Soru

Şuunat Nedir

Şuunat nedir? İzah eder misiniz?

Tarih: 11.03.2012 11:03:30
Okunma: 25909

Cevap

Şuunat, lügat olarak şe'n kelimesinin çoğulu olup işler, haller, keyfiyetler demektir. Şuun keilmesi de aynı manaya gelmektedir.

Istılah olarak şuunat ise, Cenabı Hakk'ın sıfatlarının kaynağı olan kudsi ve ilahi işler ve haller denilebilir. Şuunatın insandaki karşılığı, çok çeşitli kabiliyetler ve merhamet, adalet, sevmek gibi binlerce hissiyat(hisler) oluyor. Kabiliyet veya hissiyat gibi tabirler Cenabı Hak için kullanılması uygun olmadığından bunların hepsi şuunat olarak ifade ediliyor.

Şu iki misalle şuunat meselesinin daha iyi anlaşılacağını ümit ediyoruz.

Birinci misal: Gayet merhametli, cömert ve zengin bir zat düşünelim. Bu zat yaratılışındaki yüksek karakteri ve güzel ahlakı sebebiyle büyük bir seyahat gemisine çok muhtaç ve fakir insanları bindirip dünyanın her tarafındaki denizleri ve memleketleri gezdirse ve seyahat esnasında çok çeşitli ziyafetlerle o muhtaç fakirlere ikramda ve ihsanda bulunsa, o kimseler bundan ne kadar memnun ve mutlu olurlar. Ne kadar zevk ve lezzet alırlar. İşte o cömert zat dahi o muhtaç fakirlerin memnuniyetlerinden ve sevinçlerinden dolayı memnun ve mesrur olur. Onları seyrederek onların lezzet almalarından ve minnetdar olmalarından lezzet alır. (Hissiyaata örnek)

       Madem, dağıtım memuru hükmünde olan bir insan böyle küçük bir ziyafet vermekten dolayı bu derece memnun ve mesrur oluyor ve böyle sevinip lezzet alıyor. Elbette bütün hayvanları ve insanları ve bu kadar çok melekleri ve cinleri ve ruhları dünya gemisine bindirerek yeryüzünü, çeşitli yiyeceklerle ve bütün duyguların zevklerine hitap edecek erzaklarla dolu rabbani bir sofra şeklinde açmakla, sonra o muhtaç, minnetdar, sevinçli ve müteşekkir mahlukatını dünyada bu kadar ikramlarla ve kainatın her tarafında gezdirmekle memnun ve mesrur etmekle, ve sonra baki bir alem olan cennette daimi ve bitmez ziyafetlerle ve nimetlerle onları sevindiren zat-ı kayyuma ait o varlıkların teşekkürlerinden ve minnetdar olmalarından ve sevinçlerinden gelen memnuniyet-i mukaddese, iftihar-ı kudsi, lezzet-i mukaddese gibi tabirlerle ifade edilen şuunat-ı ilahiye vardır.

İkinci misal: Hüner sahibi bir sanatkârın, son zamandaki bütün teknik ve fenleri kullanarak bize benzeyen bir robot yaptığını düşünelim. Yaptığı robotun insana yardımcı olacak birçok özelliği olsa, bizleri anlayıp ona göre davransa ve istenen her şeyi yapsa, hatta bizler gibi sevinip üzülse, o robotu yapan usta ne kadar sevinir. Ne kadar iftihar eder. Ne kadar memnun olur. (Kabiliyete örnek)

Elbette bütün varlıkların sanatkârı ve ustası olan Sani-i hakîm, bütün varlıkları hususen her bir canlıyı birçok isim ve sıfatlarının tecellisi ile onların üstünde çok harika belki mucize nakışlarla işleyip yaratmış. İşte bütün bu varlıkların O’nun istediği gibi hareket etmesi, özellikle bütün varlıkları ve kendisini kim yaratmış ve ne için yaratmış bunları bilen, varlıklar üstündeki ince manaları ve nakışları anlayıp takdir edebilen ve kendini yaratan Zatın isteğine göre hareket eden aklı başında insanların kendilerini yaratan zatın istediği tarzda işleyip istediği neticeleri vermesinden gelen iftihar-ı kudsi ve memnuniyet-i mukaddese ve lezzet-i mukaddes gibi isimlerle ifade edilen şuunatı vardır. 

Şuunata dair Risale-i Nurdan bazı yerler söyledir:

“Her bir merhamet sahibi, başkasını memnun etmekten mesrur(sevinçli) olur; her bir şefkat sahibi, başkasını mesrur etmekten(sevindirmekten) memnun olur; her bir muhabbet sahibi, sevindirmeye lâyık mahlukları sevindirmekle sevinir; her bir âlîcenab zât, başkasını mes'ud etmekle lezzet alır; her bir âdil zât, ihkak-ı hak etmek(hakkı yerine getirmek) ve müstehaklara ceza vermekte hukuk sahiblerini minnetdar etmekle keyiflenir; her bir hüner sahibi her bir san'atkâr, san'atını teşhir etmekle ve san'atının tasavvur ettiği(düşündüğü) tarzda işlemesiyle ve istediği neticeleri vermesiyle iftihar eder.”

Faaliyetin her nevi’(çeşidi) cüz'î(az) olsun, küllî(çok) olsun bir lezzet verir. Belki her bir faaliyette bir lezzet var. Belki faaliyet ayn-ı lezzettir(lezzetin kendisidir). Belki faaliyet, ayn-ı lezzet(lezzetin kendisi) olan vücudun tezahürüdür(görünmesidir) ve ayn-ı elem(acının kendisi) olan ademden(yokluktan) tebaüd(uzaklaşmak) ile silkinmekdir. Evet, her kâbiliyet sahibi, bir faaliyetle kâbiliyetinin inkişafını(açığa çıkmasını) lezzetle takib eder. Her bir isti’dadın faaliyetle tezahür etmesi(ortaya çıkması), bir lezzetten gelir ve bir lezzeti netice verir. Her bir kemal sahibi, faaliyetle kemalâtının(mükemmelliklerinin) tezahürünü(görünmesini) lezzetle takib eder. Madem, her bir faaliyette böyle sevilir, istenilir bir kemal, bir lezzet vardır ve faaliyet dahi, bir kemaldir ve madem zîhayat(canlılar) âleminde daimî ve ezelî bir hayattan neş'et eden(çıkan) hadsiz bir muhabbetin, nihâyetsiz bir merhametin cilveleri görünüyor ve o cilveler gösteriyor ki, kendini böyle sevdiren ve seven ve şefkat edip lütuflarda bulunan zât-ı kudsiyete(kudsi zat olan Allah’a) lâyık vücub-ı vücuduna(varlığı zaruri olana) münasib o hayat-ı sermediyenin(daimi hayatın) muktezası (gereği olarak) olarak “tabirde hata olmasın” hadsiz derecede bir aşk-ı lahutî, bir muhabbet-i kudsiye, bir lezzet-i mukaddese gibi şuunat-ı kudsiye o Hayat-ı Akdes'te var ki, o şuunat böyle hadsiz faaliyetle ve nihâyetsiz bir hallakıyetle kâinatı daima tazelendiriyor, çalkalandırıyor, değiştiriyor.” (30. Lema)

 

"Çünki bedîhîdir ki, bir eserdeki kemâl, o eserin menşe’ ve mebdei olan fiilin kemâline delâlet eder. Fiilin kemâli ise ismin kemâline, ismin kemâli sıfatın kemâline, sıfatın kemâli şe’n-i zâtînin kemâline ve şe’nin kemâli o zât-ı zîşuûnun kemâline, hadsen ve zarûreten ve bedâheten delâlet eder.

Meselâ, nasıl ki kusursuz bir kasrın mükemmel olan nukūş ve tezyînâtı, arkalarında bir usta ef‘âlinin mükemmeliyetini gösterir. O efâlin mükemmeliyeti, o fâil ustanın rütbelerini gösteren ünvanlarının ve isimlerinin mükemmeliyetini gösterir. Ve o esmâ ve ünvanlarının mükemmeliyeti, o ustanın san‘atına dâir sıfatlarının mükemmeliyetini gösterir. Ve o san‘at ve sıfatlarının mükemmeliyeti, o san‘at sâhibinin şuûn-u zâtiye denilen kābiliyet ve isti‘dâd-ı zâtiyesinin mükemmeliyetini gösterir. Ve o şuûn ve kābiliyet-i zâtiyenin mükemmeliyeti, o ustanın mâhiyet-i zâtiyesinin mükemmeliyetini gösterdiği gibi; aynen öyle de, فَارْجِعِ الْبَصَرَ هَلْ تَرٰي مِنْ فُطُورٍ âyetin sırrıyla şu kusursuz ve fütûrsuz şu âsâr-ı meşhûde-i âlemde ve şu mevcûdât-ı muntazama-i kâinâtta olan san‘at ise, bilmüşâhede bir müessir-i zil’iktidârın kemâl-i ef‘âline delâlet eder. O kemâl-i ef‘âl ise, bilbedâhe o Fâil-i Zülcelâl’in kemâl-i esmâsına delâlet eder. O kemâl-i esmâ ise, bizzarûre o esmânın müsemmâ-yı zülcemâlinin kemâl-i sıfâtına delâlet ve şehâdet eder. O kemâl-i sıfât ise, bilyakîn  o mevsûf-u zülkemâlin kemâl-i şuûnuna delâlet eder. O ke­mâl-i şuûn ise, bihakkalyakîn o zîşuûnun kemâl-i zâtına öyle delâlet eder ki, bütün kâinâtta görünen bütün envâ‘-ı kemâlât, onun kemâline nisbeten sönük bir zıll ve zaîf bir sûrette âyât-ı kemâliye ve rumûzât-ı celâliye ve işârât-ı cemâliye olduğunu gösterir." (22.Söz)

 

"Nasıl ki mükemmel, muhteşem, münakkaşmüzeyyen bir saray mükemmel bir ustalık, bir dülgerliğe bilbedâhe delâlet eder. Ve mükemmel fiil olan o dülgerlik, o nakkāşlık, bizzarûre mükemmel bir fâile, bir ustaya ve mühendise ve ‘nakkāş ve musavvir’ gibi ünvan ve isimleriyle beraber delâlet eder. Ve mükemmel o isimler dahi şübhesiz o ustanın mükemmel san‘atkârâne sıfatına delâlet eder. Ve o kemâl-isan‘at ve sıfat, bilbedâhe, o ustanın kemâl-i isti‘dâdına ve kābili­yetine delâlet eder. Ve o kemâl-i isti‘dâd ve kābiliyet, bizzarûre, o ustanın kemâl-i zâtına ve ulviyet-i mâhiyetine delâlet eder. Aynen öyle de, şu saray-ı âlem, şu mükemmel, müzeyyen eser, bilbedâhe, gayet kemâldeki ef‘âle delâlet eder. Çünki eserdeki kemâlât, o ef‘âlin kemâlâtından ileri gelir ve onu gösterir. Kemâl-i ef‘âl ise, bizzarûre, bir fâil-i mükemmele ve o fâilin kemâl-i esmâsına, yani âsâra nisbeten ‘MüdebbirMusavvir, Hakîm, Rahîm, Müzeyyin’ gibi isimlerin kemâline delâlet eder. İsimlerin ve ün­vanların kemâli ise, şeksiz şübhesiz o fâilin kemâl-i evsâfına delâlet eder. Zîrâ sıfat mükemmel olmazsa, sıfattan neş’et eden isimler, ünvanlar mükemmel olamaz. Ve o evsâfın kemâli, bilbedâhe, şuûnât-ı zâtiyenin kemâline delâlet eder. Çünki sıfâtın mebde’leri o şuûn-u zâtiyedir. Ve şuûn-u zâtiyenin kemâli ise, biilmel-yakîn zât-ı zîşuûnun kemâline ve öyle lâyık bir kemâline delâlet eder ki, o kemâlin ziyâsı şuûn ve sıfât ve esmâ ve ef‘âl ve âsâr perdelerinden geçtiği halde, şu kâinâtta yine bu kadar hüsnü ve cemâli ve kemâli göstermiş." (32.Söz)

Eser, fiil, isim, sıfat, şuunat ve zat münasebetinin izahı şöyledir.

Mükemmel bir eser mükemmel bir işi, fiilli gösterir. Onunla meydana gelir. Mükemmel fiil ise mükemmel bir faili isimleriyle bizlere gösterir. Çünkü mükemmel fiil ancak mükemmel bir faille meydana gelir. Failsiz fiili düşünmek mümkün değildir. Demek fiillerin güzelliği isimlerin güzelliğinden kaynaklanmaktadır. Mükemmel isimleriyle iş yapmak ancak mükemmel sıfatlardan kaynaklanır. Çünkü isimlerin kaynağı sıfatlardır. Görme sıfatı olmayan birisi görücü olamaz. Gören ismini alamaz. Sıfatların kaynağı ise şuundur. Yani mükemmel bir kabiliyet, bir yetenektir. Bütün bu yetenek ve kabiliyetin yeri ise vücuttur. Zattır. Varlıktır. Demek ki mükemmel bir zatta mükemmel bir kabiliyet, ince ruha sahip olma özelliği vardır. Bunun sonucunda mükemmel sıfatlar ortaya çıkar. Bunlardan ise mükemmel isimlere sahip bir fail olduğu görünür. Bu mükemmel fail de mükemmel fiillerle mükemmel eserler meydana getirir. 

Alemde görünen bütün eserler ilahi fiillerle meydana gelir. Onun iradesiyle ve kudretiyle vücut bulur. Her şeyi en güzel surette O yaratmıştır. Bu eserler O'nun mükemmel fiillerle yaptığını göstermektedir.  Bu fiiller ise bütün isimleriyle beraber mükemmel bir faili gösterir. İlahi isimlerin kaynağı ise ilahi sıfatlardır. Sıfatların menbaı ise tabirinde aciz olduğumuz şuunaat-ı İlahiye dediğimiz kutsi manalardır. Şuunatın mükemmelliği ise zatın mükemmelliğini nazara vermektedir. 


 


 



Yorum Yap

Yorumlar