhur Gavs-ı[1] Hîzân nâmıyla bir zâttan istimdâd[2] ediyorlardı. Ben akrabama ve umum ahâliye muhâlif olarak ‘Yâ Gavs-ı Geylânî!’ derdim. Çocukluk i‘tibâriyle, elimden ceviz gibi ehemmiyetsiz bir şey kaybolsa, ‘Yâ Şeyh! Sana bir Fâtiha, sen benim bu şeyimi buldur’ derdim. Acîbdir ve yemin ediyorum, bin def‘a böyle Hazret-i Şeyh, himmet ve duâsıyla imdâdıma yetişmiştir. Onun için bütün hayatımda umumiyetle Fâtiha ve ezkâr ne kadar okumuş isem, Zât-ı(asm)Risâletten sonra Şeyh-i Geylânî’ye hediye ediyordum. "[3]
Bu kısımda Bediüzzaman Hazretleri, Abdulkadir Geylani Hazretleri ile olan irtibatının çocukluk döneminde başlayıp hayatının sonuna kadar devam ettiğini anlatıyor.
O dönemde, doğup büyüdüğü Bitlis ve civarında Nakşî tarikati hâkim idi. Hz. Üstad’ın köyü ve ailesi de Nakşî tarikatine tabi olup, o bölgede meşhur olan “Gavs-ı Hizanî”[4] Hazretlerine bağlı idiler. Ne zaman dara düşseler, O mübarek zatı vesile[5] yaparak Allah’tan yardım isterlerdi. Bediüzzaman Hazretleri ise 8-9 yaşlarında bir çocuk olmasına rağmen ne zaman bir sıkıntısı olsa, ailesinden ve tüm bölge halkından farklı olarak “Yâ Gavs-ı Hizanî” yerine “Yâ Gavs-ı Geylânî!’’ diyerek Abdulkadir Geylani Hazretlerini vesile yaparak Allah’tan yardım istermiş.
Hayatında Abdulkadir Geylani Hazretlerinin tasarruf ve tesiri o kadar çokmuş ki, çocukluk haliyle elinden cevizi ya da başka basit bir eşyası kaybolsa, “Yâ Şeyh! Sana bir Fâtiha, sen benim bu şeyimi buldur” diyerek Gavs-ı Geylani’yi vesile kılarmış.
Üstad Bediüzzaman, buna benzer durumların, hayatında çoklukla meydana geldiğini yemin ederek anlatmaktadır. Ve hayatı boyunca okuduğu hatimlerin, virtlerin ve Fatihaların sevaplarını bağışlarken, önce Hz. Peygambere (sav) sonra da Abdulkadir Geylani Hazretlerine hediye ettiğini söylemektedir.
Hz. Üstadın bu beyanından açık ve net olarak şunu anlamak mümkündür: Abdulkadir Geylani Hazretleri, Allah’ın izniyle daha çocukluk yıllarından itibaren Hz. Üstad’ı, tasarruf[6] ve duasıyla her daim korumuş ve manen yetişmesinde çok etkili olmuştur.
[1] Gavs; sözlükte “yardım ve medet” anlamlarına gelir. Tasavvufî anlamı ise; kendisine iltica edildiğinde ve kendisinden yardım istendiğinde kutba verilen isimdir. Yani Allah tarafından âlemi mânen idâre etmekle görevlendirilmiş ve kendilerine olaylara hükmetme izni verilmiş olan velîlerin mânevî derecesi en yüksek olanına kutup, kendisinden yardım istendiği zaman ise kutba gavs denir.
[2] Sözlükte “tehlikeli durumlarda yardım isteme, imdada çağırma” anlamına gelen istimdâd, tasavvufta “peygamber ve velîlere sığınıp herhangi bir dileğin gerçekleşmesi için onlardan yardım dilemek” mânasında kullanılmıştır. Mânevî yardımda bulunma gücüne sahip olduğuna inanılan büyük velîlere gavs denir.
[3] Bediüzzaman, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 145
[4] Asıl adı Sibğatullah Arvasî olan Gavs-ı Hizanî Hazretleri, Van’ın Bahçesaray ilçesine bağlı Arvas Köyü’nde dünyaya gelmiş olup doğum tarihi bilinmemektedir. Bitlis’in Hizan ilçesinde yaşadığından dolayı “Gavs-ı Hizanî” lakabıyla anılan Sibğatullah Arvasî, seyyid olup soyu, Bağdat tarafından gelmiştir. Küçük yaştan itibaren ilim tahsiline başlayarak kısa zamanda kelam, tefsir, hadis, fıkıh gibi zahirî ilimleri tahsil ettikten sonra fen bilimlerine de vâkıf olmuştur. Nakşibendi tarikatına bağlı olan Gavs-ı Hizanî, Hizân ve Gayda'da halkın irşadı ve ıslahı için gayret etti. 1871 (H.1287) senesinde vefât eden Gavs-ı Hizanî’nin kabri, Bitlis’in Hizan ilçesine bağlı Gayda Köyü’nde bulunmaktadır.
[5] Sözlükte “yaklaşmak, sarılmak, başvurmak, sebep aramak ve maksada ulaşmak için bir şeyi vasıta kılmak” anlamına gelen “tevessül” ise, dinî literatürde, bir isteğin, bir işin veya arzunun yerine gelebilmesi için ilim, amel, ahlâk veya bazı şahısları aracı kılmayı ifade etmektedir. Ehl-i sünnet inancına göre tevessül haktır. Başta âyet-i kerimelere, hadis-i şeriflere, sahabe uygulamalarına ve İslâm âlimlerinin görüşlerine bakıldığında tevessülün hak olduğu açık bir şekilde gözükmektedir.
6Tasarrufa sözlükte, “idare ile kullanmak, sarf etmek, tutum, sahip olmak, idare etmek, sahiplik, kullanma hakkı” manaları verilmiş. Seyyid Şerif Cürcani Hazretleri, Ta’rîfât namındaki ıstılah kitabında tasarrufun tasavvufî manasını şöyle açıklar: “Bir velinin hayatta iken veya ölümünden sonra, Allah'a nazı geçmesi dolayısıyla, dünya işlerinden bazılarını düzene koymasına ve kendisine baş vuranların arzularını yerine getirmesine derler.” Şehitlerin de tasarruflarının devam ettiklerine dair pek çok rivâyetler ve yaşanmış hadiseler vardır. Vefatından sonra hayatta oldukları gibi tasarrufları Allah’ın velî kulları tarafından kabul edilen üç büyük evliyanın en büyüğü Hazret-i Gavs-ı Geylânî’dir. Diğerleri; Hayat Bin Kays el- Harrânî ve Ma’ruf-i Kerhî Hazretleri’dir. Her velinin tasarrufu görülebilir. Fakat bu bahsi geçen zâtlar, öldükten sonra kerâmetleri ve tasarrufları çok görüldüğü ve çok meşhur oldukları için söylenmiştir. Yoksa bu söz, diğer evliyaların vefatından sonra tasarruf ve kerâmet sâhibi olmadıklarını göstermez.